‘Siyaset yapmak istiyorsa’  Parti Kursun

‘Siyaset yapmak istiyorsa’ Parti Kursun

Has Parti kurucularından Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu, Radikal'e konuştu.

Radikal Gazetesi`nin Has Parti kurucularından Mehmet Bekaroğlu ile gerçekleştirdiği röportaj....

Rize eski milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nu Radikal okurları belli aralıklarla Radikal İki’ye yazdığı yazılardan iyi tanır. İnsan hak ve özgürlükleri konusunda tavizsiz bir Müslüman olan Bekaroğlu, Saadet Partisi’nden kopan Numan Kurtulmuş’un Halkın Sesi Partisi’nin kuruculardından ve ünlü bir psikiyatri profesörü.
 
Halkın Sesi Partisi daha sol ve antiemperyalist bir duruşa ve İslamcı özgürlük anlayışına sahip olacak” diyorsunuz. Açık açık AKP’den farkınızın ne olduğunu söyleseniz...

Biz programımızda dini siyasetin aracı olarak kullanmayacağımızı çok açık bir şekilde tekrar tekrar belirtiyoruz. Bu temel ilkelerimizden biridir. Dinin siyasetin aracı olamayacağını tartışmasız biçimde söylüyoruz. Biz bu toplumda yaşıyoruz ve bu Müslüman bir toplum. Alevisi, Sünnisi, az dindarı, çok dindarıyla...
İnanmayanıyla...

Tabii ki inanmayanlar da var. Başka dinlerden olan insanlar da var. Bir kişi bile olsa, onun özgürlüğünün garanti altına alınması gerekliliğine inanıyoruz. Ama bu toplum çoğunluk olarak Müslüman bir toplum ve dine iki bakış var. Uç noktada biraz abartarak söylüyorum, din zenginin oyuncağı, eğlencesi haline geldi. Medyaya çıkan VIP umreleri, yok efendim kafayı dağıtmak için haftasonu umreleri... Oysa bütün dinler, büyük öğretiler, fakirin öfkesi olarak gelmiştir. Biz “fakirin, mazlumun, sömürülenin, zayıf bırakılmış olanın sesi, öfkesi, çığlığı olması gerek” diyoruz. AKP’yi ise birinci kategoriye koyuyorum.
 
Yani?
Müslüman insanların yozlaşması, değişmesi, paranın dayattığı hayat... Bu, Kuran-ı Kerim’de Müslümanların en çok uyarıldığı konudur. Haksız yolla, iktidar aracını kullanarak ve birtakım bilgi sahipleri tarafından bunu meşrulaştırarak zenginleşiyorlar. Zenginleşirken de içinde bulundukları toplumu, mahalleyi unutuyorlar. Ayrışıyorlar. Önce mahalle içinde mahalleden farklı bir yaşama geçiyorlar, sonra mahalleyi terk edip sitelere filan taşınıyorlar. Tayyip Erdoğan’ın Burhaniye Emniyet mahallesinden, Kısıklı Saklı Bahçe villalarına çıkması bunun tipik bir örneği. Bir karunlaşma, firavunlaşma söz konusu. Bu Müslümanlığın en çok reddettiği şeydir. Firavun olmak ille de piramitleri yaptırmakla olmuyor.
 
Müslüman emekçi partisi olarak çıkıyoruz mu diyorsunuz? Yelpaze filan kalmadı diyeceksiniz ama, o bildik yelpazenin neresinde HAS Parti?
Mevcut siyasal yelpazenin bir oyun, bir aldatmaca olduğunu düşünüyoruz. Böyle bir oyun var, bunu bize çok yapacaklar, biliyoruz... “Sen sol parti kurdun, Bekaroğlu filan, Müslüman sol...” Bu şekilde üstümüze geliyorlar, özellikle AKP taraftarı, medyası, yazarı, çizeri, böyle bir yola gidecekler. Niye? Çünkü muhafazakâr seçmenin öteden beri bilinçaltında varolan sol korkusunu kaşıyarak ‘bunlardan uzak durun’ filan diyecekler.
 
Ama bir şekilde kendinizi tanımlamanız gerekecek. Sol muhafazakâr denebilir mi?
Şöyle desek: Değerler söz konusu olduğunda muhafazakâr, özgürlükler söz konusu olduğunda liberal, ekonomi, paylaşım söz konusu olduğunda sol. Ama bu kavramlar çok kirletildi artık bence. Kimse kusura bakmasın, bütün bu kavramların ırzına geçildi. Dolayısıyla bu kavramlarla etiketlenmeyi reddediyoruz. Biz birey ve toplumu öne çıkartıyoruz. Devlet, piyasa hepsi tek insan içindir ve tek tek insanların oluşturduğu toplum içindir. Bizim için önemli olan insanların eşitliği, biricik ve muhteremliği ve kutsallığı... Budur esas. Devlet değil, piyasa hiç değil... Devlet güçlü olana lazım değil, zayıf olanın yanında yer alır devlet. Zayıf olana yapılan haksızlıkları önler. Adalet ve özgürlük vurgusunu her şeyin önüne koyuyoruz.
Bu vurgu kutsal olmasına çok kutsal da, iktidara taşımıyor. Seçmen işle, ekmekle ilgili sözler duymak istiyor...
Ama ekmekle özgürlük aynı şey. Ekmek yoksa özgürlük yok. HAS Parti’nin dışında Mehmet Bekaroğlu olarak söylüyorum: Allah, ekmek, özgürlük! Aslolan ekmek. Ekmek olmayınca, bir insan ekmek, rızık ve istikbal korkusu içindeyse, birilerinin önünde eğilecektir. Biz la ilahe illalah’ı böyle algılıyoruz. Kim ne derse desin, kim ne kadar alınırsa alınsın, şu anda Türkiye’de, bu muhafazakâr demokrat denen iktidar zamanında bir el yardım paketi uzatırken, diğer el de öpün diye uzatılıyor. Bundan rahatsız olan Halkın Sesi Partisi’nin potansiyel seçmenidir diye düşünüyorum.

İktidarın tahakküm ve dayatma aracı olarak kullanılmasına karşı olduğunuzu söylüyorsunuz. AKP iktidarını öyle mi görüyorsunuz?
Kesinlikle öyle görüyoruz. Türkiye’de biz halkın sesinin duvarlara çarparak susturulduğunu düşünüyoruz. Anayasanın duvarına çarpıyor ses; parti, seçim yasasının duvarlarına çarpıyor, meclis iç tüzüğünün duvarına çarpıyor, 1946’dan bu yana ‘sanki demokrasi var’ gibi görünüyor ama hiçbir şekilde bireyin, insanların tercihleri, talepleri kararlara dönüşmüyor.
 
Numan Kurtulmuş’un günü gelince Tayyip Erdoğan’ın yerine geçeceği doğru mu?
Muhafazakâr kesimde öteden beri böyle bir beklenti var. Numan Kurtulmuş biraz parlayınca, Tayyip Erdoğan’ı ikame edecek bir insan olarak görüldü. Böyle bir rol biçiliyor Numan Kurtulmuş’a. Ya da Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olacak, dolayısıyla Numan Kurtulmuş gibi daha güçlü bir lider onun yerine geçecek ve devam edecek diye düşünülüyor. Oysa, Erdoğan 2007 seçimlerinden önce Numan Kurtulmuş’u AKP’ye davet etti. Kurtulmuş, o günden bugüne söyledikleriyle de hep bunu reddetti.
Ama o zamanki teklif başbakanlık değildi.
AKP içinde sabretseydi, Başbakan olabilirdi. Bakan olur, beklerdi. Mesele o değil. Mesele Numan Kurtulmuş’un AKP’nin uyguladığı politikalara karşı olması. O yüzden biz orada değiliz. Ama İslami entelijansiya, köşe yazarları sürekli olarak böyle bir beklenti içinde. Halkın Sesi Partisi’nin kurulmasıyla ilgili ‘zamansız doğum’ yorumu yapıldı. “Erdoğan 2011’de çok yüksek bir oy almalı ki Cumhurbaşkanı olabilsin, bozmayın işi” filan gibi şeyler söylüyorlar. Buradan üretilmiş bir şey Numan Kurtulmuş’un AKP’nin başına gideceği, Başbakan olacağı filan.
Böyle bir gelişme olmaz diyorsunuz.
Olmaz. Biz bir şeyler yapacağız bu ülkede. Ben de, Numan Kurtulmuş da birçok yerde siyaset yapabilirdik, bir şeyler olabilirdik. Ama biz bir şeyler olmak değil, bir şeyler yapmak istiyoruz. Halkın sesini siyasette karara dönüştürecek bir şeyler yapmak istiyoruz. Bu çok anlamlı bizim için. Başbakan olmaktan çok daha anlamlı.
Halkın Sesi Partisi’nin Pennsylvania ile ilişkileri nasıl olacak? Numan Kurtulmuş “Fethullah Gülen siyaset yapmak istiyorsa gelsin Türkiye’de partisini kursun. Yetkili olsam Hocaefendi’nin gelmesini temin ederdim. Buyursunlar, gelsinler, partilerini kursunlar” demişti. Davet hâlâ geçerli mi?
‘Siyaset yapmak istiyorsa’ dedi. Türk siyasetinin Pennsylvania ile ilişkisi içler acısı bir durum. Fethullah Hoca okul açıyor, dini bir önder, ona gönül bağlayanlar var, onlar dayanışıyor, çocuk okutuyorlar filan, buna kimse bir şey diyemez. Her yerde bu şekilde yapılsın. Burada bir problem yok. Ama siyasetçilerin Pennsylvania ilişkileri çok ayıp bir şey. Böyle bir şey olamaz. Bir siyasi partinin Pennsylvania ile ne ilişkisi olabilir?
Öyle demeyin, Türkiye’de bazı siyasetçiler arasında Pennsylvania’ya bir adım daha yakın olmak bir ayrıcalık. Her ne kadar Gülen her partiye eşit mesafede durduğunu söylüyorsa da...
Biz siyasi ölçülerimizi ortaya koyuyoruz. Tek ama tek ölçümüz insandır, bireydir, halktır. Herkesle görüşülür ama bir yerden onay almak bu partinin kitabında yok. Biz geliriz, bu ölçüler içerisinde ülkeyi yönetiriz. Bu ölçülerin dışında davranan, bizi buraya zorlayan kim varsa da karşısında dururuz. Fethullah Gülen’le hükümetin ilişkisi, Baykal’ın selam göndermesi filan... Herkes selam gönderiyor, bu anlaşılır bir şey değil.
Siz Fethullah Gülen’e selam göndermiyor musunuz?
Biz herkese selam gönderiyoruz. Selamımızın anlamı şu: “Kardeşim barış içindeyiz. Benden bir zarar gelmez. Ama nasıl gelmez, ölçülerim var, bu ölçüler içinde zarar gelmez. Ama kim zulmediyorsa ya da sanmıyorum ama Fethullah Gülen veya onun adamları özel hayatın mahremiyetini, gizliliğini bozarak insanları dinliyorlarsa, karşı çıkarız. Yaptırmayız bunu. Eğer Fethullah Gülen bir dini cemaatin, bir hayır kurumunun lideri ise tamam. Ama eğer Gülen siyaset yapıyorsa o zaman bizzat siyasi parti olur, orada yapar. Genel Başkanımız da bunu söyledi.
Siyaset yapmak pahalı iş, mali kaynağı nedir HAS Parti’nin?
Siyaset çok parayla yapılan bir şey değil. Bugün siyaset zenginler ve devlet tarafından finanse ediliyor, dolayısıyla devlet ve zenginler ne diyorsa o yapılıyor. Biz üyelerinin finanse edeceği bir parti olacağız. Formülümüz yakın zamanda bir milyon üye ve bu üyelerden en az ayda 10 lira aidat. 120 milyon lirayla da gayet iyi siyaset yapılabilir.
Erbakan’ın yeniden genel başkan olmasını nasıl karşıladınız? Aktif siyaset için biraz yaşlı değil mi sizce?
Öyle. 2003’te Genel Başkan olduğu zaman bile “Olmayın Hocam, siz Türk siyasetinin geçmişinde çok önemli bir figürsünüz. Kim o dönemi yazarsa, sizi en başa yazacak. Ama Türk siyasetinin geleceğinde yoksunuz. Bir daha genel başkan olmayın. Cem Uzan’la, Abdullah Gül’le filan kürsülere çıkmayın, bu öncelikle size haksızlık olur” demiştim.
Erbakan’ı önemsiyorsunuz...
Erbakan önemli şeyler yaptı. Kırsalın, aşağıda olanın temsilcisidir. Antiemperyalisttir, büyük sermayeye, tekele karşı verdiği mücadeleyi kimse yok sayamaz. Ben mesela, mevsimlik işçi bir babanın çocuğuyum. Annem okur yazar değil. Annem hastaydı, o yüzden doktor olmak benim için çok önemliydi. 70’li yıllarda Erbakan’ın “Bu ülkenin işçisinin, çiftçisinin, esnafının çocukları, siz bu ülkeyi yönetebilirsiniz” demesinin bizde çok katkısı var. Tayyip Erdoğan’da da, Abdullah Gül’de de, bende de... Belki en az Numan Kurtulmuş’tadır, çünkü onun dedesi Osmanlı ordusunda binbaşı. Ama hepimizde Erbakan’ın bir payı var. Bunu teslim ediyorum.
Erbakan yine genel başkan. Ne diyorsunuz?
Birşey demiyorum. Sadece üzülüyorum.
Kürt meselesi ve başörtüsü
Kürt meselesi ve başörtüsü: Halkın Sesi Partisi bu sorunları nasıl çözecek?
Türkiye’de bugün başörtüsünün konuşulması çok ayıp. Herkesi aşağılayan bir şey. Kürt meselesi de aynı şekilde. Bugün Kürtçe konuşulsun mu, Kürtçe eğitim yapılsın mı diye konuşmak da ayıp. 2010’dayız ve bu yasak 100 senelik bir yasak. Bu coğrafyada daha önce böyle bir yasak yoktu. ‘İnsanlar Kürtçe konuşamaz, Kürtçe eğitim yapamaz’ gibi bir uygulamayı çok akla ziyan bir uygulama olarak görüyorum. Bir delilik uğruna bu kadar kan. Bu kadar can kaybı. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Bu delilik de Türkiye’nin uluslaşma sürecidir. Batılılaşma dediğimiz şeydir, burada üretilmiş bir şey değil.
Siyasetçilerin yaklaşımını nasıl buluyorsunuz?
Şu anda iktidar ve muhalefetin bu sorunları çözmek gibi bir derdi yok ki. Siyaset yapma tarzı sorun çözmek değil, sorunlar üzerinden siyasal iktidar devşirmek. Yani sorun var olacak, o konuda kavga çıkaracaksınız, taraftar oluşturacaksınız ve bu sandığa yansıyacak. Bakın en son başörtüsü... Bir kadın olarak sen “ben böyle giyinmek istiyorum” diyeceksin, ben “giyinemezsin” diyeceğim, sonra kadın haklarından bahsedeceğim. Akla ziyan durumlar...
Hizmet alan veren ayrımı? Kamusal alan...
Bunların hepsi saçmalık. Kamusal alan nedir, kim tarif ediyor? Başörtülü yargıç neden tarafsız olamıyor? Ben de başörtüsüz yargıç nasıl tarafsız olabiliyor diye sorarım o zaman.
Kılıçdaroğlu çözmeye talip olmuştu...
Evet, “çözerim” dedi. Hemen test etmeye kalktılar. “Hadi çöz bakalım, nasıl çözeceksin!” Çözmesi istenmiyor. Bu örnek de çok net gösteriyor ki, siyaset sorun çözmüyor. Taaa 100 seneden beri varolan dört sorun alanı var. Türk-Kürt, Sünni- Alevi, dindar-dindar olmayan, sivil-asker. Buraları kaşıyarak, hiçbir şekilde sorun çözmeyerek, buralardan iktidar devşirmeye çalışıyorlar. İktidar oyununun araçları olarak kullanıyorlar. Böyle olunca da o temel problem, yani insanın ekmeği, insanın özgürleşmesi meselesi sürekli örtülüyor.
Kürt meselesine dönersek...
Kürt meselesi denen şey aslında Türk meselesi. Bunu söylüyorum ben. İki şeyden dolayı. Bunlardan bir tanesi, bunu oluşturan Türkiye’nin uluslaşma sürecidir. Modern Türk ulusu yaratma sürecidir. Türkçülük yapıldığı için Kürt meselesi çıktı. “Ben Türküm” diye bağırdığın zaman adam da çıktı “Ben Kürdüm” dedi. Erbakan meşhur Bingöl konuşmasında “Bu memlekette besmele vardı, siz geldiniz ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’ dediniz, Kürt çocuğu da ‘Ben de Kürdüm’ dedi” diyor...
Gerçekçi çözüm nerede?
Bu olayın iki tarafı var. Esas Kürt meselesidir, Kürt meselesi de kimlik meselesidir, dil meselesidir. Yani Kürtlerin Kürt kalarak eşit yurttaşlar olması meselesidir. Devlet bunu hiç kimseyi muhatap almadan yapacak. Temel olay bu. Çekilen acılar, şunlar bunlar, ama şöyle olmuştu, böyle olmuştu, özür dilemeler, ayrı şeyler bunlar. İkincisi, Kürt meselesinden ortaya çıkan PKK diye bir olgu var, siz Kürt meselesini hallettiğiniz zaman, PKK zaten açığa düşecek. Peki 30 seneden beri savaşmış, dağa çıkmış, biz nasıl diyorsak burada 6-7 bin şehit var, orada da 25 bin insan ölmüş. Dağda iki kuşak insan var, bunlara nasıl silah bıraktıralacak? Bu teknik bir konu. Bunun muhatabı vardır. Bu Öcalan da olabilir, dağdaki Karayılan da olabilir, BDP de olabilir, bölgede başka muhataplar da bulunabilir.
İktidar Kürt vatandaşların PKK’yı desteklediğini düşünmüyor.
Bu başını kuma sokmak. Böyle bir şey yok. PKK, Kürt halkı tarafından destekleniyor. Yaptığı hareketleri eleştiriyor olabilirler ama destekliyorlar. Aklın yolu birdir. Kürt bakıyor, bugün bunlar konuşuluyorsa bu mücadelenin sonucudur diyor. Burada bunu doğru yaptılar anlamında bir şey söylemiyorum ama destekliyorlar.

RADİKAL-GÜLDAL KIZILDEMİR

Etiketler :