Siyasete karışacaksan parti kur!

Siyasete karışacaksan parti kur!

Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler'den Gülen'e tepki.

AKP`nin kurucularından, partinin en yüksek karar organı Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesi ve Yeni Şafak gazetesi yazarı Ayşe Böhürler, T24 internet sitesinden Selin Ongun`un sorularana verdiği yanıtlar içinde çok çarpıcı bir çağrı yaptı.

Yeni Şafak yazarı Böhürler, CHP genel başkanı Baykal`ın istifası sırasında Gülen Cemaatinin bu işin içinde olmadığı mesajını vermesini ve Gülen Cemaatinden bazı isimlerin Baykal`a yönelik tanımlamalarındaki değişime ilginç bir yorum getirdi.


"Gülen hareketinin siyasi mesaj vermesi şaşırtıcı"
diyen Böhürler, Gülen hareketi giderek daha fazla siyasalaşıyor ya parti kursunlar ya da siyasi tavırlarını net bir şekilde ortaya koysunlar diyor.
 

İşte Selin Ongun`un röportajından çarpıcı başlıklar...

Gülen cemaatinin "Biz bu işin içinde değiliz" mesajıyla birlikte hükümete karşı bu kadar net bir karşı söyleme girmesi, AKP açısından şaşırtıcı mı?

Hepimiz açısından şaşırtıcı. Bu siyasi bir hareket mi, dini bir hareket mi yoksa toplumsal bir hareket mi; cemaate yönelik bu tartışmada şimdi bütün kodların birbirine girdiği bir düğüm noktası görüyoruz. "Hadi bakalım bunu çözün" gibi bir siyasi mesaj insanı düşündürüyor. Eğer bu dini bir hareketse, böyle bir konuda (kasetin içeriğini kastediyor) bir dini hareket liderinin destek vermesi düşünülemez. Bir dini hareketin lideri özel hayatın ihlali konusunda üzüntülerini bildirilebilir. Bunun bir uluslararası güç ya da parti içi muhalefetin elinde silah haline getirilmesine tepki gösterebilir. Ama gelen mesajlarda böyle bir tutumun yanı sıra direkt "Hükümet bu konuya açıklık getirmeli" gibi bir hava hâkimdi.

GÜLEN HAREKETİ KAFALARI KARIŞTIRDI

2002 yılından bu yana AKP iktidarı ve Gülen cemaati ilk kez bu kadar somut biçimde karşı karşıya geldi. Üstelik öncelikle CHP`nin akıbetini ilgilendiren bir konuda?

Ben de buna hayret ediyorum, çünkü olay çok somut. Dolayısıyla şu soru da gündeme geliyor; niye karşı karşıya gelindi ya da kasıtlı olarak karşı karşıya mı getirildi? Ben Gülen hareketini hep dini ve toplumsal hareket olarak gördüm ama bu meselede kafam karıştı. Olay, uluslararası bir güç çerçevesinde gelişmiş, Türkiye`deki liderlerin genel olarak tasfiyesine yönelik ise bu kez de "Uluslararası güçler tarafından manipüle edilen bir hareket mi?" sorusu gündeme geliyor. "Gülen hareketine sadece dini bir hareket olarak bakmak doğru mu?" Bu noktadaki sorularımız çoğaldı.

HER GEÇEN GÜN DAHA FAZLA SİYASALLAŞIYORLAR

Sorularınızın en başında ne var?

Birçoğu dostumuz, arkadaşımız; cemaatin içinde son derece temiz insanlar hepsi de. Dürüst bir yapılanma var. Bunda bir şüphemiz yok. Ama hareketin başta daha dogmatik bir yapısı vardı. Sınırlı kitaplar okutulur, belirlenmiş ilkeler ve disiplin her yere hâkim olurdu. Bu dogmatik yapı son yıllarda biraz daha açıldı, "çevre"ye doğru bir esneme yaşandı. Bununla birlikte de hareket daha siyasallaştı. Ancak çevrenin etkisi sınırlıdır. Hiçbir zaman cemaatin içindeki ilişkilere dışarıdan müdahale edemezsiniz. Hareketin gücü edep, terbiye ve gönül bağı ve sıkı bir hiyerarşi taşıyan ilişkilerde yatıyor.

SİYASİ PARTİ KURSUNLAR

"Ama o gönül bağı değişim mi geçiriyor, Türkiye`de bir siyasi aktör olarak mı rol oynamaya başlıyorlar?" sorusu artık herkesin düşündüğü bir şey. Eğer böyle ise bir siyasi parti kurmak, doğru ve şeffaf bir yoldur. Ya da en azından siyasi teamüllerini açıklamaları, ortaya koymaları gerekir. Gülen hareketinin Türkiye`nin demokratikleşme mücadelesinde pozitif katkıları olmuştur, olacaktır. Ama bunu "Desteğimizi veririz çekeriz" ya da "Biz desteklemezsek siz olmazsınız" gibi bir koz olarak kullanıyorlarsa, o zaman "Karşımızda ne var?" sorusu zihnimizde çoğalıyor. Ayrıca biliyorsunuz ki parti içinde cemaatten birçok isim var.

Ve onların sesini hiç duymadık; "Acaba Pensilvanya neden bu işe karıştı?" şaşkınlığını onlar da yaşamış mıdır?

Bilemiyorum, böyle bir konuşmaya tanık olmadım.
CHP bu olayla güçlenebilir de...’


AKP kulislerinde hangisi daha yaygın; “Bu CHP’nin 28 Şubat’ıdır”, “Baykal’ı devirmek isteyen CHP’lilerin işi”, “Uluslararası oyun kurucular Baykalsız ve Erdoğansız siyaset için düğmeye bastı”?

Bu kasetin Baykal’ı devirmek isteyen CHP’lilerin bir oyunu sonucu olabileceği iddiası daha baskın. “Uluslararası oyun kurucular Baykalsız ve Erdoğansız siyaset için düğmeye bastı” gibi derin bir strateji de “Biz kendimizi koruruz, bize bir şey olmaz, saklayacak bir şeyimiz yok” gibi bir hamasetle de değerlendirilmiyor. Ancak bazen bu tip oyunlar, böyle derin güç oyunlarından ziyade serseri mayın gibi, amatör bir profil de çizebiliyor. Bilemiyoruz, kimse şu an bilmiyor. “Bu CHP’nin 28 Şubat’ıdır” kısmına ise katılmıyorum. 28 Şubat sistemli bir tatbikattı; bir tarafın tamamen sindirildiği bir ambargoydu. Bu olay CHP ya da CHP taraftarlarına bir ambargo olamaz. Bence CHP bunun sonucunda tam tersi güçlenebilir de.


‘Emine Hanım, böyle bir durum karşısında kıyamet koparır’


Yine Ankara kulislerinden bir alıntı: “Olcay Hanım eşi ve torunlarıyla Anneler Günü`nü kutladı. Telefonlara baktı, Baykal’ın istifa mektubunu gözden geçirdi. Alışverişe çıktı. Çamaşır astı. Böyle bir durumda Emine Erdoğan bu portreyi çizmezdi. Hangisi modern cumhuriyet kadını?”

Tabii bu durumda Olcay Hanım sorgulanması yapılacak en son kişi. Herkesin konuşurken, kuliste, kafede, sokakta buna dikkat etmesi, özen göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Bunlar çok özel konular. Diğer yandan görünen o ki, özellikle toplumun erkek dili, Olcay Hanım’ın bu tavrını kutsuyor. Bunu herkes bilir ve söyler ki Emine Hanım, böyle bir durum karşısında kıyamet koparır. Hiç tanımadığı insanların tecrübe ettiği bir durum bile olsa tavrı aynıdır; aldatma konusunda tavrı son derece nettir. “İdare edin, erkekler maalesef hep böyledir” gibi bir yaklaşım gösterenlere de müthiş itiraz eder. O bu konuda da kendi kişiliğini kanıtlamış biri. Yeni bir şey değil bu. Başbakan, Belediye Başkanı iken de Emine Hanım böyleydi; eşine katılmadığı noktada “Hayır, benim fikrim bu” diyerek itiraz ettiğini, özgürce fikirlerini seslendiren bir kadın olduğunu onu tanıyanlar bilir ve hep söyler. Nuray Mert de yazmıştı; “Emine Erdoğan, kişilikli duruşu ile ‘Cumhuriyet kadını’ diye adlandırılmayı birçoklarından çok daha fazla hak ediyor” diye. Evet, öyledir. Ama tahmin ediyorum ki, Emine Hanım, böyle bir olayda kadınlar üzerinden yorum yapılmasını da onaylamaz.


‘Baykal özür dilemiyor, yavuz hırsız rolü oynuyor’


“Eşlerine ihanet edenleri biz hiçbir zaman bu toplumun içinde kalkıp da mağdur olarak göremeyiz.” Başbakan bu sözleriyle Baykal ve Baytok ailesini, çocuklarını mağdur etmiyor mu; Emine Hanım’ın çizdiği bu portre eşliğinde, Başbakan’ın bu “çizgi”sini eleştireceğini düşünmek gerçekçi olmalı, o halde?

Bu çizgi de kadınları koruyan ve ihanete karşı bir tutumu yansıtıyor elbette. Özel hayatın sınırları bu konuda yorum yapmamızı engeller elbette. Ancak “liderlik yapacağım, koltuğumu bırakmayacağım, her şeyi uzaktan da olsa kumanda edeceğim” derken de olayın kendisini yok saymak, bu konuda siyasi bir rant elde etmeye çalışmak da doğru bir tutum değil. Ve Baykal üslubu ile özür dilemiyor, üste çıkmaya çalışıyor, yavuz hırsız rolü oynuyor.


Başbakan, Baykal’ın siyasi rant çıkarma girişimine cevap veriyor’


Başbakan’ın yasadışı yollarla elde edilmiş görüntülerin içeriğini işaret ederek konuyu farklı bir boyuta taşıması, hükümetin bu olayı aydınlatma yolundaki samimiyetini örselemiyor mu?

İşaret etmeye gerek yok. Zaten görüntülerin ne olduğu biliniyor. Baykal toplumsal değerleri hiçe sayarak siyaset yapamaz. Amacı olayı aydınlatmaksa herhalde söylemi böyle olmamalı. Hükümetin bu olayı aydınlatma yolundaki samimiyetinde bir örselenme görmüyorum. Sadece Baykal`ın bu olaydan siyasi rant çıkarma girişimine cevap veriliyor.


‘Seküler ya da Müslüman ortak payda: Erkekler aldatmaya kılıf uyduruyor’


Deniz Baykal AKP’li olsaydı, bu kez ‘ikinci eş’ denecekti, olay bir aldatmadır.” Bu cümlenin eşliğinde Meclis’teki hâkim zihniyetin fotoğrafını çekecek olsanız, hangi sıralara bakardınız?

Anayasa görüşmeleri esnasında, kadın-erkek eşitliği, pozitivif ayrımcılık yasası geçerken Meclis’teki atışmalar ilginçti.. CHP kulislerinden AK Parti taraflarına, “Kaç tane eşiniz olduğunu biliyoruz, hani nerede sizin eşitlik yasanız?” diye bağırıyorlarmış. AK Partililer de CHP tarafına, “Siz de metreslerinizden haber verin” diyormuş. Geçen gün okudum, Nijerya’da bir bakan oldukça küçük yaşta bir kızla birlikte olmaya başlamış. Sanırım daha öncede böyle bir vakası varmış, basın olaya tepki gösterince bakan, “İslam’ın verdiği hakkı benden almazsınız” demiş (Gülüyor). Seküler ya da Müslüman ortak payda bu herhalde, erkekler aldatmaya, zaaflarına her zaman bir kılıf uyduruyor. Ne yazık ki mağdur edilen de kadın oluyor.


`Beni en çok Baykal`a ağlayan kadınlar şaşırttı`


Çiğdem Anad sormuştu; “Baykal kadın olsaydı, benzer görüntüler ortaya dökülseydi, kadın lidere Baykal’a verilen desteğin bir dirhemi verilir miydi?”

Çiğdem Anad’ın sorusu çok haklıydı. Zaten beni bu meselede en çok kadınlar şaşırttı. Baykal’ın basın toplantısında ağlayanların arasında kadınlar olduğunu ve üstelik hıçkırdıklarını gördüğümde sahiden kendimi tuhaf hissettim. Yine sokak röportajlarında benzer kareler vardı. Baykal’ın geri dönmesi için açlık grevi yapanların arasında kadın var mıydı; emin değilim. Kimse özel hayat söz konusu olduğunda bir başkasının ahlak zabıtalığına soyunmamalı. Ben bu misyonu ne kendimde görürüm, ne de böyle bir yaklaşımı onaylarım. Ancak Deniz Baykal’ın etrafında böyle bir destek haresi varken, Olcay Hanım ve Nesrin Hanım savunulmadı, sahiplenilmedi. Oysa burada mağdur edilmiş iki kadın ve onları mağdur eden bir erkek var.


‘Nesrin Baytok CHP Genel Başkanı olsaydı linç edilirdi’


Nesrin Baytok CHP Genel Başkanı olsaydı, basın toplantısındaki “Yapmayın, istifa etmeyin” sesleri ve ağlayan partililerin hıçkırıkları neye dönüşürdü sizce?

Bir kere toplum Nesrin Hanım’ı linç ederdi herhalde. Partide ise ne “istifa etmeyin sayın başkan” diyenler olurdu, ne de ağlayanlar. Bugün yine Nesrin Hanım’ın içinde bulunduğu zor durumu yok sayan, görmezden gelen erkek egemen dili, CHP’li kadınların da içselleştirmiş olmasına gerçekten üzüldüm.


‘Bu olaydan sonra eşi ya da kızı siyasete giren erkeğin zihninde soru işaretleri olacak’


Şu yersiz bir değerlendirme mi; “Nesrin Baytok’u kendisi gibi milletvekili olan hemcinsleri, AKP’li ya da BDP’li kadınlar da görmezden geliyor?”


Sonuçta olay bir özel hayat olayıdır. Böyle özel bir konuda AK Partili ya da BDP’li bir kadının ya da erkeğin topa girmesinin bir manası yok bence. Zaten yasal olmayan yollarla elde edilip yayımlanan bu görüntüler nedeniyle insanların, ailelerinin hayatı alt üst. Bence bu konuyu böyle genişletmeye gerek yok. Diğer yandan şu var; Deniz Baykal’ın birlikte olduğu kadın bir milletvekili olmasaydı durum farklı olurdu, daha normal karşılanabilirdi. Ancak Nesrin Hanım’ın siyasetin içinden bir isim olması nedeniyle de bu durum Türk siyasi tarihine bir vaka olarak kazınacak. Bundan sonra siyasete adım atacak kadınlar için negatif bir izdüşüm olacak. Mesela bu zihniyetin medyadaki yansıması, “Genel yayın yönetmeninin yatağından geçen ..” şeklindedir. Çok kaba ve vahşi bir dil. Ama maalesef böyle bir önyargı var, buna kimse “Hayır yok” diyemez herhalde. Şimdi bu tip soru işaretleri, eşi siyasete giren bir erkeğin ya da kızı siyasete atılan bir babanın zihninde de olacak. Çünkü toplum bu olayı böyle yorumlayacak.


‘Erkek egemen çifte standartta CHP de, AK Parti de, BDP de aynı’


İşte tam burada güncel bir soru var; Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi’nden yapılan açıklamadan öğrendik ki, Abdullah Gül Deniz Baykaltelefonla arayarak, ``olup bitenlerden duyduğu üzüntüyü`` belirtti. Yine bir milletvekili olan Baytok’un bu tip üst-düzey destek telefonları aldığını neden duymadık?

Toplumsal değerlere aykırı olan bir şey varsa burada iki kişi var. Ama erkek egemen bakışla durum hep bellidir; kadının yaptığına bak! Ne yazık ki böyle çifte standart bir durum var; bunda da CHP de, AK Parti de, BDP de aynı. Mesela Baykal’a destek mesajları beni çok rahatsız ediyor. Olayın iki yönü var; gerçek veya değil bir aldatma ve insanların özel hayatlarını ihlal eden ve üstelik gizlice elde edilen bir görüntünün çok çirkin biçimde yayınlanması. Karşı çıktığımız işin bu kısmı. İlk kısmına ilişkin yorumumuzu ayrıştırmalıyız.

Başbakan, Deniz Baykal’ın istifasından sonraki konuşmasında Baykal’ın bu görüntüleri “yalanlayamamasına” üzüldüğünü tekrar ederek vurguladı. Bu bakışla, Başbakan da Baykal’ın yatak odasına girmedi mi?

Biliyorsunuz bu görüntülerin duyulmasıyla birlikte hükümet görüntülerin yayınlanmaması için önlem aldı. Bizzat şahidim; Başbakan bu konuda büyük bir özen gösterdi. Hükümet görüntülerle ilgili olarak anında harekete geçti. Bu tutuma rağmen Baykal’ın “Hükümet suçludur” demesi çok çirkin. Başbakan’ın reaksiyonunda bu etkili olmuş olabilir zannediyorum.


‘Baykal’ın hükümete teşekkür etmesine gerek yoktu, Pensilvanya kadar hakkaniyetli davranabilirdi’


Baykal’ın hükümete teşekkür edeceğini mi düşünüyordunuz?

Hayır, ayrıca teşekkür etmesine de hiç gerek yok. Ama daha hakkaniyetli davranabilirdi, Pensilvanya kadar en azından. Benim sorunlu bulduğum Baykal’ın hükümete dair tutumu değil, kullandığı dil, söylem, üslup. Son derece megaloman bir şekilde, mağdur ettiği her iki kadını da önemsemeyen, sadece kendine odaklanan bir ifade takındı. Elbette özür dileyecekse çıkıp bizden özür dilemeyecek, eşinden ya da Nesrin Hanım’dan dileyecek. Bu da sadece onları ilgilendirir. Bir siyasi liderin siyaseti böyle noktalaması çok üzücü. Ama dünyanın her yerinde, böyle bir durum yaşayan lider istifa eder. Bu noktada “Kendine yakışanı yaptı, onuruyla gitti” gibi söylemlere anlam veremiyorum. Diğer yandan “Vay ahlaksız istifa edeceksin tabii” gibi tutumlar yine çok yanlış. Kaldı ki bunun Baykal’a özgü tekil bir vaka olmadığını biliyoruz. Ama Baykal’ın konuşması esnasında sergilediği “Ben yine de haklıyım”cı söylemi de çok iticiydi.


‘Başkasına ahlaksız diyerek daha ahlaklı olmayız’


Şimdi burada alıntılar yaparak soralım: “Baykal’ın mahrem günahları üzerine söz söyleme hakkı bulanların elinde, nikâh cüzdanı göremiyordum.” Bu ifade Akif Beki’ye ait. “İki ahlaksızlıktan bir kahraman çıkmaz” sözü ise AKP Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ’ın. “Günah”, “ahlaksızlık” bu tip söylemleri de itici buluyor musunuz?

İşin bu kısmına bu cepheden bir değerlendirme getirmek zaten mağdur olan kişileri üzmekten, yormaktan başka bir sonuç vermez. Kaldı ki bir başkasına “ahlaksız” diyerek daha ahlaklı olmayız. Ahlak ya da günah gibi argümanlarla değil, illaki bir tanımlama yapılacaksa “toplumsal değerler” üzerinden bir tanımlama yapmak daha yapıcı olur

Etiketler :