Takiyye kültürü yaşam tarzına dönüşürse

Takiyye kültürü yaşam tarzına dönüşürse

Türkiye’de dindar insanlar katı laiklik uygulamaları yüzünden devletin hassas gördüğü kurumlarda görev alamıyorlar.

İnandım dedikten sonra ibadetini yapamamak, manevi duygularını doyasıya yaşayamamak, inandığını söyleyememek, eşinin tesettürünü saklamak veya tesettürü ihlal etmek ne kadar acı.

Bir müslümanın kendi kültüründe ezilmesi, kendi benliğine, yaratılışına aykırı davranmak zorunda kalması ne kadar acı.

İnancını saklamak, sorulduğunda yutkunmak, baloya partiye davet edildiğnde benim inançlarıma aykırı diyememk....

ne kadar acı.

Rabbime şükürler olsun ki yapılan pek çok tazyikat ve baskı karşısında geri adım atmadan inandığım yolda devam edebildim.

Benim tavrımı sergileyebilen arkadaşlarımla karşılığını TSK'dan disiplinsizlik damgası yiyerek Re'sen emeklilikle aldık.

Bu gün tarafıma gelen çok manidar bir maili paylaşmak istiyorum. Yorumunu siz değerli HABERNAME okurlarına ve bağlılarını takiyyeye zorlayan ilim adamlarına bırakıyorum.

Ahmet TÜRKAN - HABERNAME

Takiyye Karaktere Dönüşürse

14 asırdır usûlde, tefsirde, hadisde, kelâmda, fıkıhda ilim semamızda yıldızlar eksik olmamıştır. İçten yanan, ateşleriyle de etraflarını aydınlatan birer rehber olarak...

Bunlardan bir kısmı da birden fazla ilim disiplininde otoriter olabilme kifayetini göstermiş müstesna şahsiyetlerdir.

Pakistan’da İslâm Hukuku alanında otoriter kabul edilen merhum Şeyh Abdullah Kâkâhîl de, bugünün ihtisaslaşma çağında emsâline pek rastlamadığımız o kalitede bir yıldızdı. Mastır ve doktora öğrencilerine tefsir, hadis, usûl ve kelâm dersleri okuturdu. Okuttuğu her derste derin ilmi ve ince anlayışıyla öğrencilerini hayran bırakırdı.

Şer’i mahkemeler onun görüşüne müracaat eder, onun yorumunu delil olarak sunarlardı. Dönemin Pakistan Cumhurbaşkanı bu ülkede çok özel yeri olan “İslâm’a Hizmet Ödülü”nü ona vermek istediğinde, nazikçe reddetmiş, bunu riya olmasın diye de çevresiyle paylaşmamıştı. Reddetmişti, çünkü ona rızay-ı ilâhî yetiyordu.
Ödülü reddedişini, görev yaptığı Uluslararası İslâm Üniversitesi’nin ölümü münasebetiyle düzenlediyi programda, kendisine ödül teklifini götüren heyet başkanından öğrenmiştik. Vakurdu, sessizdi, sâkindi ama hep derinden akardı.

Şeyh Kâkâhîl’in Türkiyeli öğrencileri oldu. O bahtiyarlığa ermek bize de nasip oldu. Mastır yaparken bizi kırmadı, tez danışmanlığımızı üstlenme âlicenaplığını gösterdi. Aramızda oluşan muhabbet bağı beni sık sık evine çekerdi. Her ziyaretimde mutlaka yeni birçok şey öğrenerek dönerdim.
Kimi hocadan sadece ilim öğrenirsiniz. Kimi hocadan daha çok kişilik kazanırsınız. Çok nadir hocalardan da hem ilim hem de kişilik alırsınız. Merhum son sınıfa giren mümtaz bir şahsiyetti.
Bir ziyaretimde, gündem Türkiye’den açılmıştı. Kendisine bir soru yöneltecektim. Ama önce bir girizgâh yapmalıydım. Velhâsıl ona özetle şunları söylemiştim:
Efendim, Türkiye’de dindar insanlar katı laiklik uygulamaları yüzünden devletin hassas gördüğü kurumlarda görev alamıyorlar. Namaz kılmak, tesettürlü eşe sahip olmak gibi Müslüman olmanın gereği ameller, Kırmızı Kitap’da bir suç unsuru kabul edildiğinden, buralarda dindarların barınma imkânı pek yok.

Dindarlar, devletin hassas saydığı bu tür kurumlarda, Anayasa hükmüne rağmen, ayrımcılığa tabi tutulmakta, bazen de yıllarca emek verip çalıştıkları bu kurumlardan yüz kızartıcı bir suç işlemişler gibi atılmaktalar. Bu durum da, bu kurumların belli ideolojik çevrelerin hakimiyeti altına girmesinin önünü açmaktadır.
Bazı kanaat önderlerinin bunun önüne geçmek üzere takiyye fıkhının imkânlarına sığınarak bu tür kurumlarda çalışan dindarlara gerekirse namaz kılmadan, evlenmeden, evlenmek icap ederse dine saygılı başı açık hanımlarla evlenerek dindarlıklarını gizlemeleri gerektiğini telkin ettiklerini duyduğumu söylemiş, sonra da sormuştum:
“İslâm, bu şartlarda ve bu niyetle takiyye yapmaya izin verir mi?” Cevap vermekten kaçındı önce. Israrım üzerine, “Hayır, vermez” demişti. Sonra da meâlen şu izahı yapmıştı:
Takiyye, büyük bir belâyı defetmek üzere ânlık ya da kısa süreliğine cevaz verilmiş bir ruhsattır. Bunun şartları ve sınırları da fıkıh kitaplarında çizilmiştir. Takiyyenin amacı sürekli olması gereken İslâmî yaşantıyı ânlık ya da kısa süreli gizlenmeyle korumaktır. Ama eğer takiyye, kalıcı olması gereken İslâmî yaşam tarzını korumayı sağlayamıyor, aksine kendisi bir yaşam tarzına dönüşüyorsa, caiz olmaz.
Çünkü, takiyye kültürünü yaşam tarzına dönüştürmüş insanlar sinik olur, şahsiyet bunalımına düşer. Takiyye zaman süreci içerisinde bunlarda bir karektere evrilir.
Namaz kılmayan kişi namaz kılmamaya alışır ve iç dünyasında namaz kılmamayı normalleştirir. Takiyye niyetiyle başörtüsünü çıkaran hanım ilk etapta manevî acılar yaşasa da, zor şartlara adapte yeteneği yüksek olan her insan gibi bu hâle de alışır, zamanla başörtüsüz bir hayatı içselleştirir, demişti.

Ağustos, 1999 yılında ilim semâmızdan kayan üstadımızın o korkusunu bugün çok daha iyi anlıyorum...

Hiçbir sebep yokken söz ve davranışlarına sürekli otosansür uygulayan; selam vermeyen, cümlelerinde Allah ismini kasıtlı olarak anmayan, inançlı bilinmekten korkan, ötekine aramızda bir fark yok mesajı göndermek için çırpınan ve en tehlikelisi de aidiyet krizi yaşayan günümüz muhafazakârı, biraz da bu takiyye kültürünün içselleştirilmesinin sonucu değil midir!


Serdar DEMİREL

Etiketler :