Tarık Bin Ziyad

Tarık Bin Ziyad

ALLAH'IN ÜLKESİKaraya çıkar çıkmazBütün gemileri yaktı Tarık.Askerleri:"Çılgınlık senin bu yaptığınNasıl geri döneriz şimdi?Yaktın bütün gemileriÇaresiz bıraktın bizi!" dediler.Gülümsedi, kılıcını kavradı Tarık:"Ne demekmiş geri dönmek,Yeryüzüdür bizim ül

EMEVİLERİN EN BÜYÜK KOMUTANI, ENDÜLÜS FATİHİ

Yaklaşık 90 yıl hüküm süren Emeviler'in adı bugün de bilinen iki büyük komutanı vardır. Bunlardan biri zulümleri ve katliamlarıyla ünlü Haccac bin Yusuf; diğeri ve daha tanınmış olanı ise Endülüs fatihi Tarık bin Ziyad'dır.

Velid b. Abdülmelik'in iktidara geldiği dönemde (705 – 715), Kuzey Afrika'da Hassan b. Numan valilik yapmaktaydı ve durum Müslümanlar lehine gelişmekteydi. Velid, 708'de eski valiyi azlederek yerine Mısır valisi Abdülaziz b. Mervan'ın azatlısı Musa b. Numayr'ı getirdi. Güney Araplarından Lahm kabilesine mensup olan Musa'nın babası da zamanında Muaviye'ye yakın kimselerdendi.

Etkin ve disiplinli bir askerî lider olan Musa b. Nusayr, eski vali Hassan'dan devraldığı birliklerle fazlı kayıp vermeden Tanca'ya kadar ilerledi. Burası, Berberi kabilelerinin merkeziydi. Tanca'nın doğusunda kalan bölgelerde yaşayanlar, büyük ölçüde Müslüman olmuşlardı. Tanca'nın fethi, İslâm'a yönelişi hızlandırıp pekiştirdi. Yeni vali, ordusunda öncü birliklerin komutanı olarak görev yapan, zekâsı ve cesaretiyle asker içinde sivrilen Tarık b. Ziyad'ı Tanca'ya vali olarak atadı. Tarık da azat edilmiş bir köleydi.

Kuzey Afrika sahil şeridinde Müslümanlara direnen merkez olarak bir tek müstahkem Septe şehri kalmıştı. Bu şehir, Bizans'a bağlı bir vali olan Julien tarafından idare edilmekteydi. Bu sıralarda, İspanya kralı Rodrik, bir ziyaret esnasında, vali Julien'in kızına tecavüz etmiş ve bir husumete yol açmıştı. Septe valisi Julien, Rodrik'ten intikam alabilmek için Musa b. Nusayr'ı, İspanya'ya saldırması konusunda sürekli kışkırtmaktaydı.

Musa b. Nusayr, İspanya'ya girmesi için kendisini ikna etmeye çalışan Julien'in görüşlerine önce ihtiyatla yaklaştı. Bizans valisinin kendilerini kandırmasından ve büyük bir tehlikenin kucağına atmasından korkuyordu. Bu durumu, Velid b. Abdülmelik'e yazarak, onun direktifleriyle hareket etmeye karar verdi. Velid, tedbirli olunması ve acele edilmemesi gerektiğini bildiren cevabi bir mektup gönderdi.

Kuzey Afrika valisi Musa b. Nusayr, bir süre sonra, İspanya'nın coğrafî, askerî ve siyasî konumu hakkında bilgi edinebilmek ve anlatılanları test etmek amacıyla 500 kişilik bir askerî keşif birliği hazırladı. Bu birlik, Julien'e ait gemilerle İspanya'ya geçti. 709 yılının sonlarında İspanya'nın güney kesimlerinde yapılan keşiflerde Gotlar'ın savunma imkânlarından yoksun oldukları kanaati oluştu. Kaynaklarda, bu keşif birliğinin, bölgede küçük çaplı çarpışmalara da girdiği ve ganimet dahi elde ettiği de aktarılmaktadır. Bu durum, Musa b. Nusayr'ı İspanya'nın fethi konusunda yüreklendirmiş oldu.

711 yılında hazırlıklar tamamlanarak, Afrika'nın seçkin askerlerinden oluşan 7 bin kişilik bir ordu hazırlandı. Musa b. Nusayr, bu ordunun başına, Tanca valisi olarak görev yapan azatlısı Tarık b. Ziyad'ı getirdi.

"DÜN BİR KÖLEYDİN, BUGÜN MUZAFFER BİR KUMANDANSIN!"

Gemilerle yola çıkan bu nicelik açısından küçük fakat askerî kabiliyeti büyük ordu, boğazı geçerek karşı kıyıda tutunmayı başardı. Tarık çok dikkatli hareket etmekte ve askerlerini uyanık ve zinde tutmaktaydı. Temkinli hareket ederek kıyı şeridinde ilerlemeye başlamışlardı.

Müslümanların İspanya'ya geçtiklerini ve kendi topraklarında ilerlediklerini öğrenen kral Rodrik, alelacele büyük bir ordu topladı. Bazı tarihî kaynaklarda bu ordunun 70 bin ya da 90 bin askerden oluştuğu iddia edilmektedir.

İki ordu, Bekke vadisi denen yere doğru ilerlemeye başladılar. Düşmanın sayıca çok üstün olduğunu fark eden Tarık, bu ordunun karşısında tutunabilmek için vali Musa b. Nusayr'dan yardım istemişti. Tarık'tan daha çok endişelendiği, heyecanlandığı ve aynı zamanda istekli olduğu anlaşılan vali hemen 5 bin kişilik bir takviye birliği daha yola çıkarmıştı.

Birçok kaynakta, Tarık'ın kendilerini taşıyan gemileri yaktırdığı ve bazılarını da geri gönderdiği aktarılmaktadır. Askerler arasında korku ve isteksizliğin boy verdiğini fark eden Tarık, onlara güzel ve etkili bir konuşma yapmıştır. Düşman ordusuna herkesten önce daldığı ve büyük bir cesaretle savaştığı, ordusunu yüreklendirmek için de sürekli çaba gösterdiği ve onlara seslendiği bildirilmektedir. Gemileri yaktıktan sonra yaptığı konuşmada geçen şu cümle meşhur ve anlamlıdır:

"İşte ey mücahidler! Arkanızda düşman gibi bir deniz, önünüzde deniz gibi bir düşman!"

711 Temmuz'unda iki ordu savaşa tutuştu. Çok çetin geçen savaşın 8 ya da 10 gün sürdüğü rivayet edilmektedir. Sonuçta, Tarık b. Ziyad'ın küçük ordusu, Rodrik'in ordusunu hezimete uğrattı. Kralın öldürülmesinin, İspanya ordusunun dağılıp bozguna uğramasında etkili olduğu söylenebilir.

Bu büyük zafer, Kuzey Afrika'da ve diğer bölgelerde büyük bir sevinç ve coşkuyla karşılandı. Tarık b. Ziyad'ın adı ve başarısı, övgü ve dualarla karşılanmaktaydı. Musa b. Nusayr, İspanya'nın tamamen fethedilmesi amacıyla hazırlıklara başladı ve Tarık'a haber göndererek kendisini beklemesini emretti.

Tarık, bu emre riayet etmedi. Dağılan İspanyol ordusunun toparlanmasını önlemek amacıyla takibata karar verdi. Ordusunu üçe bölerek ilerlemeye başladı. Hem bozguna uğrayan İspanyol birlikleri kovalandı hem de kendini savunacak durumda olmayan yerleşim birimleri ele geçirildi. Böylece, Kurtuba'ya kadar uzanan şehirler birer birer fethedildi. Oldukça kısa sayılabilecek bir zaman diliminde, büyük bir başarıyla gerçekleşen bu ilerleyiş, 350 yıllık Got krallığının merkezi olan Tuleytula şehrinin de kuşatılıp alınmasıyla büyük bir aşama kaydetmiş oldu. Bu fetihlerde, eski yöneticilerden bezmiş olan halkın direnmedeki isteksizliğinin ve dinsel bir zorbalıkla kuşatılan Yahudilerin dolaylı yardımlarının da etkili olduğu muhakkaktır.

İbretlik bir biyografiye ve gıpta edilecek bir başarı öyküsüne sahip olan Tarık'ın bu göz kamaştırıcı yürüyüş esnasında kendisine ve yanındakilere şöyle seslendiği rivayet edilmektedir:

 "Ey Tarık! Dün Berberi bir köleydin, bugün muzaffer bir kumandansın. Yarınsa toprağa gireceksin. Sonra da Allah'a hesap vereceksin!"

712 yılı Ramazanında, yaklaşık 20 bin kişilik bir orduyla İspanya'ya geçen vali Musa b. Nusayr da bu arada İspanya'nın batı bölgesinde fetihlere başlamıştı. Vali, bu orduyla Sevilla'yı ele geçirdikten sonra bugünkü Portekiz topraklarında akınlarda bulundu. Gotların ileri gelenlerinin oturduğu Merida şehrini kuşattı. Kuşatma uzun sürünce, Afrika'da yerine bıraktığı oğlu Abdülaziz'den takviye birlikler isteyen Musa b. Nusayr, şehri ele geçirmeye en sonunda muvaffak oldu. Bir taraftan bu gelişmelerden haberdar olmaya çalışan Tarık ise, Tuleytula'da valiyi beklemekteydi.

Bazı kaynaklarda, Tuleytula'ya gelen Musa b. Nusayr'ın, Tarık'ı başarılarından ötürü kutlaması beklenirken, sözünü dinlemediği gerekçesiyle kötü muamelede bulunduğu hatta bir ara hapsettirdiği aktarılmaktadır. Valinin, Tarık'ın başarılarını ve herkesi etkileyen şöhretini kıskandığı için böyle davrandığını dile getiren müellifler de bulunmaktadır.

İspanya'yı Müslümanların egemenliğine açan bu iki kumandan arasındaki gerginlik ve çekişme gerçekten vuku bulmuş ve Şam'a da ulaşmış olmalı ki Velid, onları bir mektupla uyarmak durumunda kalmıştır. Ancak bu ikazdan sonra birlikte İber yarımadasının kuzeyine yönelmiş ve Saragosa'yı fethetmişlerdir. İslam ordusu burada ikiye ayrılarak Fransa'nın güneyine doğru ilerlemiştir. Narbonne şehrine ulaştıklarında, Velid'in fazla ileri gitmemelerini bildiren emri kendilerine ulaşmış ve bu iki ordu Preneler'in güneyine çekilmiştir. Bazı müellifler, Musa ve Tarık'ın niyetinin, Fransa'nın güneyini ele geçirip doğuya doğru ilerleyerek, birçok teşebbüse rağmen fethedilemeyen İstanbul'u ele geçirmek olduğunu iddia etmektedirler. Bu girişimden haberdar edilen Velid, böyle bir maceranın tehlikeli olabileceğini düşünerek fetihlerin durdurulmasını ve Şam'a gelmelerini emretmiştir. Musa b. Nusayr, rivayetlere göre, oğlu Abdülaziz'i Afrika ve İspanya valisi tayin ederek Tarık'la birlikte Şam'a hareket etmiştir.

Onlar yola çıktıklarında Velid b. Abdülmelik hastalanarak ölmüştür (715). Yeni hükümdar Süleyman b. Abdülmelik, Tarık ile Musa b. Nusayr'ın ifadelerini almış ve onlara kızmıştır. İç çekişmelerden başlarını kaldıramayan ve kendi saltanatlarını her şeyin üstünde gören Emevi yöneticilerinin fetih olgusunu anlamlandıramadıkları ve bu büyük komutanları hırpalayıp üzdükleri anlaşılmaktadır. Nitekim ikisi de göz hapsinde tutulmuş ve başka bir yere gitmelerine izin verilmemiştir. Yaşlı vali, kısa bir süre sonra hacca gitme hazırlıkları yaparken vefat etmiştir.

Tarık bin Ziyad'ın sonu da daha az hüzünlü değildir. O da Şam dışına çıkamamış, kendisine hiçbir görev verilmemiş ve kim bilir belki de "Sen devletin donanmasını, gemilerini nasıl yakarsın be adam?" suçlamaları altında ezilmiştir. Şam'da düşkün bir hayat sürmeye mahkûm edilen bu büyük fatih, son yıllarını sefalet ve ilgisizlik içinde geçirmiş ve 720'de Şam'da hayata gözlerini kapamıştır. Nerede öldüğü, mezarının nerede olduğu hakkında bile sağlıklı hiçbir bilgi yoktur. Askerleriyle geçip gemileri yaktığı boğaza onun adını verenler, yöneticilerden daha vefalı çıkmışlardır.

ENDÜLÜS FATİHİNE AĞIT

Endülüs'ün, Müslümanlar eliyle biçimlenen ve kimi dönemlerde birçok alanda büyük bir atılım, canlılık ve güzellik yumakları da içeren yaklaşık 8 asırlık macerasını büyük bir cesaret ve özgüvenle başlatan adamın bu hazin sonu, insanın içini sızlatmaktadır gerçekten.

Emeviler'in ya da İslam dünyasının çok gördüğü bu itibarı tarih kısmen de olsa iade etmiş ve onu günümüze kadar getirmiştir kuşkusuz. Hiç değilse onun adıyla anılan yer ve neredeyse bütün dünya dillerine yerleşen "gemileri yakmak" deyimi bunun mütevazı kanıtlarıdır.

Tarık'ın gemileri yakması, sadece başarılı ve on an için gerekli bir askerî taktik olarak görülmemelidir elbette. Bir özgüvenin, kuşatıcı bir dünya görüşünün yansıması olarak değerlendirilmelidir bu tutum. Ucuz bir çılgınlık değildir Tarık'ın bu tavrı. Ne yaptığını bilmeyen bir köle eskisinin hırsına hamledilemeyecek kadar anlamlıdır. Onun bir neferi olarak temsil ettiği bu evrensel nitelikli dünya görüşü, merkezî bir coğrafyaya saplanarak değil; dünyanın her yerini tarazlayan bir ufuk coğrafyasına sahip olarak açımlanmıştır. Muhammed İkbal'in, yazının başında alıntıladığımız şiiri, bu mesajı doğru kavrayan bir anlam eğrisine işaret etmektedir.

 "Gemileri yakmak"la verilen mesaj, "Kaçacak, sığınacak yerimiz yok!" demek değildir sadece; "Geniş ve uzak görüşlü olun, burayı bir müstemleke olarak görmeyin!" mesajını da içeren kurucu bir etkinlik, bilinçli bir eylemdir aynı zamanda. Kölelikten fatihliğe, yerleşik bir inanç ve kültür evreni kurmaya yönelik bir yükseliş, işlevsel bir sıçrayıştır.

Bu ruha, bu zindeliğe bugün de ihtiyaç vardır. Tarık'ın çehresi ve çabası, Müslümanların günümüzdeki anlam haritasında da önemli bir yükselti olarak görülmeli ve yeniden okunup yorumlanmalıdır.

Tarık'ın ve onun rüyasına sahip çıkanların torunları şimdi Fransa'da, Avrupa'da yaşıyorlar. Sayıları hiç de az değil. Fakat onların çoğu, varoşlarda itilip kakılıyor. En ağır işlerde çalışmak zorunda bırakılıyor. Horlanıp küçümseniyor. İnançlarıyla, beklentileriyle, giyim kuşamlarıyla alay ediliyor. Kendilerini inkâra zorlanıyor çoğu. Sefalet ve nefret içinde yutkunup duruyor binlerce aile, milyonlarca insan.

Şimdilik, gemi yerine ara sıra zenginlerin, kendilerini aşağılayan insanların arabalarını yakarak gösteriyorlar öfkelerini!

ALİ DEĞİRMENCİ