Yapay Zeka, Küresel Yönetişim ve Doğal Ailenin Geleceği:

Yapay Zeka, Küresel Yönetişim ve Doğal Ailenin Geleceği:

AI manegment Şirket Sahibi araştırmacı İbrahim Uyar Yapay Zekanın geleceği noktada azınlıkları bekleyen tehlikelere işaret ediyor.

Yapay Zeka, Küresel Yönetişim ve Doğal Ailenin Geleceği:

Müslüman Dünyası ve Müslüman Azınlıkların Bakış Açısından Bir Değerlendirme

İBRAHİM UYAR

Günümüz, hızlı teknolojik dönüşümün, özellikle de yapay zekanın (AI) yükselişinin insan, aile, toplum ve din gibi temel kavramları derinden yeniden şekillendirdiği tarihi bir eşik noktasıdır. Bu değişim, kimlik ve nesiller arası aktarımda derin çatlaklar yaratmaktadır ve bu fenomen Müslüman dünyası ve diasporası içinde açıkça görülmektedir. AI, sadece teknik bir araç olmaktan öteye geçerek küresel norm üretimi için bir araç ve yeni bir epistemik otorite biçimi haline gelmektedir. Bu süreç yeni değildir, ancak televizyonun evlere girmesiyle başlayan ve internet ve sosyal medya ile hızlanan bir dönüşümün en son ve en yoğun aşamasıdır. Bu teknolojiler, aile otoritesini ve nesiller arası paylaşılan deneyimleri giderek aşındırmıştır. Artık kritik soru, yapay zeka ile ilgilenip ilgilenmemek değil, hangi değerler ve kurumsal çerçeveler altında benimsenip benimsenmeyeceğidir.

Bu dönüşümün temel bir sonucu, nesiller arası ciddi bir kopukluktur. Ebeveynler ve çocuklar arasındaki uçurum, zevk farklılıklarından, gerçeğin kavramında temel bir ayrışmaya kadar genişlemiştir. Eski nesiller, büyükler, dini otoriteler ve yoğun topluluk ağları aracılığıyla biriken bilgiden bilgi edinirdi. Buna karşılık, genç nesiller bilgilerini giderek daha fazla ekranlardan, algoritmik olarak düzenlenmiş içeriklerden ve yapay zeka sistemlerinden elde etmektedir. Bu durum, hem epistemik hem de ahlaki otoriteyi aileden ve yerel topluluktan sessizce anonim dijital kaynaklara kaydırmaktadır. Bu dinamik, “dijital yetimler” fenomenini ortaya çıkarmaktadır: ebeveynlerinin fiziksel olarak yanlarında olmalarına rağmen, ebeveynlerinin dikkati ekranlara odaklandığı için duygusal ihmalden muzdarip çocuklar. Ortaya çıkan otorite boşluğu, düzenlenmemiş algoritmalarla doldurulmakta, bu da nesiller arası diyaloğu zayıflatmakta ve ortak sembolik evreni aşındırmaktadır.

Bu dinamikler, çağdaş küresel normatif çerçevenin temel mimarı olan Birleşmiş Milletler (BM) sistemi ve onun sürdürülebilirlik söylemi içinde ortaya çıkmaktadır. Yoksulluğun azaltılması ve eğitim gibi çekici hedefler etrafında inşa edilmiş olsa da, bu söylem aynı zamanda demografik mühendisliği teşvik eden bir biyopolitik rejim işlevi de görebilir. “Sürdürülebilir dünya” retoriği, genellikle “daha az insan, daha az çocuk ve daha zayıf aile yapıları” üzerine kurulu hayali bir senaryo olarak yorumlanır ve Türkiye'nin düşen doğurganlık oranının da gösterdiği gibi, yüksek doğurganlıklı, aile merkezli toplumlar için demografik bir tehdit oluşturur.

En tartışmalı alanlardan biri, BM'nin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi 5, “Cinsiyet Eşitliği”dir. Görünüşte erkekler ve kadınlar arasındaki adaletle ilgili olsa da, pratikte “cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim” ve LGBT odaklı politika çerçeveleri etrafındaki tartışmalarla iç içe geçmiştir. Bu, odak noktasını aile içinde kadınların onurunu ve haklarını korumaktan, aile kurumunu zayıflatabilecek, evliliği ve ebeveynliği marjinalleştirebilecek ve aile kurmayı bireysel kariyer yoluna göre önceliklendirebilecek bir söyleme kaydırmaktadır.

Bu küresel gündem, güçlü ekonomik mekanizmalarla pekiştirilmektedir. Kurumsal sürdürülebilirlik endeksleri ve ESG (Çevresel, Sosyal, Yönetişim) kriterleri, uluslararası finans ve krediyi, özellikle cinsiyet politikaları konusunda küresel normlara uyan kuruluşlara daha uygun koşullarda yönlendirmek için kullanılmaktadır. Bu, piyasa aktörlerini bir ikilemle karşı karşıya bırakan bir tür yapısal zorlama yaratmaktadır: ya rekabet avantajı için küresel ideolojik gündeme uymak ya da ilkel değerleri savunmak için ticari dezavantajı kabul etmek. Bu sistem, aileyi ilkel (fitrî) bir kurum olarak değil, bireysel tercihlerin esnek bir yapılandırması olarak kavramsallaştıran “küresel zihin” dünya görüşünü işlevselleştirir. Geleneksel bağlardan “kurtulmuş”, ancak daha kırılgan ve manipülasyona açık hale getirilmiş, bağlarından kopuk, tüketime dayalı bir insan modelini teşvik eder.

AI teknolojileri, bu küresel tasarımın en güçlü araçları haline gelmeye hazırlanıyor. AI sistemleri tarafsız değildir; eğitim verilerinde ve optimizasyon hedeflerinde yer alan dünya görüşlerini ve değer hiyerarşilerini yeniden üretirler. Müslüman bir genç, evlilik, cinsiyet rolleri veya dini yükümlülükler konusunda rehberlik aradığında, AI tabanlı sistemler, yaratıcılarının seküler, bireyci çerçevesini yansıtan cevaplar verme eğilimindedir. Bu durum, AI'yı fiilen bir “dijital müftü” veya “algoritmik şeyh” konumuna getirir; eleştirel bir incelemeye tabi tutulmadan kabul edilen, ancak geleneksel İslami bilgi (ilm) ve sorumluluk (takva) sentezinden yoksun bir otorite. AI, İslam'ın yayılması (da'wa) için fırsatlar sunarken, aileye verebileceği potansiyel zararlar da önemlidir. Aile içi iletişimi bozar, geleneksel ebeveyn rollerini (özellikle baba otoritesini) aşındırır, aile hayatını verilere dönüştürerek metalaştırır ve gerçek bağlılığın yerine sanal ilişkileri normalleştirir. Dahası, cinsiyetsizliği teşvik eden ideolojileri yayar ve çocukları dijital bağımlılığa ve manevi esarete maruz bırakarak İslam'ın bütünsel manevi antropolojisiyle çelişen bir yüzeyselliği besler.

Küresel yönetişim söylemlerinin etkisi ve bunların amplifikatörü olarak AI'nın rolü gibi bu ikili zorluğa yanıt olarak, çok katmanlı, yapıcı bir strateji gereklidir. Somut bir öneri, “Sürdürülebilir Ailenin Korunması”nın 18. BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi olarak dahil edilmesidir. Bu, mevcut ESG teşvik sistemini stratejik olarak kullanarak, şirketlerin aileyi güçlendiren faaliyetlerde bulunarak sürdürülebilirlik puanları kazanmalarını ve düşük maliyetli finansmana erişmelerini sağlayacaktır. Bu bağlamda doğal aile, erkek ve kadının birbirini tamamladığı, çocukların yetiştirildiği, savunmasızların korunduğu ve nesiller arası dayanışmanın sürdürüldüğü temel bir sosyal birim olarak tanımlanmalıdır.

Bu gündemi ilerletmek için yeni küresel kurumlara ihtiyaç vardır. Aileyi koruyan uluslararası politikalar geliştirmek ve teknoloji şirketleri için “aile dostu etik standartlar” belirlemek üzere, muhtemelen merkezi İstanbul'da olacak bir “Dünya Aile Ajansı” kurulabilir. Daha üst düzeyde, küresel aile politikası için kılavuz standartlar oluşturmak, aileleri güçlendiren devletleri teşvik etmek ve değerlendirme için bir “Aile Güç Endeksi” oluşturmak üzere bir “Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Aile Konseyi” (UN-SFC) kurulabilir. Bu platformlar, ailelerin kolektif hakları, nesiller arası adalet ve manevi ve ahlaki gelişmeyi de içeren bir sürdürülebilirlik kavramı üzerine odaklanan alternatif bir normatif ufuk ortaya koymalıdır.

Son olarak, sorumluluk aile içinde de bulunmaktadır. Ebeveynler, çocuklarını karmaşık dijital dünyada yönlendirmek için dijital okuryazarlık kazanmalıdır; cehalet artık geçerli bir seçenek değildir. Müslüman dünya bu nedenle, kendi teolojik ve felsefi derinliğine dayanan yerli yapay zeka mimarileri ve kurumsal çerçeveler geliştirerek, eleştirel ama yapıcı bir katılım çağrısı almaktadır. Amaç, yapay zekayı insanı parçalayan bir araçtan, kişiyi, aileyi ve toplumu canlandıran bir araca dönüştürmektir.

22005fa0-8399-4331-ab47-1854a3484a5b.jpeg

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.