Askerlik Yapmadı Ancak enfes Askerlik Hatıraları var

Sosyal medyadaki paylaşımlarıyla dikkat çeken Recai Nurcan bu kez tek solukta okuyacağınız yapmadığı askerlik hatıralarını yazdı.

"ÖP BENİ ALNIMDAN, SEN ÖP SECCADEM!" (nfk)
...
Peygamber Ocağı= Askerlik!
...
O kadar yazılar yazdım ve hiç birinde bir tane askerlik anısı yok!
Keşke pek demem ama; benim keşkelerim içinde işte bu vardır her daim; keşke bende askerlik yapaydım! Beni de alaydılar askere.
...
Kurul raporu sonucunda, sağ ayağımdaki kısalık sebebiyle devlet beni askerliğe elverişli bulmamıştı o zamanlar. (Gerçi yine de üç aya yakın koşturmuşlardı hastane hastane... Neyse)
...
E bizi de dinleyen olmadı ki. "Yav kıyısından köşesinden tutardım ne olacak! Patates soyarım, yazı işlerinde otururum, o kadar boş değilim" diyemedim ki! "Bizimde bi bildiğimiz var bu vatan için..." kime diyeceksin? Sırada bin kişi var!
...
Yine de küçük bi anı anlatayım, müsaadenizle
Sene 1992'ler filan...
Devlet beni askere çağırdı ve sordu;
"Bi rahatsızlığın var mı?"
"Sağ ayağımda çocukluktan kalma kısalık var" dedim.
"Tamam" dedi. Daha sonra da elime elli tane evrak verdi ve benim askerlik(!) böylece başlamış oldu.
...
Mesudiye Askerlik Şubesi, Halıcıoğlu Askerlik Şubesi, Kasımpaşa Deniz Hastanesi, Gültepe Polis Karakolu... Tam dört-beş ay, bu dörtlü kurum arasında tenis topu gibi gittim-geldim! Ve nihayetinde bi rapor çıktı ki evlerden ırak. Tek kelimeyle; başa belâ!
...
O zamanlar şimdiki gibi randevu alma, nizam-intizam yok! Kör bi sıra var. Öyle uzun ki kuyruk, sabah salepçilerden önce yola çıkan kişiler zaten iki sokağı kaplamış! Bu hengâmede koşturuyorum, düşünün? Hele bir yanlış odaya girin var ya; yandınız! Kuyruk gitti anasını satiim! İşin yoksa tekrar kuyruğa gir, ya da bugün git yarın gel.
...
Neyse, en sonunda -büyük uğraş- "Kurula Girmeye" hak kazandım(!) Ya öyle işte... Adam bana "Çarşamba sabah 10:00'da kurula gireceksin" dedi ya, ben sanki tezkere almış gibi havalara uçtum. (Öyleydi o zamanlar... Odalar kilit, odalar kalabalık! Yani Necip Fazıl'ın dediği gibi "Çatık kaş hükümet dedikleri zat!" Etkiliyi/yetkiliyi bulsan bile, kimseye bir şey soramıyorsun, sorulmuyor! Kime ne soracaksın, kim ne cevap verecek sana? Bi memura bi soru soracaksın, "10 Tane tükenmez kalem getir, bi tomar fotokopi kağıdı al" diyor. o o zamanlar hiç önemli değil, seve seve getiriyorsun, hatta hazırlıklı gelenlerde var, ama; aması bu işte. Bununla kalsan ya? Nerdee! Yarım ağız bi cevap tüm sorulara!
...
Kuyruk, kafası sıfır traşlı, birbirine soru sorup duran, cahil cühela gençlerle dolu! Çık işin içinden çıkabilirsen. (Yani o hengâme de, ana giriş kapısının yerini hatırlayabilirsen, en büyük kazanç! Gerisini hesaplayın işte.)
...
Öbür haftayı iple çektim.
Çünkü kurula girip, ya herru - ya merru kurtulacaktım bu işten. (Abarttığımı düşüneceksiniz fakat; walla en ufak abartmamaya gayret ediyorum...) İple çektiğim o çarşamba geldi ve ben, o gün, o kurula giremedim! Hani o sabahın sekizinde gelip "binbirayak bi kapta" Kasımpaşa Deniz Hastanesi'ndeki o kurula!
...
Niye? Adım yazılı değilmiş. Ve ben bunu öğlen saat 12:00 de öğrendiğimi de ayrıca not düşeyim! Görevli bana "Öbür hafta gel" demiş meğerse!
...
Ama macera bu değil! Öbür haftada geldi. Elimde bin evrak, sıra bekliyorum. Nihayet içeri alındım. (Bu da iyi!) Oda kalabalık. Halka bir masa var büyük odanın orta yerinde. Rütbeli rütbeli adamlar, doktorlar. Yaklaşık on-on bir kişi. Ortamda çıt yok! (Kafadan suçluymuşum hissi gelip yapıştı birden, ortada bir şey yok!...)
...
Başlarında biri var! Derken sessizlik bozuldu. Ağır komutan(!) bana bakıp "Aç bakalım şu sol bacağını?" dedi. Bende hemen eğildim ve bacağımı sıyırmaya başladım. (İçimden de "Allah Allah... Sol bacağımı niye açtırıyorlar ki? Problem, sağ bacakta, sol bacağın bir şeyi yok!" Ama emir emir, bir şey diyemedim.)
...
Sol bacağın paçalarını yukarı doğru iyice çektikten sonra doğruldum ve bana soru soran rütbeliye doğru baktım. Bana bakıp "Neyin var, sağlam görünüyorsun?" dedi. "Efendim" dedim "Sol bacakta bir şey yok. Benim sağ bacak kısa. Çocuk felcinden kalma bir şey." (Ben bu durum karşısında ciddi bir şaşkınlık bekliyorken, o hiç istifini bozmadı ve dosyaların içinden aldığı bacak filmini, yukarı doğru kaldırıp, tepesindeki florasana tuttu. Daha sonra bana bakıp "İyi de bu filmde 'L' harfi var, sağ bacak için 'R' yazması lazım. Senin hangi bacağına film çektiler? dedi. Bende "Sağ bacağım" dedim. "Bu olmaz" dedi. "Sen tekrar film çektir. O çeken kişide dikkat etsin, yanlışlık yapmasın. ona söyle 'L' yerine 'R' harfi koysun." Cim çatlatamadım bu durum karşısında. Kapıda "Hazırol"da bekleyen asker, kolumdan tuttuğu gibi dışarı çıkarıp, neredeyse "eşikten içeri düşecek" diğer genci içeri aldı!
...
Namıssız Röntgenci(!) meğer benim sağ ayağımı filme çekip, ayağımın yanına -belli olsun diye konulan demir harflerden- 'L' harfini koymuş sehven! Bir ayda bu durumu düzeltmeye uğraştık, gidip-gelip.
...
Nihayetinde "Çürük Raporu" verdiler elime.
Ve böylelikle benim "Patates soyma işi" yattı!
Bitti mi, bitmedi. Hem walla hem Billa :)
...
Mesudiye'deki bilgisiz Astsubay yüzünden, üç-beş kez daha da Gültepe Karakolu'na gittim geldim ayrıca.
...
Halıcıoğlu Askerlik Şubesi, çürük raporu'nun orjinalini değil de onaylı fotokopisini Mesudiye'ye yolladığından, asker kaçağı diye karakola çağrılıp durdum, bi-kaç sefer. En nihayetinde Halıcıoğlu'ndaki görevli bi bayan memur "Kardeşim, ben Mesudiye'yi arayacağım ancak; burası askeriye. Telefon parasını sen cebinden ödeyeceksin" dedi. "Tamam Abla neyse, kurtar beni de" dedim.
...
Kadın önümdeki telefondan Mesudiye'yi aradı.
O astsubayı buldu.
Ve telefonda ona "Yahu kardeşim, orjinal rapor bir sene sonra Mesudiye'ye gelecek! Biz onaylı fotokopisini yolluyoruz ya? Yazı yollayıp durma İstanbul'a. Çocuğu rahat bırak! Devamlı karakoldan çağırıp duruyorlarmış. Biraz kanun nizam öğrenin..." diyerek, iyi bi fırça attı ve kapattı telefonu! Ne diyem? Allah razı olsun. Devlet o gün bugündür, askerlik için beni tekrar aramadı.
...
Askerlik kutsal meslek!
Peygamber mesleği, padişah mesleği...
Umarım şimdi durumlar çok daha iyidir.
İletişim almış yürümüş, kuyruklar, randevu sistemi, internet "On Numara!"
...
Hee, kafa hâlâ bi çok yerde aynı kalmış olabilir.
Ne yapalım?
O da bizde -yani biz Türkler'de- hâlâ sırıtmayan bi kusur!
...
Rabbim tüm işlerimizi hayırlı, bereketli ve -özellikle- devlete işimiz düştüğünde tereyağından kıl çeker gibi kolay kıla.
...
Kalın sağlıcakla
Recai Nurcan 03 Mart 2022 Perşembe

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yaşam Haberleri