Çocuklara mahremiyet eğitimi nasıl verilmeli?

Çocuklarda mahremiyet eğitimi, çocuklara yönelik şiddet ve taciz vakaları hakkında yapılan konferans raporundan çarpıcı sonuçlar çıktı.

Ali Murat DUMAN'ın haberi

Türk Kızılayı Bayrampaşa Şubesi  tarafından, Bayrampaşa İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün katkıları ile  Bayrampaşa Belediyesi Kültür Salonu’nda, anne ve babalara yönelik olarak “Çocuklarda  Mahremiyet Eğitimi ve Cinsel Tacizler” konulu konferans yapılmıştır. Konferans,  Uzman Pedagog Sn. Adem Güneş tarafından verilmiştir.

Depremler, seller, yangınlar birer milli felaket olarak ülkemizde bir tehdit unsuru olarak sürekli güncelliğini korumaktadır. Milli felaket tanımlamasını genişletmek ve irdelemek gerekirse, toplumda sosyal açıdan yıkım oluşturan tüm konuların bu kavramın içine girdiğini görmekteyiz. Türkiye’de  aile içinde çocuklara mahremiyet eğitiminin verilememesi ve daha sonrasında medyaya da yansıyan üzücü olayların ortaya çıkması, çocukların, çocuklar veya büyükler tarafından tacize uğraması, önceden tahmin edilebilecek ve hatta önlenebilecek bir “AFET” hükmündedir.

Türk Kızılayı Bayrampaşa Şubesi olarak, Uzman Pedagog Sayın Adem Güneş ile beraber bu afetin önlenebilmesi ve toplumun bilinçlendirilmesine katkıda bulunmak amacı ile  planladığımız bir dizi projenin ilk adımını bu konferansla atmış ve başlatmış bulunmaktayız.  Bu konferansta ortaya çıkan tespitlerle beraber,  yaptığımız araştırmalar neticesinde elde ettiğimiz bilgileri bir rapor olarak aşağıda sunuyoruz:

DÜNYADA ÇOCUKLARA AİT BAZI İSTATİSTİKİ VERİLER

UNICEF verilerine göre Dünya genelinde 1 milyardan fazla çocuk yoksulluk koşullarında yaşamaktadır.  640 milyon çocuk yeterli barınma olanaklarından yoksundur.  20 milyon çocuğun hiç evi yoktur ve 7 milyon çocuk mülteci olarak yaşamaktadır.  500 milyon çocuk temel sağlık hizmetlerinden yoksundur.  400 milyon çocuğun temiz içme suyuna erişimi yoktur.  300 milyon çocuk televizyon,  radyo ya da gazetelere erişemeden bilgi sahibi olmaya çalışmaktadır.  Resmi kayıtlara göre dünya üzerinde resmi olarak 300 milyon,  gayri resmi olarak ise daha fazla çocuk,  işçi olarak çalıştırılmaktadır.  Binlerce çocuk savaşlarda katledilmektedir.  Yapılan araştırmalara göre dünya üzerinde 18 yaşının altında  1 milyona yakın çocuk silâh altında ve yılda 300 binden fazla çocuk ise başta Afrika kıtası olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde asker olarak savaş cephelerinde hayatını kaybetmektedirler.  Bir o kadar çocuk ise köle tacirleri tarafından işçilik ya da fuhuş için alınıp satılmaktadırlar.  Türkiye’nin de dahil olduğu yüzlerce ülkede çocuk pornografisi ve çocuk tacizleri oranında ciddi artışlar yaşanmaktadır.

TÜRKİYE’DE ÇOCUKLARA AİT BAZI İSTATİSTİKİ VERİLER

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 6-18 yaş grubu içinde  çalışan çocuk sayısı 1 milyonun üzerindedir.  Çalışan çocukların yüzde 62’sini erkekler,  yüzde 38’ini ise kızlar oluşturmaktadır.  Kayıtlı çalışan çocukların yüzde 58’i tarımda,  yüzde 22’si sanayide,  yüzde 10’u ticarette ve yüzde 10’u ise hizmet sektöründe yer almaktadır.  Tarım sektöründe işçi kullanımı en fazla Güneydoğu Anadolu bölgesinde uygulanmaktadır.  Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine göre Güneydoğu’da 12-14 yaş arasında çalışan yaklaşık 90 bin çocuğun 80 bini tarım sektöründe bulunmaktadır.  Çalışan çocuk sayısının en yüksek olduğu il ise Şanlı Urfadır.

Bu rakamların,  Türkiye’deki kayıtlı çocuk işgücünü gösteren bir veri olduğu ve kayıt altına alınmayan çocuk işçilerin sayısını da düşündüğümüzde karşımıza devasa bir kitle çıkmaktadır.  Trafik ışıklarında minik elleriyle camları silen,  sanayi tesislerinde eli yüzü yağ içinde koşturan ya da ellerinde kağıt mendiller ve tartılarla dolaşan çocukların sayısı belirlenebilmiş değildir.  Sokaktaki çocukların sayısının net olarak belirlenemediği ülkemizde konuyla ilgili en sorunlu iller İstanbul ve Diyarbakır’dır.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesindeki Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı Prof.  Dr.  Şevki Sözen tarafından hazırlanan bir rapora (2007) göre son bir yıl içinde yapılan 230 başvuru arasında,  “oynarken düştü”,  ya da “zehirlendi” diye getirilen 51 çocuğun,  aslında cinsel ve fiziksel istismara uğradığı ortaya çıkmıştır.  Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nca hazırlanan İşkence Atlası kitabında yer alan bilgiye göre de Türkiye’de 12 Eylül 1980 tarihinden bu yana 1 milyon kişinin işkence mağduru olduğu belirlenmiştir. bu rakamın yüzde 10’unu çocuklar oluşturmaktadır.  Yani Türkiye’de son 30 yıla yakın bir zaman diliminde 100 bin çocuğun işkenceye maruz kaldığı saptanmıştır.

NEDİR BU TACİZ? ÇOCUKLARDAKİ BOYUTLARI NEDİR?

Uzmanlara göre taciz,  geride şahit bırakmayan,  mağduru bile suçu gizlemeye yönlendiren tek suçtur.  Bundan dolayı çocukların yaşadıklarını anlatması çok zor olmaktadır.  Kelimeler yetersiz kalınca içinde bulundukları durumu beden diliyle anlatmaya başlamaktadırlar.  Çocuğun davranış değişikliklerini fark eden ebeveynin ‘şüphe’ duymasının taciz vakalarının tespiti için gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır.  Elbette paranoyakça yapılmadığı sürece. . .  

Çocuklar genelde büyüklerin sözünü dinlemek üzere yetiştirilmektedir.  Hoyratça sevilerek şiddetle karışık dokunuşlar yapılırsa,  şehvetle şefkati karıştırabilmektedirler.  Sevgiden mi yoksa istismar için mi dokunulduğunu ayırt edememektedirler.  Yaşları 9’u geçtikten sonra vücutlarına yapılanların farkına varmaktadırlar.  Bu da ciddi davranış değişikliklerine sebep olmaktadır.  Yaşanmış örnek bir olay bu gerçeği şöyle açıklamaktadır:

Koray 10 yaşındadır.  Annesiyle,  arkadaşlarıyla muhabbet etmeyi seven bir çocuktur.  Bir zaman sonra annesiyle konuşmaz.  Arkadaşlarından kaçar.  Sürekli odasına kapanır.  Hatta çok sevdiği çocukluk arkadaşından  bile özenle uzak durur.  Anne tedirgin olur oğlunun davranışlarından.  Baba ise bu değişimi ergenlik dönemine bağlar.  Anne yaşadıklarını bir arkadaşıyla paylaşır.  “Tacize uğramış çocuklar böyle birden değişiyormuş. ” sözlerini duyunca soluğu okulda alır.  Korayı’yi en iyi tanıyan beden eğitimi öğretmeniyle konuşur.  Onun,  “Okulda herhangi bir sorun yok.  Ergenlik dönemine giriyor.  Canınızı sıkmayın. ” sözleriyle içi rahatlar.

Kısa bir süre sonra Koray’ın okuldan gelip üstünü çıkarırken içinde iç çamaşırının bulunmadığını görür.  Oğlunu sıkıştırır,  “Çamaşırın nerede?” diye.  Fakat doğru bir cevap alamaz.  Yaşadıklarını bir pedagoga anlatır.  Uzmana göre eldeki veriler tacizi gösteriyordur.  Koray’la tanışmak istediğini söyler.  Çocuk ikna edilir.  Terapilerin birinde düğüm çözülür.  “Beden eğitimi öğretmenim beni çok seviyordu.  Bana zaman ayırıyor,  aletli jimnastikte çalıştırıyordu.  O gün okuldan erken çıkmıştık.  Yanına gittim.  Birlikte koştuk,  tenis oynadık.  Vaktin ilerlediğini görünce gitmek istedim.  Çok terlemişsin,  duş almadan gitme dedi bana.  Duşa girdikten sonra yanıma geldi.  Artık ondan çok korkuyorum.  Eğer bu olayı başka birine anlatırsam,  anlattığım kişiyi öldürür.  O çok güçlü biri.”

TACİZ UZAKTA DEĞİL,  YAKINDA!


Tacizler genelde çok yabancı bir insan tarafından çocuklar kandırılarak yapılır diye yaygın bir kanaat vardır. Oysa böyle vakalar olmakla beraber tacizlerin bir çoğu çocuğun genellikle yakın çevresinden kaynaklanmaktadır. Madem tacizi uzakta değil yakında aramak gerekmektedir,  o zaman tüm akraba,  komşular,  arkadaşlar töhmet altında kalmaktadır.  
Olumlu ya da olumsuz olarak yaşadığı her ayrıntıyı hafızasına kazıyan miniklerin böylesi bir istismarı unutabileceğini düşünenler varsa yanılmaktadırlar.  Pedagoglara göre zamana yayılmış başarılı bir terapiyle yaşananların yıkıcı tesiri azaltılıp,  davranış bozukluklarının önüne geçilip ve kişinin bu gerçekle nasıl yüzleşeceği öğretilmektedir. Taciz bütün hayat akışını değiştirmektedir.  Bu değişiklik kız ve erkekte farklı bir seyirde gerçekleşmektedir.  Erkeklerin en büyük problemi kimlik krizi olmaktadır.  Yaşadığı tacizin yol açtığı iç çatışma,  birçok erkek çocuğunu cinsiyet değiştirmeye kadar götürebilmektedir.  Kızlar bir ömür boyu namus konusundaki farklılığını düşünüp aşamadığı zaafları var zannetmektedirler.  Taciz yaşamış bir çocuk (hatta ailesi) mutlaka terapi sürecine girmelidir.  Çünkü tacizin yıkıcılığı hiçbir suç ile kıyaslanamayacak derecede büyük olmaktadır.

TACİZDEN KORUNMAK İÇİN TEMEL DAVRANIŞ REFLEKSLERİ NEDİR?


Taciz ve tecavüzü bazı çocuklar depremde göçük altında kalmak,  çok sevdiği bir yakınını kaybetmek gibi de algılayabilmektedir zihninde.  Ama ileride cinsel hayatlarında birtakım sorunlar çıkmaktadır.  Ya cinselliği hiç yaşamamayı ya da aşırıya kaçmayı tercih etmektedirler.  Araştırmalar,  hayat kadınlarının çoğunun küçükken tacize uğradıklarını göstermektedirler.  Evlenenler de eşlerine dokunmak istememekte,  cinsel münasebetten uzak durmaktadır.  Bu da aile içi başka problemlere yol açmaktadır.  Çocuklarına karşı ya çok korumacı ya da umursamaz olmaktadır.  Taciz mağdurlarının bu süreçte duyguları da körelmektedir.  Acıma,  üzülme,  mutluluk hissetmemektedirler.  

Taciz içeren anormal davranışlar karşısında bedenin bir refleks hâlinde kendini koruması’ şeklinde tanımlanan ‘temel davranış refleksi’,  çocukların taciz konusundaki eğitimi açısından çok önemlidir.  4-7 yaş aralığında kazandırılacak davranışlar sayesinde çocuklar kendilerini mütecavizlerden koruyabilmektedirler.

Çocukların öncelikle ‘bedenim bana aittir’ bilincini kazanması gerekmektedir.  Doğduğu günden itibaren elden ele dolaşan,  öpülüp sevilen bebekler ilerleyen yıllarda artık kendi bedeninin farkına varmalı,  çevresindeki yetişkinlerden ayrı bir birey olduğunu anlamalıdır.  Kendi farklılığının bilincine varamamış çocuklar tacize karşı koyamamaktadırlar.  Küçük ayrıntılar gibi gözükse de bu refleksi kazandırmak çok zor değildir.  Mesela anneler altını ıslatmış çocuğun birden öfkeyle pantolonunu indirmek yerine ondan izin alarak bu işlemi gerçekleştirebilir.  Aynı muamele kıyafetlerini çıkarıp giydirirken de yapılabilir.  O an annesinin davranışını anlayamayan çocuk,  ileride biri onun kıyafetlerini çıkarmayı,  pantolonunu indirmeyi denediğinde itiraz edecek,  ağlayacak,  bağırarak kaçacaktır.  Çünkü onda ‘bedenim bana aittir’ bilinci gelişmiş olacaktır.

Kız ve erkek kardeşler aynı yatakta,  odada yatırılmamalıdır.  Yer sıkıntısı varsa perdeyle oda ikiye ayrılmalıdır.  Çocuğu her önüne gelen değil,  belli kişiler tuvalete götürmelidir.  Bu esnada kapı kesinlikle kapalı olmalı,  kimse içeri alınmamalıdır.  Ebeveynler çıplaklığa çok dikkat etmelidir Eşler birbirine cinsel içerikli şakalar yapmamalıdır.  Evlatlarını dudaklarından asla öpmemelidir.  Aksi takdirde çocuklar,  dudaklarından öpüldüğünde,  çıplak bedenine dokunulduğunda yaşadıklarını normal karşılayıp,  tacize uğradığının farkına varamamaktadır.  

Başkaları çocuğunuzun vücudunu,  iç çamaşırlarını görememelidir.  Ulu orta üstünü değiştirmemeniz gerekmektedir.  Banyo yaparken genital bölgesini oğlunuza-kızınıza göstererek,  ‘Burası senin özel bölgen.  Sadece senin yıkaman gerekiyor.’ denmelidir.  Bunların yanında 3 yaşından sonra çocukların yanında ebeveyn soyunmamalıdır.  Çıplak banyo yapmamalıdır,  cinsellik yaşamamalıdır.  Odasına girerken muhakkak kapı çalınıp çocuktan izin istenmelidir. ”

TACİZ YAPAN,  ÇOĞUNLUKLA TACİZE UĞRAMIŞ KİŞİDİR!

Tacizin bir başka üzücü yanı taciz eden kişinin genellikle taciz mağduru olmasıdır.  Burada görev ailelere düşmektedir.  Çünkü tacize uğramış çocuğa ailesi inanmadıysa o da ileride taciz yaparak egolarını kurtarmaya,  kendi ruh bütünlüğünü korumaya çalışmakta,  ancak taciz ettiğinde kendini güçlü hissetmektedir. Aslında tacizci çoğu zaman cinsel bir haz almak için taciz etmez. Kendi ezilmişliğini, kendi çökmüşlüğünü, kendi şiddete uğramışlığını bir başkasını taciz ederek tatmin etmektedir.

TÜRKİYE’DE  ÇOCUKLARA YÖNELİK TACİZLERDE ÖZELLEŞMİŞ SOMUT BİR KURUM YOKTUR

Ancak, Devlet Bakanlığı’na bağlı olan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, elindeki imkanlar ölçüsünde ve elden geldiğince bu konularda kısmen hizmet üretmeye çalışmaktadır.  

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu‘na (SHÇEK) bağlı kuruluşlar:

Çocuk Hizmetleri Kuruluşları Gençlik Hizmetleri Kuruluşları

Çocuk Yuvaları (0-6 Yaş)
Çocuk Yuvaları (7-12 Yaş)
Çocuk Yuvaları (0-12 Yaş)
Çocuk Yuvalarına Bağlı Çocuk Evleri (0-12)
Çocuk Yuvalarına Bağlı Sevgi Evleri (0-12)
Yetiştirme Yurtları (13-18)
Yetiştirme Yurtlarına Bağlı Çocuk Evleri (13-18)
Yetiştirme Yurtlarına Bağlı Sevgi Evleri (13-18)

Süreli /Kısa Süreli Çocuk/Gençlik Rehabilitasyon Kuruluşları
Aile, Kadın ve Toplum Hizmetleri Kuruluşları


Çocuk ve Gençlik Merkezleri
Çocuk ve Gençlik Merkezlerine Bağlı
Gözlemevleri
Koruma Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri
Bakım ve Sosyal Rehabilitasyon Merkezleri
Aile Danışma Merkezleri
Toplum Merkezleri
Kadın Konukevleri

Yaşlı Hizmetleri Kuruluşları Özürlü Hizmetleri Kuruluşları

Huzurevleri
Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri
Yaşlı Dayanışma Merkezleri
Özürlü Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri
Aile Danışma ve Rehabilitasyon Merkezleri’dir.

AYRICA, ALO 183 AİLE,  KADIN,  ÇOCUK VE ÖZÜRLÜ SOSYAL HİZMET DANIŞMA HATTI

İstismara uğrayan veya uğrama riski taşıyan ve desteğe gereksinimi olan kadınlara ve çocuklara yönelik psikolojik,  hukuki ve ekonomik alanda danışmanlık ve rehberlik hizmetleri sunmak ve yararlanabilecekleri Sosyal Hizmet Kuruluşları konusunda bilgilendirerek gereksinim duydukları hizmet türüne en kısa zamanda ulaşmalarını sağlamak amacının gerçekleştirilmesi,  kadın ve çocuğa yönelik istismarın önlenmesi,  kadınların toplumda statülerinin yükseltilmesi,  çocukların yüksek yararının gözetilmesi hedefine ulaşılabilmesi için ücretsiz hizmet veren bir hattır.
Çalışma şekli: Çağrı yapan herkes dinlenilerek,  ihtiyaç duyduğu hizmet türü tespit edilmekte,  Kurumumuz hizmetleriyle ilgili danışmanlık ve rehberlik hizmetleri sunulmakta,  mevcut veri kayıtları,  internet vb.  taranarak kurum dışında hizmet alabileceği birimlerin iletişim bilgileri verilmektedir.  7 gün 24 saat esasına göre ikişer kişilik 4 vardiya ekibi ile 81 ilden yapılan telefon çağrılarına cevap verilmektedir.  Bu çağrılar içerisinde acil müdahaleyi gerektiren vakalar da bulunmaktadır.  Bu vakalarda ilgili,  o ildeki Emniyet,  Jandarma ve İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğünde görevli Acil Müdahale Ekip Sorumlusu ile irtibata geçilmektedir.
Ancak çocuklarda taciz olayı daha özel ve uzmanlaşmış bir kurumun ilgi ve katkısını beklemektedir. Günümüzde her türlü faaliyetle ilgili resmi ve özel kuruluşlar kurulmuş iken dünyanın başına bela olan ve gereken tedbirler alınmadığı takdirde ülkemizi deprem gibi yıkacak olan bu bela için ciddi kararlar alınması vakti gelmiştir.
Uzman Pedagog Adem Güneşin kendi kaleminden  aşağıdaki tespitlerini tüm yetkili ve vatandaşların dikkatle  değerlendirmeleri gerekmektedir:
Osmanlı Devleti’nin bir kum torbasının boşaldığı gibi bütün değerlerinin santim santim tarumar olduğu günlerde,  yerlere saçılan altın tozlarından biri de göz kamaştırıcı bir tarihi geçmişi bulunan “pedagoji” bilimi idi.
Osmanlı’nın yıkılışı ile birlikte yüzyıllardır büyük bir özenle oluşturulan,  en hasas ellerde damıtılarak berraklaştırılan “muhteşem insan” yetiştirme sanatı da göz göre göre yok olup gidiyordu,  bir daha geri dönmemek üzere…
Ve bir zamanların Alparslanları,  Fatih’leri,  Yavuz’ları,  Yunus’ları yetiştiren Taptuk Emre’ler bir hikâye kahramanı gibi çizgi hikâyeciklere dönüşmekte geç kalmamıştı.

Hâlbuki Anadolu toprakları göz kamaştırıcı güzellikte insanlar yetiştiren bir merkezdi… Bu merkez daireye kim girerse girsin,  hangi dinden olursa olsun,  hangi etnik köken olduğu da fark etmez,  insan olmanın zirvesinde kimliğe bürünüyordu… Anadolu toprakları üzerindeki pedagojik yaklaşım öyle bir iksir sunuyordu ki üzerinde yaşayan kişilere,  en kaba saba insan bile o iksiri içtiğinde,  İstanbul Beyefendisi,  İstanbul Hanımefendisi kimliği ile anılmaya başlıyordu…
Binlerce metrekarelik bu coğrafyada,  hiçbir çocuk annesini dövmüyor,  hiçbir öğrenci hocasını öldürmüyor,  hiçbir abla erkek kardeşini öldürdükten sonra sandığa saklamıyor ve hiçbir erkek en yakınındaki kızı testere ile kesmiyordu…
Anadolu toprakları üzerinde doğal bir yaşam vardı… Anne babalar çocukları ile öylesine doğal iletişim içinde yaşıyorlardı ki,  ne kimse anne baba olduğu için kendinde “azamet” ve güç var diye düşünüyor,  ne de çocuklar böylesi saygın bir ortamda anormal davranışlar sergiliyorlardı… Anne babalar,  çocuklarına evlerindeki aziz bir misafir gibi davranıyor,  çok defa çocuklarının başında dua ederken,  “Acaba,  tarihin o büyük ismi bizim evde mi misafir” diyerek çocuklarına saygıda kusur etmiyorlardı…
Çocuk yetiştirmek Anadolu’da bu günkü gibi tek annelerin üzerine atılmamıştı.  Çocuğun yetişmesinden herkes sorumlu idi,  ama bu sorumluluk çocukların yanlış yaptıklarında kulakları yukarı doğru çekilerek ve zavallılaştırılarak değil,  çocuklara hedefler vererek onları geleceğe hazırlamaklar şeklinde oluyordu.  Çocuk bazen bir komşunun yanında,  bazen bir yolcunun yanında,  bazen bir mürebbinin yanında hayal dünyasının büyüklüğüne göre dolup dolup taşıyordu… Herkes herkesin çocuğunun yetişmesinde rol oynuyordu.  Ondandır ki,  Osmanlı’nın kurucusu Osman Gazi’ye bir cihan devleti kurması konusunda fikir hocalığı yapan kişi ne annesidir,  ne de babasıdır… Osman Gazi’yi gece yatamaz hale getiren kişi Şeyh Edebalı’dır… Çünkü çocuk terbiyesi öyle tek başına annelerin sorumluluğuna bırakılmayacak kadar ciddi bir sorumluluktur… ne geleceğin o dev ismini tek başına yetiştirecek güç ve kudrettedir ne de çocuk bir kişiden dolabilecek kadar basit bir varlıklardır…
Sadece Osmanlı değil.  Osmanlı’dan önceki dönemlere de bakıldığında bu milletin ortak karakterinin “İnsan yetiştirmek” olduğunu görmekteyiz… İşte insan yetiştirmekte uzmanlaşmış olan bir milletin elindeki bütün usul ve yöntemleri terk ederek,  çocuk yetiştirme konusunda her şeye yeniden başlaması,  oldukça acınacak bir haldir.
Psikoloji Reform,  Pedagoji Form için vardır
Psikoloji’nin kelime anlamı, “ruh bilimi”dir.  İnsan ruhuna mercek tutar ve onun ruh dünyasında neler yaşıyor,  yaşadığı olaylar davranışlarına nasıl aksediyor onun üzerinde araştırmalar yapar.
İnsanda bozulmuş olan ruh dünyasını yeniden inşa etmeye çalışır.

Pedagoji ise çocuk bilimi demektir.  Ve henüz bozulmamış,  tertemiz bir vaziyette anne babanın elinde bulunan çocukların dünyasını yakından inceleyerek anne babaya,  eğiticiye çocukların ruhunu bozmadan nasıl yetiştirilmesi gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunur.
Bu açıdan bakıldığında,  psikoloji yıkılmış ruhların,  duyguların yeniden düzene sokulması ile uğraşırken,  pedagoji ise insanın daha çocukluk yıllarında ruhunu bozulmaması için tedbirler alır.  Yani psikoloji yeniden inşa olan “reform” ile uğraşırken,  pedagoji sıfırdan inşa etmek olan “form” ile uğraşır.
Bir şeyin bozulmuş halini yeniden eski haline getirmek,  o şeyi sıfırdan yapmaktan zordur.  Yıkılmak üzere olan bir binayı tamir ve tadilatla ayakta tutmak oldukça zordur ama o binayı ta başlangıçta yıkılmayacak vaziyette planlamak ve inşa etmek daha kolaydır.
İşte bu sebepledir ki,  Anadolu topraklarında “pedagoji” oldukça yayın olduğu halde,  psikoloji bilimi çok kabul görmemiştir.  Özellikle Osmanlı “mürebbi” (pedagog) ve “mürebbiye”ler (bayan pedagog) ile her aileye çocuklarını yetiştirmede destek olduğu halde,  her aileye bir psikolog gereklidir diye düşünmemiştir.
Anadolu pedagojisinde insanın bozulmuş olan ruh dünyasının tamiri için daha çok tasavvuf ehli gönül dostları rol oynamışlardır.  Zira Anadolu Pedagojisinde bir kişiye tavsiyede bulunacak olan kişinin tavsiye ettiği konuyu kendisinin dört dörtlük yaşıyor olması şartı vardır.  Hal böyle olunca,  bir psikolog otomatik olarak gönül dostu hüviyetini kazanmış olması gerekir.
Batı çocuğu buldu,  doğu çocuğu yok etti
Göz kamaştırıcı bir hassasiyet ile çocuk yetiştiren Anadolu insanını gören Batılı bilim adamları,  çocuğa bakış açısını değiştirdi.  Bir zamanlar içinde günah ve şeytan ile dünyaya geldiği konusunda şüphe duyulmayan ve onun için daha doğduğu günden itibaren vaftiz edilerek günahlarından arındırılan çocuk,  bir süre sonra Avrupa Çocuk Hakları Sözleşmesi ile insan olmanın hak ettiği değere yükseliyordu.  Bu yükseliş öyle bir yükselişti ki,  ondokuzuncu yüzyılda hiçbir bilim dalı pedagoji gibi hızlı bir yükseliş yaşamamıştı.  Pedagoji daha 19 uncu yüzyılın başında Psikoloji bilimi içinde yer alırken,  bu tarihten sonra ayrı bir bilim dalı haline gelmiş,  bu da yetmez gibi hızlı bir şekilde alt branşlar oluşmaya başlamıştı.
Örneğin,  çocukların medyadan etkileşiminin nasıl olduğunu incelemek üzere “medya pedagojisi”,  farklı kültürden çocukların birbiri ile etkileşimini gözlemlemek üzere “transkültürel pedagoji”,  davranış bozukluğu olan çocukların davranışlarla ilgilenmek üzere “ortopedagoji”,  çocukların nasıl öğreneceğini mercek altına almak üzere “eğitim pedagojisi” gibi onlarca alt branşlar oluşmuş ve oluşan bu branşlar her biri kendi sahasında yeni bir bilim dalı olabilecek kadar büyümüştür sadece bir yüz yıl kadar geçen sürede.
AvrupaAnadolu insanının bin yıldır uyguladığı usulleri keşfetmenin ve bunlara birer bilimsel nitelik kazandırmanın keyfini yaşarken,  yıkılan Osmanlı’nın altında kalan Anadolu insanı da,  sanki bir hokus pokus ile Avrupa’nın Ortaçağ döneminde çocuk terbiyesindeki bilinçsizliğine adım adım düşmeye başladı.
Bir zamanlar,  evlerinde aziz birer misafir olarak kabul ettikleri,  onlara cihan devleti kurmaları için ufuk verdikleri çocuklar,  maalesef artık evlerde tekme ve tokatlarla dövülür,  yakalarından tutulup duvarlara atılır,  henüz aklı ermez denilerek küçük düşürülür hale getirildi.
Böylesi bir yok oluş süreci sadece halk arasında değil,  aynı zamanda bilim dünyasında da yerini aldı.  Avrupa’nın binbir özen ile bulup geliştirdiği “pedadgoji” bilmi bir süre sonra Türkiye üniversitelerinden kaldırıldı.  Bin yıllık bir birikimin kökleri böylece ortadan tamamen kaldırılmış oldu.
Halbuki bir zamanlar Anadolu topraklarında hedef olarak konulan insanlık noktasında mükemmel olma hedefi bu gün Avrupa tarafından ele alınmakta,  bu konuda bilimsel çalışmalar yapılmakta,  ancak bin yıllık bir süreçle ve ince ince tecrübeler ile oluşmuş olan Anadolu Pedagojisi henüz Avrupa’da meyvelerini vermedi.
Anadolu Pedagojisi Nedir?
Anadolu Pedagojisi,  çocuğu fıtrat üzerine yetiştirmek ister.  Çocuğun fıtratını bozacak her türlü davranış ve tazyikten uzak durur.  Çocuk anne babası ile birlikte iken olduğu gibidir,  istendiği gibi değil.  Yanlış yapmaktan korkmaz,  anne baba da yanlışları deşelemekten hoşlanmaz.  Yanlışlar doğruya doğru giden bir işaret taşıdır diye kabul edildiği için ne kadar yanlış yapılırsa o kadar kalıcı bir öğrenme olur diye hesap edilir.
Anadolu Pedagojisinde her bir çocuk ayrı bir çocuktur.  Çocuklara eşit davranılmaz,  adaletli davranılır.  Çocukların farklılıkları göz önüne alınarak,  ona göre muamelede bulunulur.  Bir çocuk çok duygusal,  diğeri çok sosyal ise,  bu iki çocuk aynı şekilde sevilmez,  aynı şekilde elbise alınmaz,  aynı okullarda aynı gelecek beklentisi olmaz…
Anadolu Pedagojisinde,  ceza ile korkutmak,  mükafat ile suni tetikleme yapılmaz.  Peygamber Efendimizin çocuklara hiç ceza vermeden yetiştirdiği düşünülerek,  çocuğa ceza vermenin onu izzetsiz kılacağı,  onu yüzsüzleştireceği düşünülerek cezadan uzak durulur.  Adına atasözü dense de menşei belli olmayan şiddet içerikli tüm tavsiyeler Anadolu pedagojisine ters düşer.  Anadolu pedagojisi “Kızını dövmeyen dizini döver” diye değil “Kızını döven dizini de döver” diye olaylara bakar… Anadolu pedagojisinde çocuk istemediği bir davranışı mükafat karşılığında yapmaya teşvik edilmez.  Böylesi bir halin çocukta suni duygular gelişeceğini,  çocuğun sahte benliğe bürüneceği düşünülerek mükafat hissini çocuktan bir beklentiye dönüştürmemeye çalışır.
Anadolu pedagojisinde Anne babalar potansiyel bir çocuk bağımlısı olduğu düşünülerek,  anne babaların çocuklarından bağımlılık riskini “bağlılık” çizgisine getirmesi tavsiye edilir.  Anne babaların büyük yanılgısı olan,  “nasıl olsa çocuğum beni sevmek zorunda ben onun anne babasıyım” yanılgısından kurtarmak ve anne babaya kendilerini çocuklarına sevdirmeleri gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunur.
Anadolu pedagojisinde,  anne babalığın çocuğun duygularını tanımadan yapılamayacağı bilindiği için anne babalara “hissedebilme” kabiliyetini elinden alan her türlü farklı alanlara yoğunlaşmayı engellemeye çalışır.  Anadolu pedagojisi çocuk merkezcidir.  Aile çocuğun dünyasına göre şekillenir.
Anadolu pedagojisinde anne babaların asli görevlerinden biri çocuklarının “biyolojik ritmi”nin bozulmamasını sağlamaktır.  Günümüz insanının en büyük sorunlarından biri olan “hızlı yaşamak” ve “hissetmeden yaşamak” alışkanlığı Anadolu pedagojisinde daha başlangıçtan itibaren anne babalar tarafından “yavaş yaşayarak” “hissederek yaşayarak” engel olunmaktadır.
Anadolu pedagojisinde,  çocuğa sunulan sevgiler koşulsuzdur.  Çocuk kendisinin koşulsuz olarak sevildiğini bilir ve hiçbir sevgi gösterisi karşısında minnet duygusu yaşamaz.  Eğer çocuk da kendisini seveni sevecek ise,  o kişinin kendisini sevdirebildiği ölçüde geri dönüşüm sevgisi gerçekleşecektir.  Böylece çocuğa kendisini sevdirmek için çalışan yetişkin,  kendilerinde yanlış olan davranışları otomatik olarak düzelttiği için “çocuktan terbiye olma” Anadolu pedagojisinin özünü oluşturur.

RAPOR ÖNERİLERİ

    Çocuk tacizleri konusunda önleyici ve rehabilite edici somut bir kurum kurulmalıdır.

    Türkiye’de pedagoji ilmi muhakkak üniversitelerde ayrı bir uzmanlık bölümü olarak okutulmalı ve bu yönde uzmanlar yetiştirilmelidir.

    Çocuklarda batı tarzı “Cinsel Eğitim” yerine “Mahremiyet Eğitimi” verilmeli, bu konu geliştirilmelidir.

    Gerek hukuki, gerekse sosyal sahalarda yeniden bir gözden geçirme yapılmalı ve açıklar kapatılmalıdır.

    En kısa zamanda yerel ölçekten başlayarak tüm yetkililer bu konuda toplanmalı ve yerelden başlayarak somut model uygulamalar ortaya konarak merkeze önerilmelidir.

Kadın-aile Haberleri