×

ÇOCUKLARIMIZA TERBİYEYİ NASIL VERMELİYİZ?

Osman Nuri Topbaş Hocaefendi çocuk terbiyesiyle ilgili dikkat edilecek hususları şu şekilde belirtiyor.

 

ÇOCUKLARIMIZA TERBİYEYİ NASIL VERMELİYİZ?

 2

Osman Nuri Topbaş Hocaefendi çocuk terbiyesiyle ilgili dikkat edilecek hususları şu şekilde belirtiyor.

Çocuklarda taklit meyli hâkim olduğu için, onlara örnek olacak davranışlar zarûrîdir. Zira münâkaşalı, kavgalı ortamlarda büyüyen çocuklar, dâimâ huysuzlaşır. O kavga, inʼikâs eder onlara. Hayatta da onlar kavgalı olurlar.

ÇOCUKLARIN DAVRANIŞLARINI DAİMA KONTROL EDECEĞİZ

Diğer husus: Çocukların davranışlarını dâimâ kontrol edip, göz önünde yapmadıklarını, kabahatlerini, gizli ve tenha yerde işlemelerine meydan vermemelidir. Göz ardı edersek, gizli yerlerde o günahları işlerler. Bu durumda karakterleri zaafa uğrar. Çift şahsiyetli olurlar. Bu hâlin ilk neticesi yalan ve riyâ olur. Ana-babaya gösteriş yaparlar, kendilerini saklarlar ve yalan söylerler. Yalan da kalbin hastalığının artmasına vesiledir.

Onun için göz ardı edilmeyecek çocuk. Yaptığı hatâ, yumuşak, leyyin bir lisanla, kendisine misaller verilerek, yumuşak olarak îkaz edilecek. Yani çocuklarımız yalan söylemeye mecbur edilmeyecek. Yalan, bir alışkanlık hâline gelmeyecek.

ÇOCUKLARIN GÜZEL İŞLERİNİ MÜKÂFATLANDIRACAĞIZ

Diğer husus: Yavrularımızın güzel işlerini de mükâfatlandırmamız lâzım. Hataları ise görmezden gelinmemelidir. Müsbet davranışlar, mükâfat ile çocuğun şahsiyetinde kalıcı bir yer kazanır. Fakat maalesef, buna mukâbil de vaktinde îkaz edilmeyen kusurlar da tekrarlana tekrarlana şahsiyetin bir parçası olur, o kusurlar da çocuğun.

Bilhassa kız çocuklarının küçük yaşlardaki kıyâfet yanlışlıkları müsâmaha ile karşılanmamalıdır. Maalesef birçok gâfil anne-baba; “aman daha bu çocuktur” diyor. Çocuk ama, alışkanlıkla gidiyor. O alışkanlığı terk etmeli. Çünkü günah, rahat ve tabiî hâle geliyor. Bir mûsikî gibi hoş gelmeye başlıyor.

İşte sokakların hâli… Hep anne-babaların ihmâli. (Çocuğun) alıştığı şeyler, zamanla geri dönülmeyen bir tiryâkilik hâline geliyor. Buna mukâbil çocukları, sık sık cezâ vererek de arsız hâle getirmemek lâzım. O zaman verilen cezanın da ehemmiyeti kalkar.

Emir ve yasak kâideler telkin edilirken, onların kavrayacağı bir şekilde, öyle bir dille, îzah ederek ve misaller verilerek îkaz edilmesi lâzım. Yüksek sesle, bağırarak, çağırarak yapılan öğütlerin telkin gücü azalır. Bilhassa onun rûhuna hitap edecek tatlı sözlerle başlamak zarûrî.

VARLIKLI ÇOCUKLAR AKRANLARINA KABA VE KİBİRLİ DAVRANMAMALI

Cenâb-ı Hak, Mûsâ -aleyhisselâm-ʼı Firavunʼa bile gönderirken; “Leyyin lisan kullan.” buyurdu. (Bkz. Tâhâ, 44) Mûsâ -aleyhisselâm-ʼa verilen tâlimat; leyyin lisan. Yumuşak bir lisan kullandı. Suyun akışı gibi bir lisan kullandı.

İkincisi: “Âyetlerimi götürün…” buyurdu. “…Fakat Benʼi de zikirden unutmayın.” buyurdu. (Bkz. Tâhâ, 42)

Demek ki anne-babanın da mümâsil olarak yürek âleminin dolu olması lâzım rûhâniyetle. Ki, o bir inʼikâs olsun, bir trans olsun.

Yani قَوْلاً بَلِيغاً buyuruyor. “…Belâgatli, yani gönüllere işleyecek tesirli, belîğ söz söyleyin.”buyruluyor. (Bkz. en-Nisâ, 63)

En mühim; çocuklara, âdâb-ı muâşeret ve ahlâk kâideleri öğretilmeli. Bilhassa varlıklı çocuklar, varlıklı âilelerin çocukları, akranlarına kaba ve kibirli davranmamalı. Bu da bir alışkanlık hâline gelir. Yani “bende var, sende yok” edâsı olmamalıdır. Sonra bunlar huy hâline gelir. Tevâzûyu unutur. Dâimâ bir güç gösterisi hâline gelir.

İsrafın bir sebebi de budur. İsraf, bir güç gösterisidir. Yani çocuğun şahsiyeti zaafa uğramıştır, şahsiyetiyle telkin yerine, eşyâ ile kendisinin gücünü telkin etmeye çalışır. Bir noktada, aşağılık duygusunu bastırma hareketidir israf.

ÇOCUKLARI NE FAZLA SERBEST BIRAKMALI NE DE HADDİNDEN FAZLA BASKI YAPMALI

Yine çocukların meşrû sınırlar dâhilinde çocukluklarını yaşamalarına imkân tanınmalıdır. Fakat meşrû hudutlar içinde. Ne fazla serbest bırakmalı, ne de haddinden fazla baskı yapmalıdır. Zira fazla rahatlık, nefsâniyeti azdırır, tembelliğe sebep olur. Fazla baskı da çocuğu ezik ve silik bir karaktere döndürür. Bu yüzden ölçülü bir üslûb ile vakitlerini fazîletli birer insan olmalarına vesîle olacak davranışlarla doldurmaya gayret edilmelidir.

Yavrularımıza aşağılardan misaller vermek lâzım ki kendilerine Cenâb-ı Hakk’ın nîmetleri hatırlatmamız lâzım. Hepimize zâten -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

Maddî bakımdan aşağınıza bakın, huzur bulun…”(Bkz. Müslim, Zühd, 9)

“Mânevî bakımdan üstünüze bakın, o da size bir gayret telkin etsin…” (Bkz. Tirmizî, Kıyâmet, 58/2512)

ÇOCUKLARI KÜÇÜK YAŞLARDA İBADETE ALIŞTIRMALI

En mühim, daha küçük yaşlarda ibadete hazırlatmak lâzım. En mühim, İmâm Mâlik Hazretleriʼnin babasının yaptığı gibi yavrularımızı namaza getirmeli, secdeye alıştırmalı, çıkarken de bir ona hediye, ufak-tefek bir şeyler alıp gönlünü hoş etmeli ki o şevki artsın.

Bir de telkin etmeli:

“Bak şimdi melekler sana, Kirâmen Kâtibîn, ne güzel şeyler yazdı. Allah görüyor: Ne güzel sen secde ettin. Mâşâallah ne güzel kıldın! Ben bile senin kılmana gıpta ettim, özendim…”

Böyle yavrulara telkin edici durumda olmak lâzım ki, o bir alışkanlık hâline gelsin. Çünkü onlar yarın bize, yavrularımız ya sadaka-i câriye olacak, onların her amelinden ecir alacağız biz, emeğimiz kadar. İhmâl edersek seyyie-i câriye olacak. İşledikleri kötülüklerden bize de hesabı gelecek. Yani bu emânete dikkat!

BİZ SAHİP OLMAZSAK SOKAKLAR SAHİP OLUR

Çocuğa bir rûhânî kimlik vermemiz zarûrî. Bilhassa bu, bugün çok, çok, çok daha ehemmiyet kazandı. Çünkü eğer biz sahip olamazsak, sokaklar sahip oluyor.

Anne-babalardan devamlı mektup geliyor. Kızım şöyle oldu, diyor. Oğlum narkotiğe alıştı, diyor. Maalesef bugün narkotik, bir felâket hâlinde. Ucuzladı da her köşe başında satıldığını söylüyorlar. Onun için, yavrumuza onu çok iyi telkin etmek lâzım. Yavrumuzun kimlerle arkadaşlık yaptığına dikkat etmemiz lâzım.

Cenâb-ı Hak Tâhâ Sûresiʼnde yine:

“Âilene namazı emret, kendin de ona sabırla devam et…”(Tâhâ, 132) buyuruyor.

İbrahim -aleyhisselâm-:

“Yâ Rabbi, beni ve zürriyetimi namaz kılanlardan eyle!..” (İbrahim, 40)diyor.

Yani namaz çok mühim. Cenâb-ı Hakʼla mülâkat. Fakat namazın da şartı, Cenâb-ı Hak:

“Müʼminler felâh buldu, onlar ki namazlarını huşû (kalp ve beden âhengi) içinde kılarlar.” (el-Müʼminûn, 1-2) buyuruyor.

Onun için hem kendimiz namaza çok îtinâ edeceğiz. Peygamberin yanında bulunanlar, Fetih Sûresiʼnin sonunda:

“…Sen onları rükû ederken, secde ederken görürsün…”(el-Fetih, 29) buyruluyor. Demek ki müʼminin bir rükûu, bir secdesi ayrı bir rûhâniyet olacak. Çünkü rükûda ve secdede Cenâb-ı Hakkʼı bir tenzih hâlinde:

سُبْحَانَ رَبِّيَ الْاَعْلٰى(İdrâk ötesi yücelik ve üstünlük sahibi olan Rabbimi bütün noksan vasıflardan tenzih ederim.)

سُبْحَانَ رَبِّيَ الْعَظِيمِ(İdrâk ötesi azamet ve büyüklük sahibi olan Rabbimi bütün noksan vasıflardan tenzih ederim.)

“…Secde et ve yaklaş.”(el-Alak, 19) Cenâb-ı Hak buyuruyor.

Yine bir, Tahrim Sûresiʼnde tehdit:

“Ey inananlar! Kendinizi ve âilenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!..” (et-Tahrîm, 6)

Demek ki Cehennemʼin ateşi, bir taşlar olacak; bilhassa insanların o tapındığı putlar. İkincisi de, o mücrimler, kendileri bir ateş hâline gelecek.

Ve devâmında âyetin:

“…Onun başında, acımasız, güçlü, Allâh’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” (et-Tahrîm, 6)buyruluyor.

ÇOCUKLARINIZA İKRAMDA BULUNUN

Yine Efendimiz buyuruyor:

Çocuklarınıza ikramda bulunun (bu nasıl ikram? Onu hayra teşvike o ikram bir vâsıta olacak) ve terbiyelerini güzel îfâ edin.” buyuruyor.(İbn-i Mâce, Edeb, 3)

“Bir baba evlâdına güzel edepten daha efdal bir şey kendisine hediye edemez.” (Tirmizî, Birr, 33/1952)

“Kişinin öldükten sonra geride bıraktığı şeylerin en hayırlısı, kendisine dua eden sâlih bir evlâttır…”(Müslim, Vasiyyet, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36)

Ona da emek vermek lâzım. Emeksiz olmaz. Öyle bir evlât yetiştirilecek ki o -inşâallah- bir toplumda hidâyetlere önder olacak.

وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا

(“…Ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74])

Yine Cenâb-ı Hak Fetih Sûresiʼnde bir misal veriyor:

Bahçıvan tohumu eker, diyor. O tohum filiz verir, diyor. Filiz kalınlaşır, diyor. O, bahçıvanı çok memnun eder, mesrur eder, diyor. Fakat küffârı ise öfkelendirir, diyor. (Bkz. el-Fetih, 29)

Yani evlâtları yetiştirirken veya İslâm dâvâsı için yapacağımız bütün gayretler, onlar geliştikçe, gayret edenlere bir ferahlık veriyor, huzur hâli veriyor. Fakat küffârı da öfkelendiriyor. Günümüzdeki durumlardan biri de bu…

Yine bu, terbiyede dikkat edeceğimiz bir husus:

Bir adam Abdullah bin Mübârek Hazretleriʼne, çocuğunun isyanından şikâyet etti. Abdullah bin Mübârek Hazretleri adama dedi ki:

“–Çocuğa bedduâ ettin mi sen?” dedi. Adam:

“–Evet.” cevabını verdi. Bunun üzerine Abdullah bin Mübârek:

“–Çocuğun bozulmasına sen sebep oldun!” dedi. “Sen ona bedduâ ettin.” dedi.

Demek ki çocuğumuza çok rıfk ile, güzel lisan ile, قَوْلاً بَلِيغاً, قَوْلاً لَيِّناًyumuşak bir lisanla hitap etmemiz lâzım ki -Allah korusun- bedduâ çok kötü bir tesir ediyor. Yani bir inʼikâs oluyor.

PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V.) ÇOCUKLARA ÜSLUPLU ŞAKA YAPARDI

Allah Rasûlü zamanında çocuklar da namaza gelirlerdi. Efendimiz onlara çıkarken hediyeler verirdi. Hattâ bir gün tuttular Efendimizʼi, “bırakmayız” dediler, “bize muhakkak vereceksin” dediler.

Efendimiz haber gönderdi. Evinde sekiz tane ceviz vardı. Sekiz tane ceviz geldi. Çocuklara cevizi verince Efendimizʼi bıraktılar. “Beni de dedi, Hazret-i Yusuf gibi beni de bağladınız.” dedi.

Yani dâimâ çocuklarla üslûplu bir şaka da yapardı Efendimiz. Hep Efendimizʼin yanında toplanırlardı, çocuklar dâhil.

Yine diğer bir husus:

Kız çocuklarını yetiştirme sebebiyle biraz gayretimizi artırmamız lâzım. Rasûlullah Efendimiz,Hüseyin ve Hasan -radıyallâhu anhümâ- çocuktu. Hasan -radıyallâhu anh-ʼa su getirdi. Fâtıma vâlidemiz dedi ki:

“‒Baba, dedi. Herhalde Hasanʼı daha çok seviyorsun.” dedi.

“‒Yok, dedi. Hasan evvel istediği için Hasanʼa getirdim.” dedi. “Çocuklarınız arasında kızım, müsâvât yapın.” dedi. “Yalnız kız çocukları hâriç.” buyurdu.(Bkz. Heysemî, IV, 153; İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, IV, 69)

Onlar yarın âilenin temeli olacak, âileyi inşâ edecek, onları husûsî yetiştirin, buyurdu.

İsrâfın en kötüsü insan isrâfı. Sahâbî hanımları çocuklarına çok ayrı bir alâka gösterirlerdi.

Hattâ Efendimiz; kız çocuklarını, iki kız çocuğunu, üç kız çocuğunu Allah yolunda yetiştirenle Cennetʼte beraberiz, buyurdu. (Bkz. Müslim, Birr, 147, 149)

AİLENİN TEMELİ TOPLUMUN TEMELİ OLACAK

O, âilenin temeli, toplumun temeli olacak.

Ebû Hüreyre naklediyor:

Mü’min, âhirette hiç ummadığı mükâfatlarla karşılaşınca:

“−Yâ Rabbî! (Ben bu amelleri yapmadım.) Bu nerden geldi?” deyince (Allah Teâlâ da):

“−Çocuğunun sana yaptığı istiğfar ve duâlar sebebiyle.” (buyurur.) (Ahmed, II, 509; İbn-i Mâce, Edeb, 1)

Mâlum:

“İnsan ölünce amelleri kesilir. Üç şey müstesnâ. Bunlardan biri arkasından duâ eden sâlih evlât…”(Bkz. Müslim, Vasiyyet, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36)

Diğeri, kurduğu İslâmî müesseseler, insan yetiştirmek için. Hayırlı eserler ve hayırlı evlâtlar.

Velhâsıl evlâtlar emânet, toplum emânet, yüz akıyla bir îfâ edebilme…

Efendimizʼin, Âişe Vâlidemiz son ânını anlatıyor:

Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, babam mihrâba geçti. Namaz kıldırdı. Efendimiz dönüp bir arkasına baktı. Güzel bir ashâb-ı kiram cemaati gördü. O kadar o hasta hâlinde, namaz kıldırmaya gücü yoktu, Ebû Bekir Efendimizʼe ittibâ etti. Fakat o kadar o ıztırâbında o kadar güzel bir tebessüm etti ki, Efendimizʼin ben böyle o kadar güzel tebessümünü görmedim.” buyurdu.

ARKAMIZDAN GÜZEL BİR NESİL YETİŞTİRMEK

Yine güzel bir örnek olabilmek. Enes anlatıyor:

Cerir bin Abdullah ile yolculuğa çıkmıştım, diyor. Benden yaşlı olduğu hâlde Cerir bana hizmet ediyordu. Ben de ona:

“−Böyle yapma! (Bak sen yaşlısın, ben gencim)” deyince:

“−Ben Ensârʼın Allah Rasûlü’ne hizmet ettiğini gördüm. Ben de: «Şâyet Ensârʼdan biriyle arkadaşlık edersem ben de ona hizmet edeceğim.» diye yemin ettim.” (Buhârî, Cihâd, 71; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 181)

Bu da çok mühim bizim için.

Velhâsıl, arkamızdan güzel bir nesil yetiştirmek. Zira mezarımız tenhâ kalmasın. Yani dâimâ önümüzdeki konağımızın mezar olduğunu unutmamak gerekiyor.

Mâlum; müslümanlar bir beden gibidir, buyruluyor. Kaybettiğimiz bir insan, sanki bedenden koparılmış bir uzuv gibidir. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu hâli müʼminin duymasını istiyor:

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olsa diğer uzuvlara da sirâyet eder…” buyuruyor.(Bkz. Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66)

NE MUTLU ŞU GÖK KUBBEDE HOŞ BİR SADÂ BIRAKANA

Bugün de bir Müslüman diğer Müslümanın kendisine zimmetli olduğunun idrâki içinde olacak.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyuruyor ki:

“(Öyle bir bereketli, rûhânî hayatınız olsun ki) öyle bir hayatınız olsun ki sağlığınızda insanlar sizlere özensinler, vefâtınızda ise sizlere hasret kalsınlar.”

İşte büyüklere hep hasret kalınıyor. Günde bizim ziyaretçimiz ne kadar, Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleriʼnin ziyaretçisi ne kadar? Kim ölü kim diri? Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleriʼnin ziyaretçisi günde kaç kişi, bana gelen ziyaretçi kaç kişi?..

Demek ki Cenâb-ı Hakʼla dost olunca, Cenâb-ı Hak onu insanlara sevdiriyor. Demek ki, ne mutlu şu gök kubbede hoş bir sadâ bırakanlara.

Mevlânâ Hazretleri diyor ki:

“Siz benim mezarımı dünyada aramayın. Benim mezarım âriflerin kalbindedir.” diyor. Bakın 700 seneden beri Mevlânâ devam ediyor. Kıssalarıyla, vesâire öğütleriyle devam ediyor…

islamveihsan.com

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

İslam Haberleri

Daha fazla haber: