Demokratik dönüşüm- Analiz

Dezenformasyona rağmen halkın evet dediği paketi değerlendiren Prof. Özbudun’a göre demokratik dönüşüm kaçınılmaz.

ERGUN ÖZBUDUN'un analizi

Prof. Dr. Bilkent Üniversitesi

Aylardır merakla ve heyecanla izlenen halkoylaması süreci, evet cephesinin en iyimser tahminlerini de aşan şekilde, yüzde 58 evet ve yüzde 42 hayırla sonuçlandı. Halkoylaması gecesi çeşitli TV kanallarında dinlediğim hayırcılar, beklenilebileceği gibi, bazı ender istisnalar dışında, sonucu tevile ve önemsiz göstermeye çalıştılar. AK Partinin devlet olanaklarını sınırsızca kullandığı, seçmenlere rüşvet dağıttığı, din istismarı yaptığı, halkoylaması konusunda seçmenlere “objektif bilgi” vermediği (demek ki, halkoylamasında taraf olan hükûmet, muhalefet partilerinin fonksiyonlarını da üstlenerek, kendi sunduğu paketin sakıncalarını, ya da ona yöneltilen eleştirileri de açıklamak zorundaymış!), seçmenlerin paketin içeriğini bilmeden oy kullandıkları, zaten bu içeriği anlayacak ve kendi “gerçek menfaatler”ini idrak edecek kabiliyette olmadıkları gibi hususlar, açıkça veya üstü örtülü şekilde ileri sürüldü.

Top küçük, kale büyüktü, vs.

Yenik futbol takımı antrenörlerinin ‘top küçük, kale büyüktü, hakem de üç penaltımızı vermedi’ yollu bahanelerini hatırlatan bu ifadeler, kendi halkını küçümseyen ve aşağılayan elitçi bakış açışının tezahürleridir. Seçmen çoğunluğunu ‘bidon kafalı’ ve ‘göbeğini kaşıyan adam’ olarak nitelendiren sayın köşe yazarını, hiç değilse, açık sözlülüğünden ve samimiyetinden dolayı kutlamak gerekebilir.

Halkoylaması sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte, Türk siyasal hayatının belki de en düzeysiz, içerikten yoksun ve kutuplaşmış halkoylaması süreci sona erdi.

Gerçekten bu süreçte, değişiklik paketinin içeriğinden başka hemen her şey tartışma konusu oldu ve halkoylaması, muhalefet tarafından bir AK Parti’ye güven ya da güvensizlik oyuna dönüştürüldü. Aslında böyle olmasına çok da şaşırmamak gerekir; çünkü TBMM görüşmeleri sırasında, CHP, üç ihtilaflı maddenin paketten çıkarılması halinde buna olumlu oy vereceklerini ve dolayısıyla halkoylamasına gerek kalmayacağını defalarca açıklamıştı. İhtilaflı maddelerden, siyasi partilerin kapatılmasını bir ölçüde güçleştiren madde, yeterli oy alamayarak paketten düştüğüne göre, ihtilaflı hususlar, sadece AYM ve HSYK’nın oluşum tarzına ilişkin maddelerle sınırlı kalmıştır.

Bu iki madde ile ilgili tartışmalarda hayır cephesinin başvurduğu çarpıtma ve aldatmacalar ibret vericidir. Meselâ HSYK’da Adalet Bakanının rolü ve yetkisi önemli ölçüde sınırlandırıldığı ve sembolik bir düzeye indirgendiği halde, hayırcı çevreler, Bakanın rolünün aynen devam ettiğini, hatta güçlendiğini iddia etmişlerdir. Bunun en uç örneklerinden biri, Sayın Taha Akyol’un naklettiği (“Başbakan’dan söz,” Milliyet, 11 Eylül 2010), hükûmetin HSYK kanununu geciktireceği, “bu arada Adalet Bakanlığının hazırlayacağı kararnamelerle yargıda kıyım yapılacağı”, Bakanlığın emrindeki müfettişlerin “istenmeyen hakimler hakkında soruşturmalar” açacağı iddiasıdır. Yeni yapılanmada asıl üyelerinin üçte ikisi (22’den 15’i) hâkim ve savcıların kendi eşitleri arasından seçecekleri HSYK’nın nasıl olup da Adalet

Bakanının talimatıyla böyle bir kıyıma girişeceğini anlamaya çalışmak, gerçekten mantık sınırlarını zorlamaktadır.

Üstelik yeni sistemde hakimler ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin (Bakanın daire çalışmalarına katılamayacağını da burada hatırlatalım) teklifi ve Bakanın oluru ile kurul müfettişlerince yapılacaktır.

Yargıda önemli iyileştirmeler

Dolayısıyla Bakan, kendi inisyatifi ile böyle bir soruşturma başlatamaz; teklifin ilgili daireden gelmesi gerekir. Büyük çoğunluğu hakimlerin kendi aralarından seçtikleri hakimlerden oluşan ilgili dairenin ise, meslekdaşları hakkında niçin böyle bir kıyıma girişeceğini anlamak mümkün değildir. Burada, dairelerin belirlenmesinin ve Kurul müfettişlerinin seçilmesinin ancak HSYK kanunu çıkarıldıktan sonra mümkün olacağı, o zamana kadar yürürlükteki kanun hükümlerinin uygulanacağı söylenebilirse de, geçici 19’uncu madde, buna, “Anayasa hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla” şerhini getirmektedir. Elbette Bakanın, Anayasa hükümlerini bu kadar açıkça ihlâl edeceğini sanmak için hiçbir geçerli sebep yoktur.

HSYK ile ilgili yeni düzenleme, bizzat yargı çevrelerince ötedenberi eleştiri konusu olan birçok hususta, bu taleplere uygun iyileştirmeler getirmektedir.

Meselâ hâkim ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturmaların Adalet Bakanlığına bağlı müfettişler tarafından değil, HSYK’ya bağlı müfettişler tarafından yapılması; HSYK’nın sekreterya hizmetlerinin Adalet Bakanlığı personelince değil, Kurulun kendi bağımsız sekreteryası tarafından yürütülmesi; Kurulun meslekten ihraç kararlarının yargı denetimine açılması; yüksek yargı mensuplarının pek hoşlarına gitmese de, alt derece mahkemeler hakim ve savcılarının memnuniyetle karşılayacağı şüphesiz olan, yargının tümüyle temsili ilkesinin benimsenmesi gibi. Hayır cephesi bu olumlu değişikliklere ya hiç değinmemekte, ya da mûtad çarpıtmalarına başvurmaktadır. Meselâ sekreteryanın gerçekte özerk olmadığı, çünkü Genel Sekreteri Bakanın seçtiği iddia edilmektedir. Oysa Genel Sekreter, birinci sınıf hâkim ve savcılardan Kurulun teklif ettiği üç aday arasından Bakanca seçilir. Görülüyor ki burada gerçek yetki, büyük çoğunluğu hâkimlerden oluşan Kurula aittir. Bakanın yetkisi, üç adaydan birini seçmek gibi, oldukça sembolik ve sınırlı bir yetkidir. Bu ve buna benzer birçok konuda hayır cephesi, olumlu niteliğini inkâr edemeyeceği değişiklikleri, “ama şurası da eksik” diye küçümsemeye ve önemsiz göstermeye çalışmıştır. Bu tutum, açlıktan ölmek üzere olan bir insanın, kendisine sunulan pekâla kabul edilebilir bir yemeği, tuzu ya da biberi eksik diye reddetmesini akla getirmektedir.

AYM ile ilgili yalanlar

Benzer bir çarpıtma, AYM’nin oluşum tarzı ile ilgilidir. Hayır cephesi, bu değişikliğin gizli amacının  (nedense bazılarımız “gizli niyet” okumaya çok meraklıdır) AK Partiyi kapatılmaktan ve Başbakanla Bakanları Yüce Divan’da mahkûm olmaktan kurtarmak olduğunu iddia etmekte, ancak çok hayati bir noktayı gene ustalıkla gözlerden saklamaktadır. Anayasa değişikliğinin kabulüyle, AYM’nin oluşumu bir günde değişecek değildir. Mahkemenin hâl-i hazır 11 asıl üyesi ve yedek üyeliğin kaldırılmasıyla asıl üye haline getirilen dört yedek üyesi, şimdiki emeklilik yaşı olan 65 yaşını doldurana kadar görevlerinde kalacaklardır. Bu, yeni metindeki üye sayısı olan 17 kişinin 15’inin şimdiki üyeler olduğu anlamına gelmektedir. Yeni seçilecek üye sayısı ikiden ibarettir. Bunları da TBMM, tümüyle kendi serbest iradesiyle değil, biri Sayıştay Genel Kurulunca, diğeri Baro başkanlarınca gösterilecek üçer aday arasından seçecektir. Diğer üyelerin yeni kurallara göre seçilmeleri, ancak üyeliklerde boşalma olduğu zaman, yani uzun bir zaman dilimi içinde, gerçekleşecektir. O tarihlerde AK Partinin Meclis çoğunluğuna sahip olacağının, Cumhurbaşkanlığı makamında da bir AK Parti mensubunun oturacağının elbette bir garantisi yoktur.

“Evet ama...” tutumu

Liberal-demokrat çevrelerin ve bizzat AYM’nin yıllardan beri ısrarla savundukları bireysel başvuru ya da anayasa şikayeti müessesesinin kabul edilmesi karşısında hayır cephesinin tutumu, gene bir “evet, ama” tutumudur. Burada da, anayasa şikayetinin, sadece AİHS’de zikredilen temel hak ve hürriyetlerle sınırlandırılmış olması, sosyal hakları kapsamaması eleştirilmektedir. Bu da, yukarıda zikrettiğim, tuzunu biberini az bulduğu için yemek yemeyi reddetme psikolojisinin tipik bir örneğidir.

Başka ilginç bir çarpıtma, Venedik Komisyonunun 2007 tarihli “Referandumlarda İyi Uygulama Kodu” adlı raporuna ilişkindir. Bu raporun, halkoyuna sunulan metnin çeşitli bölümleri arasında “içsel bağlantı” (intrinsic connection) bulunmasını şart koştuğu iddia edilmekte, ancak gene takdire değer bir maharetle, aynı paragrafın ilk ve son cümleleri gözden saklanmaktadır. Anılan metnin III, 2 sayılı bölümündeki ifade aynen şöyledir: “Bir metnin (Anayasa, kanun) toptan değiştirilmesi durumu müstesna olmak üzere, aralarında içsel bağlantı bulunmayan hükümleri bir bütün olarak kabul veya reddetme zorunda bırakılmaması gereken seçmenlerin serbest oy kullanımını garanti etmek amacıyla, oylamaya sunulan her sorunun çeşitli bölümleri arasında içsel bir bağlantı bulunmalıdır; bir metnin çeşitli bölümlerinin aynı anda değiştirilmesi, toptan değişiklikle eşdeğerdir.” Görülüyor ki, bir metnin toptan değiştirilmesi veya birkaç bölümünün aynı anda değiştirilmesi durumlarında, içsel bağlantı aranması gerekmemekte ve metin tüm olarak oya sunulabilmektedir.

Paketi AYM de onayladı

Aksi, her halde, meselâ 150-200 maddelik bir anayasa metninin her maddesinin ayrı ayrı oylanması gibi, akla ziyan bir durum olurdu. Kaldı ki, paketin bütün maddeleri, temel hak ve hürriyetler alanını genişletmek ve demokratik süreç üzerindeki askeri ve yargısal vesayeti hafifletmek amacına yönelik olduğuna göre, bunlar arasında “içsel bağlantı” olduğu da pek âlâ ileri sürülebilir.

Aslında, daha pek çok örneği verilebilecek olan bu tür aldatmaca veya çarpıtmalara çok da hayret etmemek gerekir. Hayır cephesinde asgari bir hukuk bilgisine sahip olanlar, değişiklik paketinin hiçbir hükmünde evrensel demokratik normlara aykırı bir husus bulunmadığını, aksine paketin bu normların yükseltilmesine hizmet edeceğini pek âlâ bilmektedirler. Bu cephenin çok güvendiği AYM’nin, paketin hiçbir önemli unsurunu evrensel demokratik normlara ve hukuk devleti ilkesine aykırı bulmamış, iki tâli cümleciği iptalle yetinmiş olması da, bunun bir işaretidir. Gene AB yetkililerinin, Venedik Komisyonu Başkanı Gianni Bouquicchio ve Genel Sekreteri Thomas Markert’in paketi kuvvetle destekleyen beyanları da aynı yöndedir.

Utanç verici iddialar

Hayır cephesi mensuplarının AYM’nin kararını da (zaten bundan memnun kalmadıklarını açıkça ifade etmişlerdir), Avrupa hukuk çevrelerinin desteğini de tümüyle göz ardı ederek, seçmeli okuma ve çarpıtma çabalarına devam etmiş olmaları ibret vericidir. Daha da üzücü olanı, bu tür iddiaların, isimleri önünde saygın sıfatlar bulunan bazı hukukçular tarafından da dile getirilmiş olmasıdır. Avrupalı yetkililerin, “Kapalıçarşı ziyaretleri” nedeniyle fikir değiştirdikleri yolundaki akıl dışı ve utanç verici iddialara ise hiç değinmemeyi tercih ediyorum.

Halkoylamasının ertesinde böyle eleştirici bir yazı yazmaktansa, halkoylaması sonuçlarının yeni bir anayasa yapımı konusunda ne gibi imkânlar yarattığı (veya yaratmadığı) konusunu ele almayı tercih ederdim. Bunu sonraki bir yazımda ele almayı umuyorum. Ne var ki, neyin yanlış olduğunu ortaya koymadan, doğruyu aramak çok güçtür. Yeni bir anayasa yapımı konusuna, objektif, bilimsel ve evrensel kriterlerle değil, ideolojik ve duygusal saiklerle ve yersiz korkularla yaklaşılırsa, bu çabanın başarıya ulaşması hiç kolay olmayacaktır.

ERGUN ÖZBUDUN
Prof. Dr. Bilkent Üniversitesi

ergun.ozbudun@gmail.com

Gündem Haberleri