Erbakan da ölümlüdür ama

SP Lideri Kurtulmuş açık konuştu: Erbakan da ölümlüdür ve bu dava hiçbir ölümlünün malı değildir...

Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, kongre sürecinden Necmettin Erbakan'ın "Kurtulmuş meşruiyetini kaybetmiştir" açıklamasına; referandumdan Millî Görüş'ün varoluş nedenine kadar önemli konuları HaBertaraf'a değerlendirdi. 1071 Malazgirt Zaferi ile başlayan Millî Görüş ikliminin binlerce manevi zevat tarafından bugüne getirildiğini, Necmettin Erbakan'ın ise çok partili sistem ile birlikte bu davayı ete-kemiğe büründürme fırsatı bulduğunu söyleyen Kurtulmuş açık konuştu: Erbakan da ölümlüdür ve bu dava hiçbir ölümlünün malı değildir...

SP Lideri Numan Kurtulmuş'la röportajımıza, tarafımıza gelen bir istihbari bilgiyi aktararak başlamıştık. (Görüşme, iftar protestosundan bir gün önce yapıldı.) Özellikle Necmettin Erbakan'ın "Meşruiyetini kaybetmiştir" açıklamasından sonra sık sık ölüm tehditleri aldığını bildiğimiz Genel Başkan, tehditlerin gerçekleşme ihtimaline yaklaştığı gibi iftar protestosu yaşanma ihtimalini de yok saymıştı. Sadece iki yıldır siyasi vitrine çıkan ve henüz Türkiye'nin tanıdığı Kurtulmuş'un siyasi yaşamı çok eskilere dayanıyor. Her ne kadar Necmettin Erbakan "Sütü bozuk" benzetmesinde bulunsa da Millî Görüş'ün ve Erbakan'ın sunduğu sütten beslenen Kurtulmuş, 1071'den 2010'a Millî Görüş'ü anlattı, son halkasının kendisi olduğunu ve kendisinden sonra da birilerinin davanın halkalarını oluşturmaya devam edeceklerinin altını çizdi.

İftar programının protesto edilmesine kadar Saadet Partisi içinde yaşanması beklenmeyen olaylar yaşanıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Birkaç arkadaşı yönlendirmek isteyen olabilir. Ama Milli Görüş camiasının gençlerinin akıllı, makul olduğunu biliyorum. Bu tür provokasyorlara, kandırmalara gelecek çok fazla insan yoktur Milli Görüş içerisinde.

"BÜROKRATİK OLİGARŞİ GÜCÜNÜ ANAYASADAN ALIYOR"
-12 Eylül ile ilgili yol haritanız nedir, Hükümet ile Anayasa değişikliği üzerine ayrı düştüğünüz en önemli noktalar nelerdir?
Bu konu ile daha önce çalışma yaptık. Bir kez daha gördük ki Türkiye'de anayasa konusunda kafası en net, söyledikleri en açık olan parti Saadet Partisi. Yol haritası en net olan bizim partimizdir. Daha Türkiye anayasa değişikliğini konuşmadan ben deniz 3 Kasım 2008'de -genel başkan olduktan 1 hafta sonra- Türkiye'nin ihtiyacının geniş, demokratik, katılımcı bir anayasa olduğunu ve bu anayasanın da sadece kapalı kapılar ardında yapılmasının değil, o anayasanın da millet tarafından seçilecek anayasa meclisi tarafından yapılması gerektiğini yöntem olarak dile getirmiştim. Ardından da hükümet Parlamento'da bu anayasa değişikliği ile ilgili çalışmalarına başladığında bu paketi sunmuşuz. Bizim pakette Anayasa değişikliği paketinde asgari düzenleme olarak olması gerekenler bulunmaktadır. Referandum konuşmalarında o kadar çok şey söylemişiz ki, Türkiye'nin 30-40 yıl önünde olan şeyler. Bunlar içerisinden hükümetin teknik detay olarak aldıkları da var. Hükümetin ortaya koyduğu paket, bizim teklif ettiğimiz pakete göre hayli geridir. Büyük bir reform niteliği taşımamaktadır. Ama sonuçta Türkiye'de temel sorun nedir? Türkiye'de gücünü anayasadan alan bir bürokratik oligarşi var. Aslında bunlar anayasal kurum ve kuruluşlar ama millet tarafından denetlenmeyen, millete hesap vermeyen, seçilmemiş bir takım kurum ve kuruluşlar Türkiye'de siyasetin üzerinde büyük yetkilere sahip. Böyle baktığınız zaman bu yapı esasında bütünüyle vaseyatçi bir sistemi ortaya koyuyor. Adı demokrasi olsa da bir bürokratik oligarşi oluşturuyor. Bu oligarşik sistemi değiştirip millet egemenliğinin önünü açmaktan başka Türkiye'de yol görünmüyor. Demokrasiyi sağlamanın başka hiçbir yolu da yoktur. Bunu sağlayabilmek için yapılacak çalışmalar da birkaç yıl ya da daha fazla sürecek bir süreçtir. Bunun için de bir yerinden başlanması gerekiyordu.

"13 EYLÜLDE 'HAYIR' DİYECEĞİZ"
-Ne zaman başlanması gerekiyordu?
Aslında bu millet AK Parti hükümetine 3 Kasım 2002'de 22 Temmuz 2007'de adam gibi bir anayasa yapıp topyekûn reform süreçlerini başlatması için yetki vermiştir. Ama maalesef AK Parti bu yetkiyi bugüne kadar kullanamamıştır. Evet 411 milletvekili ile bir anayasa değişikliği yaptı ama sonra Başbakan da kabul etti ve "MHP'nin oltasına takıldık" dedi. Zaten orada da iptal gerekçesiyle birlikte de Anayasa Mahkemesi dedi ki "Kardeşim ben kendimi senato konumuna getirdim. Ben parlamentonun üstündeyim. Parlamento kaç kişiyle anayasa değişikliği yaparsa yapsın, benim istemediğim şey olmaz". İşte bunun için yeni bir anayasaya ihtiyaç var diyoruz. Şu an Türkiye'de siyasal sistem kitlenmiştir, bunun açılması lazım. Konu ile ilgili tüm görüşlerimizi ortaya koymuşuz. Ben Türkiye kamuoyu ile de bunları paylaştım. Paylaşmaya da devam edeceğim. Reform niteliğinde bir anayasa değişikliği paketi olmasa da olmlu yönde atılmış bir adımdır. HSYK'nın yapısı, Anayasa Mahkemesi'nin yapısı, 145. maddenin değiştirilmesi, geçici 15. maddenin değiştirilmesi, sendikal iyileştirmeler, bireysel özgürlüklerin genişletilmesi... Bütün bunlara baktığınız zaman hepsi olumlu. Türkiye'nin demokratikleşmesi ile ilgili olarak müspet gördüğümüz adımlardır. Bir yola gireceğiz, bu yol uzun bir yol. Bu istikamette 10 adım atılacak şimdi. Geri adım atalım diyemeyiz. Önce bu 10 adımı atacağız, onun için bu referandumda en yüksek seviyede evet çıkması için gayret göstereceğiz. Ama 13 Eylül sabahında da diyeceğiz ki "Hayır, şimdi yeni bir anayasa istiyoruz". Yöntem olarak nasıl yapılacağını, bu anayasanın içeriğinde neler olacağını kamuoyu ile paylaşarak bunları söylüyoruz. Bunun için de diyeceğiz ki "Şimdilik evet".

"KILIÇDAROĞLU'NUN YERİNDE OLSAYDIM"
-Başbakan da bir mitingde "Adım adım... Bu paket 12 Eylül'den sonra daha da genişleyecek" demişti. Yani arzu edilen anayasanın Anayasa Mahkemesi'nden hemen bugün geçeceğini bilse zaten sizin önerdiğiniz geniş paket ya da benzeri genişlikte paket üzerinde çalışmaz mıydı?
Bir kere şunu söyleyeyim: Hükümet parlamentodaki anayasa görüşmelerini bile iyi yönetemedi. Parlamentodaki anayasa görüşmelerini hatırlayın. Tekmeler, kavgalar, hakaretler... CHP ve MHP zaten baştan beri sürekli olarak "Biz hiçbir değişiklik yapılmasını istemiyoruz" dediler. Yani bir kere CHP ve MHP bürokratik oligarşinin yanında durdu. Ben Kılıçdaroğlu'nun yerinde olsaydım, CHP Genel Başkanı olunca yapacağım ilk iş referandumla ilgili Anayasa Mahkemesi'ne yapılan iptal başvurusunu geri çekmek olurdu. Bunu yapmış olsaydı CHP'nin gerçekten demokrasiyi istediğini ortaya koymuş olurdu. Maalesef gücünün yetmediği yerde, milletten alamadığı gücü yargıdan, Anayasa Mahkemesi'nden, bir takım bürokratik oligarşinin gölgesinde bu desteği bulmaya çalışıyor. Türkiye'de yanlış olan şey bu.



"AK PARTİ STATÜKOYU YALNIZLAŞTIRAMADI"
-Yıllardır toplumun tüm kesimi mevcut anayasanın değişmesini istiyor. Ortak kanaat neden işe yaramadı?
Bu millet yıllardır "Aman 12 Eylül Anayasası değişsin" diyor. Üniversiteler, barolar, özgürlükçü kesimler, sivil toplum kuruluşları, toplumun çok farklı kesimleri bunu istiyor. 3-4 yıl evvelini düşünün, herkes bunu istiyordu. Hükümetin özellikle 22 Temmuz 2007'de aldığı yüzde 47'lik destekle bu çözülebilirdi. 367 garabeti var, 27 Nisan muhtırası var. Olağanüstü hallerle Türkiye'nin önü kesilmeye çalışılıyor. Bu siyasal iklimi AK Parti hükümeti kullanıp süreci herkese açsaydı, "Anayasa yapmak sadece iktidarın işi değildir" deseydi, toplmun tüm kesimlerini sürecin içine sokabilseydi, o zaman işte statüko çok yalnızlaşacaktı. AK Parti bunu başaramadı. "Sürekli ayağımızdan çektiler" diyorlar. Zaten adamların niyeti belli. Sürekli ayaklarınızdan çekecekler tabii ki. Ardınızda bu kadar halk desteği ve çok geniş çevrelerin desteği varken bunu başarabilirdi ama AK Parti süreci iyi yönetemedi.

CUNTA HESAPLAŞMASI SÖYLEMİ DAHA ÇOK "EVET" GETİRİR Mİ?
-Tabii olarak AK Parti hükümeti başta olmak üzere "Evet" isteyen partilerin liderlerince referandumun "Cunta ile hesaplaşma" şeklinde verilmesi "Evet" adına doğru bir metot mu sizce?
Bence doğru bir metot. Çünkü bu halk 1980'le birlikte hiçbir zaman cuntanın yanında olmadı. Bu milletin böyle bir özelliği var. Kardeş kavgası istemiyordu tamam ama bu ayrı bir şey. Tanklar sokağa çıktığında devlet geleneğinin etkisiyle belki sesini çıkarmıyor. 27 Mayıs'ta da, 12 Eylül'de de, 28 Şubat'ta da, 27 Nisan'da da bu böyleydi. Millet ne zaman ses çıkardı, cunta müdahale etmek istediği zaman. Kenan Evren "Sakın buna oy vermeyin" diyor, millet de "Ya öyle mi al sana oy" diyor ve Rahmetli Özal'ı yüzde 43 ile iş başına getiriyor. 28 Şubat'ta çok başarılı bir hükümeti, 58. Hükümeti saf dışı ediyorsunuz; millet, Erbakan'ın devamı sandığı partiyi tek başına iktidara getiriyor. 27 Nisan Muhtırası'ndan önce AK Parti'nin oy oranı yüzde 26, muhtıra sonrası yüzde 47. Bu millet askerî vesayete karşıdır. Ama devlete bağlı olduğu için, büyük bir devlet geleneğinin içerisinden gelen bir halk olduğu için sesini çıkarmıyor. Ama gidip sessiz sedasız sandıkta hesabını soruyor.

"BAŞBAKAN REFERANDUMU MU ANLATIYOR, İCRAATIN İÇİNDEN PROGRAMI MI YAPIYOR?"
-Referandum mitinglerinde üsluplar nasıl?
12 Eylül'de oylanacak olan AK Parti değildir. Ama CHP ve MHP meydanlarda hep böyleymiş gibi davranıyor. Bütün meydanlarda da Sayın Başbakan bu işi "İcraatın İçinden' programına döndürdü. Hayır. Referandum, hükümetin icraatlarının konuşulduğu ya da konuşulacağı bir konu değil. Halka paket anlatılmıyor ki. Kılıçdaroğlu bir gün bile neden hayır dediğini açıklamadı. Gittiği yerde buğday fiyatlarından bahsediyor. Yani millete üstü kapalı, "Kardeşim sen anayasadan falan anlamazsın. Sen buğdayınla uğraş" diyor. Başbakan çıkıp kendi icraatlarını anlatıyor. Burası icraatların konşulacağı yer değil. Git başka platformlarda anlat onu. Başbakan Yardımcısı çıkıyor diyor ki: Evet diyeceklerin yüzde 99'u AK Parti seçmenidir. Bu açıkça milletin oyuna karşı zimmet suçudur.

"TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK PROBLEMİ SOĞUK SAVAŞ SİYASETİ"
-Referandumu anlatırken hükümeti ve muhalefeti bu noktada eleştiriyorsunuz.
Biz hem iktidardan hem de muhalefetten referandum kamplaşma aracı yapmamalarını istiyoruz. Bu bir hükümet güvenoyu oylaması ya da güvensizlik oylaması değil. Bir hukuk metnidir. Tabii ki bu tartışılmalıdır ama bunu yaparken de... Yani bana sorsanız "Türkiye'nin en büyük problemi nedir?" diye, bir numaralı problemi siyasette üsluptur. Birbirini anlamak istemeyen, birbirini düşman gören, birbirine hakaret eden üslup, Türkiye'yi soğuk savaş siyasetine kitliyor. Biri "Recep Bey" diyor, öteki kalkıp "Memur Kemal" diyor. Biri kalkıyor meydanlarda "boy" diyor, öteki "soy" diyor. Kardeşim biz bunları tartışmıyoruz. Bunlar soğuk savaş siyasetidir. Geçti soğuk savaş siyaseti. Soğuk savaş siyasetiyle Türkiye'nin kazanacağı en küçük şey yok. Ne söylüyorsnuz, neye karşı çıkıyorsunuz, neyin yanındasınız? Siyaset, karşıt görüşlü insanlara hakaret etmek, onları dışlamak değildir ki. Siyasi partiler birbirinin rakibidir, düşmanı değildir. Hepimizin programı farklı, farklı önceliklerimiz, farklı stratejilerimiz var. Biz diyoruz ki "Bu programla biz millete daha iyi hizmet ederiz". Bunları söyle. Ama bu tür şeyler doğru değil. "Efendim milletin hoşuna gidiyor". Kurun o zaman Hacivat ile Karagöz sahnesi.



"KENDİMİ CHP VE MHP'NİN YERİNE KOYUYORUM..."
-Anlam veremediğinizi defalarca söylediniz ama CHP ve MHP neden "hayır" diyor özetleyebilir misiniz?
Kendimi CHP ve MHP liderlerinin yerine koyuyorum, hani tamam pakette eksik bulduğumuz taraflar var ama mesela niçin Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'nun yapısı değişmesin diyeyim. Yapısının değişmesi gerekiyor çünkü. 7 tanesini hâkimler savcılar kendi aralarında seçecek. Şu kadarını meslek erbabı içerisinden seçecekler, şu kadarını Yargıtay'dan seçecekler. Daha demokratik bir yapıya kavuşturuluyor. Şimdi öyle mi? Kapalı bir kutu, birbirlerini seçip duruyorlar. HSYK üyeleri Yargıtay ve Danıştay üyelerini, Danıştay ve Yargıtay üyeleri de HSYK'yı belirliyor. Nerede millet? Referanduma götürülen madde eleştiriliyor bazı kesimlerce ama bize göre çok geri. Bizim teklifimiz daha demokratik. Mümkün olan en yüksek oranda milletin bu sürece ktılımını sağlamak. Hatta hâkim ve savcıların seçilmesiyle ilgili üst kurulun oluşumunda parlamentoların bile etkisi vardır. Mesela Geçici 15. Madde ya da Anayasa Mahkemesi'nin yapısının değiştirilmesine nasıl hayır diyeceksiniz?

"İDEAL PAKETİ TOPTAN ÇIKARMAK KOLAY DEĞİL"
-Başbakan sıkça "Ancak bu kadarı geçebiliyor. Arzu ettiğimiz paketi hemen geçirmek istersek, gücünü yasadan alan statüko buna izin vermez. Referandumdan evet çıkmadan bu mümkün değil. Çünkü mevcut anayasayı kullanan statüko buna izin vermez" diyor. Size göre AK Parti nasıl kabahatli?
Tabii ki bunlar kolay değil. Ama zaten siyaset bu. Yani demirden korkan trene binmez. Türkiye'de siyasetin ciddi handikapıdır bu. Bunları geçmişte de yaşadık. Yarın da karşı karşıya kalacağız. Ama Türkiye'de bir şey oluyor. Vesayetçi sistem değişiyor, boğuluyor Türkiye'de. Bu değişimler çok kolay olmuyor tabii. Bunlar tabii ki sancılı olacak. Derin bir çetenin yapacağı bir provokasyon görülüyor, tedbir alınıyor, önleniyor. Ama hatırlayın Türkiye, Maraş, Çorum, Malatya provokasyonlarını ve daha bir çok darbe girişimi ve provokasyonları yaşadı. Türkiye'de bazı kamu görevlileri makamlarını, görevlerini kötüye kullandıkları iddiasıyla gözaltına alınıyorlar, tutuklanabiliyorlar. Çok yüksek düzeydeki sivil ve askerî bürokratlar mahkeme önünde hesap veriyor. Bunlar olumlu şeyler. Türkiye'nin demokratikleşme süreci devam ediyor ama yetersiz. Adını iyi koymak lazım. Vesayetin bir kısmına karşı çıkıp bir kısmını sahiplenemeyiz. Hiç bir vesayetin bir başka vesayetten iyi tarafı yoktur. Vesayetin çeşidi ne olursa olsun olan halka olur. Halkın zarar görmemesi için vesayetin ortadan kaldırılması gerekir. "Ben askerî vesayete karşıyım ama sivil vesayeti kabul ediyorum" diyemeyiz. "Yargı vesayetini kaldıracağız ama ekonomik vesayetin yanındayız" diyemeyiz. Biz Saadet Partisi olarak sivil-asker, yerli-uluslararası, hukuki-ekonomik bütün vesayet düzeneklerine karşıyız. Ve tüm bunların millet tarafından denetlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

AK PARTİ DE KENDİ VESAYETİNİ KURMAYA MI ÇALIŞIYOR?
-Yani sizde mi bazı çevreler gibi bu paketin AK Parti'nin kendi vesayetini kurmak için hazırladığı görüşündesiniz?
Yok hayır ben genel olarak söylüyorum. Yani bu paketle ilgili söylemiyorum. Tam paket üzerine bu cümleyi kurunca yanlış algılanmış olabilir. Bu paketle ilgili değil sözlerim. Geneldir. Mesela somut söyleyeyim: Yüksek Askerî Şura (YAŞ) tartışmaları yaşanıyor.



Burada var (masasındaki Anayasa Paketinde Olması Gereken Asgari Düzenlemeler başlıklı kırmızı dosyayı gösteriyor) bizim AK Parti'ye verdiğimiz teklifte var. Genelkurmay Başkanı, Millî Savunma Bakanına bağlı. Profesyonel ordu tartışmaları yapılıyor. Bizim teklifimizde, profesyonel orduya geçişi sağlayacak anayasal değişiklik var. Bir tarafta YAŞ'a takılacaksınız. Anayasal bir kuruluştur tamam, görevi vardır tamam. Ama hangi demokraside askerin ne zaman nereye terfi edeceğini kim merak eder? Bu, Türkiye'de sistemin çok zor işlediğinin bir kanıtıdır. Genelkurmay Başkanından erine kadar, Cumhurbaşkanından en ücra köşedeki muhtara kadar bütün Türkiye bunu tartıştı. Normalde terfi ve tayinler bakanlığın kendi bünyesi içerisinde ele alınır. Milli Savunma Bakanı YAŞ'a danışır ki yasaya göre zaten Yüksek Askerî Şura bir icra kurulu değil, danışma kuruludur. Yüksek Askerî Şura'da görüşler söylenir, "Biz bakanlık olarak böylme bir terfiyi uygun görüyoruz" der. YAŞ görüşlerini aktarır. Bakanlık kararını verir, kabul edilir ve geçer. Bütün demokrasilerde böyle olmuştur. Ama kusura bakmayın bu vesayete karşı çıkarken IMF'nin, Dünya Bankası'nın, uluslararası ekonomi kuruluşlarının Türkiye ekonomisi üzerindeki vesayetine de karşı çıkacaksınız. Askerî vesayete karşı çıkarken kalkıp "Bu IMF gerçeği. Buna uymak zorundayız" derseniz uluslararası ekonomi denetçilerinin emri altına girmiş olursunuz. Benim kastettiğim budur.

-Referandum tahmininiz nedir?
Halkı tanıyoruz. Bu referandumun sonucu mutlaka "evet" olacaktır ama rakamla tahminde bulunmak gerekirse ben en az yüzde 55 bekliyorum.



KURTULMUŞ MİLLÎ GÖRÜŞ'E UZAK MI?
-Necmettin Erbakan'ın tarif ettiği Millî Görüş anlayışı üzerinde fikir kırılmalarınızın olduğu eleştirileri var parti içindeki karşıtlarda. Neden bunu dillendiriyorlar?
Benim 2 yıl önceki kurultayda yaptığım konuşmaya bakarsanız, Türkiye'nin kabul ettiği bir millî görüş modelini tarif ettiğimi görürsünüz. 1071'de bu topraklarda Sultan Alparslan'ın konuşmasıyla başlayan bir süreç. Hak, hukuk, adalet yani bu görüş, bu topraklarda hep var oldu. Parti içinde arkadaşlarıma hep anlatıyorum. Osmanlı'nın çöküşüyle birlikte bu millet yeniden millî görüşünü ifade edecek bir fikri-siyasi çizgiyi yakaladı. Kim var: Mehmet Akif Ersoy, Ahmet Hilmi, Sait Halim Paşa, Hüseyin Avni Ulaş gibi kişiler siyasi görüşlerini dile getirdiler. Batıcı aydınlar "Osmanlı çözüldü, bunun sebebi: İnançlarımız ve değerlerimizdir" diyorlardı. Bu zatlar da diyorlardı ki: Hayır bizim çöküşümüzün sebebi değerlerimize yeterince sahip olamamızdır. Yeniden bu değerleri üretip güçlendirmeliyiz... Bugünkü Millî Görüş'ün birinci halkası bu diyebiliriz. Sonra ikinci halkası çok partili siyasi hayata bu Milli Görüş, bir günde gelmedi. Uzun yıllar içinde geldi. Orada Necip Fazıl Kısakürek'in, Eşref Edip Fergan'ın, Nurettin Topçu'nun, Sezai Karakoç'un, Cemil Meriç'in, bir sürü fikir üstadının çok büyük katkıları oldu. Yine bunun yanında belki siyaseten ve fikri anlamda değil ama, bu ülkenin manevi dinamiklerini yeniden yakalaması anlamında işte Abdulaziz Beki hazretlerinin, Mehmet Zahit Kotku hazretlerinin, Samki Ramazanoğlu hazretlerinin, Ali Haydar Efendi hazretlerinin, Muhammed Raşit Erol hazretlerinin, Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin, Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin ve ismini sayamadığımız manevi zevatın manevi olarak sürece katkıları oldu. Allah hepsine rahmet etsin. Necip Fazıl ne diyordu, Eşref Edip ne diyordu, Ali Fuat Başgil ne diyordu, Cemil Meriç ne diyordu? Allah uzun ömür versin Sezai Karakoç ne diyor: Yeniden bizim dirilişimiz kendi değerlerimize dönüşümüzdür ve bunlar üzerinde yeni bir dünya inşaa etmemizdir. Allah rahmet eylesin, hepsi bunu başka versiyonlarla söylüyorlardı. Bütün bu fikri-siyasi süreç 1969'da Erbakan Hocamızın öncülüğünde ete-kemiğe büründü. Erbakan hocamın uzun yıllardır söylediklerinin özeti şudur: Biz yeniden kendi değerlerimize, medeniyetimize dönmeliyiz. Ben ve arkadaşlarım da bugün bunu söylüyoruz.



ERBAKAN ÖLÜMLÜDÜR, MİLLÎ GÖRÜŞ ŞAHSİ DAVA DEĞİLDİR
-Millî Görüşçüler Sayın Necmettin Erbakan'ı lider, sizi Genel Başkan görüyorlar, biz böyle görüldüğünü düşünüyoruz. Siz Erbakan'ı nereye koyuyorsunuz?
Bu topraklarda 1071'den beri süren bizim fikri-siyasi çizgimizin 1969'lardan sonra siyaseten ete-kemiğe bürünmesinin öncüsü, lideri Sayın Erbakan'dır. Bize düşen de tüm bu ismini saydığım zevatın yolunda bu hareketi daha ileri götürmektir. Sonraki nesillere daha güçlü bir şekilde devretmektir. Böyle baktığımız zaman -çok net söylüyorum- Sultan Alparslan nasıl ölümlü idiyse, ben de, hocamız da, şu an nefes alıp veren tüm insanlar da ölümlü. Bu dava hiçbir şekilde ölümlü insanların şahsi davası değildir. Numan Kurtulmuş'un şahsi davası değildir. Hiçbirimizin şahsi davası değildir. Hiçbirimizin babasının malı değildir. Bu dava bu milletin bütününün malıdır. Bu topraklardaki bütün geçmişimizin malıdır. Her sözümüzün arkasında bu topraklarda Allah rızası için iş yapmış, onlarca, yüzlerce, binlerce, milyonlarca insanın tecrübelerinin birikimi vardır. Her kim bu uğurda bir şeyler yaparsa, yaptığı katkı oranında, ettiği hizmet nispetinde şerefli oluruz. Milletimizin geleceği için güzel hizmetler yapmış oluruz. Ben bunu böyle söyleyerek de aslında Hocamızın yapmış olduğu hizmetleri daha değerli daha anlamlı görülmesini sağladığımızı düşünüyorum. Bizim davamız kuru bir cihangirlik davası da değildir. Kuru bir şahıs davası da değildir.

-Parti içi kavga ne kadar devam edecek, sonu nereye varacak? Parti bundan zarar görmüyor mu? Ya da Saadet Partisi lehine çevrilebilecek mi?
Kongrede yaşananların sonucudur. Bunlar gelir geçer. Kırgınlıklar biter.

-Anne babanın kavgasından bıkıp, içi acıyarak evini terk eden çocuklar gibi partiyi terk edenler oldu. Hatta "Liderin onuru, Genel Başkanın gururu için" diyerek istifa etti Kayseri İl Başkanınız Mustafa Akkaş. Geri dönecekler mi?
Mustafa Akkaş kardeşimiz bu davaya yıllarca büyük hizmetler verdi, önemli fedakârlıklar yaptı. Çok sevdiğim, hepimizin de çok sevdiği bir insan. Sık görüşürüz. Ama gidenler bir terk etme şeklinde değil, geçici de olsa bu sıkıntıların arasında kalmak istememelerinden kaynaklanmaktadır. Durulmayı beklemektedirler. Bir nüfus kaybımız asla olmaz. Herkes köşesinde beklemektedir. Ayrımcılık yapmayız. Hizmete kilitleniriz. Tek ölçümüz çalışmaktır. Arkadaşlarımızın, bütün teşkilatlarımızın yoğun bir şekilde çalışmasını teşvik edeceğiz. Zaten bu süre içinde yoğun çalışmalar başladığında da hiç kimsenin aklında soru işaretleri kalmayacak, bir arada olacaklardır.

-Partinizin oy oranları ile ilgili yeni çalışma yaptınız mı?
Çok yakın bir tarihte yaptığımız bir çalışma yok. Saadet Partisi'nin son seçimde aldığı oy yüzde 5 buçuk. Yani yüzde 2 idi. Evet bu süre içinde Allah'ın lütfudur, titiz bir çalışmanın takdiridir. Ama siz de takip ettiniz, Saadet Partisi yüzde 5 buçuk oy aldı ama o yüzdenin çok üzerinde ilgiye mazhar oldu. Saadet bu konuda ne diyor, şu konuda ne düşünüyor? Hep bu merak edildi. Mayın konusunda Saadet Partisi ne diyor? IMF konusunda Saadet Partisi ne diyor? Demokratik açılım konusunda Saadet Partisi ne diyor? herkes ilgiyle izledi. Toplumun bütün kesimi. Bütün sözlerimizin diğer partiler tarafından da adım adım takip edildiğini gördük. Bu Allah'ın bir lütfu. Bu, Saadet Partisi'nin gerçek gücünün, aldığı oy oranının kat be kat üstünde olduğunu gösteriyor. Kongre sonrasında da yerden göğe kadar haklı olduğumuz ortaya çıktı. O kadar zaman geçmesine rağmen hâlâ Türkiye'nin en önemli gündem maddesinden biriyse, Türkiye'de iktidar alternatifi Saadet Partisi'dir.

NUMAN KURTULMUŞ KİMDİR?

Prof. Dr. Numan Kurtulmuş (d. 1959, Ünye, Ordu, Türkiye) Türk politikacı, yazar ve Saadet Partisi'nin 26 Ekim 2008 tarihinde yapılan kongresinde seçilen genel başkanı.

Eğitim hayatı

İsmini aldığı dedesi Numan Kurtulmuş, Kurtuluş Savaşı'nda binbaşı olarak görev yapmış ve latin harfleriyle yazılmış ilk Türkçe ilmihal kitabı olarak bilinen Amentü Şerhi'nin yazarıdır.[kaynak belirtilmeli] Lise eğitimini İstanbul İmam Hatip Lisesi'nde aldı. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde lisans eğitimini 1982 yılında ve yüksek lisans eğitiminide 1984 yılında tamamladı.

1988 - 1989 yılları arasında ABD’de Temple University School of Business & Management’da lisansüstü çalışmalarına devam etti. 1990 - 1993 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nde Cornell University New York State School of Industrial & Labor Relations’nda misafir öğretim üyesi olarak görevde bulundu ve doktorasını verdi. 1994 tarihinde İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde doçent oldu. 2004 yılında ise profesör ünvanını aldı.

“Sanayi Ötesi Dönüşüm” ve “İnsan Kaynakları Yönetiminde Japonya Modeli” adlı kitaplarının yanında “Stok Yönetiminin Data Base Yaklaşımıyla Entegre Edilmesi” ve “Model İnsan Tipi Açısından Endüstri İlişkilerindeki Değişim” konularında yüksek lisans ve doktora tezleri ve birçok yayımlanmış makalesi mevcuttur. Eğitimini tamamladığı İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde sosyal siyaset, çalışma ekonomisi ve insan kaynakları yönetimi öğretmenliği yaptı. Akademik yaşamına İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde devam etti. Ayrıca, çeşitli uluslararası ve Türk kuruluşların sempozyum ve seminerlerinde konuşmacı olarak yer aldı.Ayrıca şu anda İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Ekonomi Hocalığı Yapmaktadır.

Siyaset hayatı

1998 yılında siyaset yaşamına Necmettin Erbakan'ın yanında girerek Fazilet Partisi İstanbul İl Başkanı ve Genel İdare Kurulu üyesi olarak görev yaptı. 2001 yılında Fazilet Partisi'nin kapatılmasından sonra ise Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı ve genel başkan yardımcılığı görevlerini birlikte yürüttü. 25 Ekim 2008 tarihine kadar Saadet Partisi’nde siyasi işlerden sorumlu genel başkan yardımcısı olarak görev yaptı. 17 Ekim 2008 tarihinde ise Saadet Partisi genel başkanı Recai Kutan yapmış olduğu basın toplantısında 26 Ekim 2008 günü Ankara'da yapılacak kongrede tek genel başkan adayı olarak Numan Kurtulmuş'un katılacağını açıklamıştı. Ankara'da Saadet Partisi 3. Büyük Kongresi adı ile Atatürk Kapalı Spor Salonu yapılan kongre sonucunda kullanılan 946 oyun geçerli olan 924 oyunun hepsini alarak Saadet Partisi  genel başkanı olmuştur. 11 Temmuz 2010'da Ankara'da yapılan 4. Olağanüstü Kongre'de tek aday olarak katılan Numan Kurtulmuş yeniden genel başkanlığa seçildi. Aynı kongrede partinin genel idare kurulu ve yüksek disiplin kurulu üyeliklerinin belirlenmesi için yapılan seçimlerde Necmettin Erbakan'ın desteklediği ve Milli Görüş'ün kurucuları ile Erbakan'ın yakınlarının ağırlıkta olduğu yeşil listeye karşılık Numan Kurtulmuş'un desteklediği beyaz liste seçildi. Yeni isimlerin yer aldığı beyaz listenin seçilmesi Necmettin Erbakan ve Milli Görüş hareketinin kurucularının Saadet Partisi'nin yönetiminden tasfiyesi olarak değerlendirildi.

HaBertaraf.com

Özel Röportajlar Haberleri