Zaman.com.tr, Etyen Mahçupyan'ın bugünkü 'Manevi Yalnızlık Sendromu' başlıklı yazısındaki cemaat ironisini yanlış anladı ve sayfadan yazıyı kaldırdı.
İÇİNDE "CEMAAT" GEÇEN YAZIYI YANLIŞ ANLADILAR
Mahçupyan'ın yazısında yer alan "Herkes bu cemaatin yapaylığını, sahteliğini, arkadan vurma ve kenara terk etme özelliğini biliyordu. Görünürde sosyalleşme yoğunluğu içinde kendini kaybeden, her toplantının aranan insanı olan bu aydınlar, aslında manevi bir yalnızlık yaşadılar ve halen yaşamaya devam ediyorlar. Gerçek arkadaşları olmadı… Hiçbir muhtemel arkadaşlığa itina göstermeyi bilemediler. Kendilerini samimi bir şekilde başkalarına açma yeteneklerini çoktan kaybetmişlerdi belki de…" bölümün Fethullah Gülen cemaatine yazıldığı sanıldı ve yazı siteden kaldırıldı.
Halbuki, yazının tamamını hatta sadece ilk cümlesini bile okusalardı Mahçupyan'ın orada kastettiği cemaatin, aydınlar olduğunu anlayacaklardı.
Mahçupyan'ın yazısını Fethullah Gülen cemaatine atfeden site, çareyi yazıyı siteden kaldırmakta buldu.
Mahçupyan'a uygulanan bu sansür, Türkiye'de basının özgür olmadığından dem vuran Gülen medyasının özgürlük anlayışının sınırlarını da ortaya koymuş oldu.
İşte o yazı:
Aydınlar bu ülkede daima dar bir cemaatin parçası olarak kendilerine yer buldular ve hemen her değişim dalgasında insiyaki olarak o cemaate daha da tutundular.
Gazeteciliğe herhangi bir yerinden bulaşmış olanlar için söz konusu cemaatin içinde olmak çok daha kritikti. Orada kendilerini bir elit dünyada, bir kurtarılmış bölgede, tanrıların katında hissettiler. Her şeyi bilen ama topluma bildiklerinin ancak bir kısmını söyleyen, görünen gerçekliğin arka planına vâkıf insanlardı. Üstelik hemen hepsinin hali vakti de yerindeydi. Merkeze kapağı atmış olmanın imtiyazını kullanıyor, birbirleri hakkındaki bilgi ve kurdukları ilişki sayesinde kendilerini vazgeçilmez kılıyorlardı.
Cemaatin dışında kalmak sosyalleşme imkânını kaybetmek, köylülüğün içine atılmak demekti. Birilerinin doğum günlerine davet edilmiş olmak, orada mümkün olduğunca çok insanla ‘eşdüzeyli’ temasta bulunmak, karşındaki kişiyle sevmesen ve sevilmesen de şakalaşmayı becerebilmek işin asgari maharetiydi.
Ama herkes bu cemaatin yapaylığını, sahteliğini, arkadan vurma ve kenara terk etme özelliğini biliyordu. Görünürde sosyalleşme yoğunluğu içinde kendini kaybeden, her toplantının aranan insanı olan bu aydınlar, aslında manevi bir yalnızlık yaşadılar ve halen yaşamaya devam ediyorlar. Gerçek arkadaşları olmadı…
Hiçbir muhtemel arkadaşlığa itina göstermeyi bilemediler. Kendilerini samimi bir şekilde başkalarına açma yeteneklerini çoktan kaybetmişlerdi belki de… Son dönemde etrafındaki başka yazarlara saldıran, fikirleri tartışmaktansa pozisyon kavgası yapan eski kuşak gazeteci aydınların esas meselesi bu manevi yalnızlık halinden çıkamamaları.
Aslında nicelik açısından etraflarının epeyce dolu olduğunu tahmin edebiliriz. Ama bu durum iç dünyalarındaki akut rahatsızlığı gidermiyor. Çünkü etraflarını beğenmiyor, ama söyleyemiyorlar… Geçmişte de böyleydi belki ama o zaman beğenmediklerinin zekâsına ve popüler kültürüne medyundular. Oysa şimdi etraflarında kalitesizlik görüyor ve bunu içlerine sindirmenin yolunu ‘rakiplerini’ bir biçimde bel altından vurmakta arıyorlar. Kendileri de farkında ki bu aydın tavrı bir tür bataklıktan farksız. Nedeni ise üstlendikleri pozisyonun entelektüel hareket alanını son derece kısıtlıyor olması.
Kategorik AKP yandaşlığı veya karşıtlığının her ikisi de entelektüel açıdan bir intihar ve söz konusu aydınlar ‘karşıtlık’ pozisyonunun içinde debelenirken, bir yandan da hak etmediklerini bir türlü idrak edemedikleri ‘saygının’ kendilerinden esirgendiğini görüyorlar. Oysa Başbakan’ın üslubuna takılmaktansa, toplumda neler olup bittiğini anlamaya çalışabilirlerdi. Anlayabilirler miydi bilemeyiz, ama hiç olmazsa saygınlığı olan bir çaba çıkartmış olurlar ve o zaman Başbakan eleştirileri de toplum nezdinde daha kıymetli olabilirdi. Ne var ki bu gazeteci aydınlar söz konusu fırsatı kaçırdılar ve kendilerini giderek daralan bir yola hapsettiler. Çünkü artık farklı, nesnel, dürüst ve samimi bir duruş onlara yenilgi gibi geliyor.
Eleştiri dozunu artırmanın da bir faydası olmuyor, çünkü aynı yüzeysel ve basmakalıp tespitleri daha ağır olmasına çalıştıkları cümlelerle tekrarlamaktan öteye geçemiyorlar. Dolayısıyla hakaret etme ihtiyacı içinde olmalarını anlayışla karşılamamız gerekiyor. Kızgınlar… Yenilmiş hissediyorlar… Ve kendilerini iyi hissedebilecekleri yeni bir pozisyon yaratamıyorlar. Gazeteci olmaktan çıkıp fahri siyasetçiliğe soyunduğunuz zaman anlama çabasını da bir kenara bırakırsınız. O zaman elinizde sadece savunmak istediğiniz pozisyon kalır ve bazı pozisyonlar maalesef analiz yapmaya müsait değildir. Argümanlarınız derinleşmez ve ciddiye alınmaz. Siz de kendinize yandaş aramaya çıkar ve bu toplumu anlamayan bir sürü şahit tutarsınız. Ama atılan her adım sizi toplumsal zeminden uzaklaştıracak, cemaatinizin içine hapsedecek, sizi ona mahkûm hale getirecektir.
Giderek yenilginin ve kapasite eksikliğinin hakim olduğu bir atmosfere bağımlı olurken nefes almanız da zorlaşacaktır. Bu duruma çare önerebilmek kolay değil ve zaten bana da düşmez. Ama zihinsel melekeleri hiç de azımsanmaması gereken bazı gazeteci aydınların bile böyle bir noktaya savrulmuş olmaları tek kelime ile israf. Yaptıkları hakaretler de tahmin edileceği üzere etkili değil, çünkü bizim onları ciddiye alabilmemiz için önce onların kendilerini ciddiye alması gerekiyor.