Görünmeyen Üniversite’nin Yazarı “Güzel Adam”

Gürdoğan’ın birçok özelliği yanında geniş kitlelerin gönlünde yer etmesine vesile olan bir yönü de, Mehmed Zahid Kotku (R. Aleyh) Hocaefendi’nin ve İskenderpaşa Camii ile sembolleşen hizmetin anlatıldığı “Görünmeyen Üniversite” kitabının yazarı olmasıdır.

Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi 28 Mayıs Cumartesi günü özel bir programa daha ev sahipliği yaptı. “Değerle Yürüyenler” başlıklı programın bugünkü konuğu Profesör Doktor Ersin Nazif Gürdoğan’dı. Gürdoğan’ın edebiyatçı, akademisyen ve benzeri birçok özelliği yanında geniş kitlelerin gönlünde yer etmesine vesile olan bir yönü de, Mehmed Zahid Kotku (R. Aleyh) Hocaefendi’nin ve İskenderpaşa Camii ile sembolleşen hizmetin anlatıldığı “Görünmeyen Üniversite” kitabının yazarı olmasıdır. Habername yazarı Recep Koçak’ın da konuşmacı olarak katıldığı program, katılımcıların dimağında unutulmaz bir lezzet bıraktı.

Prof. Dr. Nazif Gürdoğan “Yedi Güzel Adam”dan biri olarak edebiyat dünyamızda edindiği bu özel yeri ile bir meşale gibi gençlerin yolunu aydınlatan müstesna bir isim. Yeni Dünya Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Mahmut Bıyıklı’nın yönetiminde, Nazif Hocanın bildiğimiz yönlerini daha iyi anlamız, bilmediğimiz taraflarını keşfetmemiz için hazırlanmış hoşsohbet bir program gerçekleşti.

Mahmut Bıyıklı ilk olarak Nazif Hocanın kısa özgeçmişini dinleyicilerle paylaştı. Ersin Nazif Gürdoğan, 1945 yılında Eskişehir’de doğdu. Üniversite eğitimini İTÜ’de Makine Mühendisliği alanında yaptı. İ.Ü. İşletme İktisadı Enstitüsünün uzmanlık programını 1968 yılında tamamladı. Devlet Planlama Teşkilatında 1968 ve 1972 yılları arasında proje değerlendirme uzmanı olarak çalıştı. Bu arada bir yıl İngiltere’de incelemelerde bulundu. Erzurum Üniversitesinde 1972’de akademik çalışmalara başladı. Görevini 1976’da A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesine aktardı. Doktora çalışmasını 1975’de bitirdi, 1987’de doçent, 1994’de profesör oldu. Mavera dergisinin kurucularından olan Gürdoğan evli ve üç kız çocuğu sahibi, Yeni Şafak gazetesi köşe yazarıdır.

Değerle Yürüyenler başlığı ile devam eden program ”Bizi biz yapan bütün değerleri üzerinde, yüreğinde taşıyan Nazif Gürdoğan Hocanın, bir akdemiysen olsa da o, önce derviş ruhlu bir adamdır, tezini zarif bir anlatımla ortaya koydu. Öyle bir derviş ki kendisinin “Yedi Güzel Adam”dan biri olup güzellikler ortaya koyduğunun ifade edilmesiyle yüzü kızaran, “Kişinin kendisini anlatması çok zordur, onun içindir ki o kişiyi en iyi dostları anlatır.” Diyen şair dostu Cahit Zarifoğlu’nun ifadesiyle tevazu sahibi bir insan olduğunun ip uçlarını verdi.

 Mahmut Bıyıklı ilk olarak Eskişehir’de dünyaya gelişiyle başlayan hayatının çocukluk, gençlik ve eğitim dönemi ile aile hayatını; nasıl bir irfan dünyası, kültür atmosferinde bugünlere gelişinin öyküsünü sordu. Nazif Hoca “Bizim kültürümüz dervişlik kültürüdür. Sadeliği seven, yalın bir kültürdür. Anadolu insanıyım, 68 kuşağındanım. Her ne kadar övünenler olsa da çok şanssız bir kuşaktır. O yıllarda üniversitedeydim. Öğrenci olayları Amerika’da başladı, Avrupa’ya yayıldı; oradan da Türkiye’ye sıçradı. Sağ-sol çatışmalarının binlerce üniversiteli genci heder ettiği yıllardı. “Gerçekçi ol, imkânsızı iste!” sloganlarının havada uçuştuğu yıllarda bizim kuşak bu çatışmanın içinde yer almadı. 68 kuşağının içinde bambaşka bir kuşaktı. Ne Marksizm ne de başka bir ideoloji gözümüzü kamaştırmadı. Bizim kuşağımızın öncüleri Necip Fazıl Kısakürek’ti, Yahya Kemal Beyatlı’ydı; bugünlere gelirsek Sezai Karakoç’tu, Nuri Pakdil’di. Dergiler adeta o dönem bu gençleri koruyan ve geliştiren bir sığınak vazifesi gördü. Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su, Sezai Karakoç’un Diriliş’i, Nuri Pakdil’in Edebiyat Dergisi vardı. Mavera ise yazarlarıyla anılan bir dergiydi. Hangi yazarının adı geçse orada bütün yazarları da zikredilirdi. Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, M.Akif İnan, Alaeddin Özdenören, Erdem Bayazıt, Ersin Nazif Gürdoğan, Hasan Seyithanoğlu. Bizim kuşağın şekillenmesinin en büyük vesilesi Mavera dergisidir. Bugünlerin oluşmasında derginin çok etkisi oldu. Necip Fazıl’ın ” Kendi cebimizde kaybettiğimiz güneşi Avrupa’da aramayalım. Sosyalizm, Marksizm aradığı ne varsa gelsin onu İslam’da bulsun.” Düsturu bu kuşak üzerinde oldukça etkili olmuştur. Mavera bu görüşü daha dinamik ve yaygın hale getirdi.

Türkiye’nin edebiyat dünyasını edebiyat dergileri oluşturdu diyebiliriz. Bir de ruh dünyasını oluşturanlardan, görünmeyen üniversitelerden bahsedelim dedi Mahmut Bıyıklı. Bir insanı tanımak için üç kritere bakmalı der… Bir adam ilk olarak Osmanlı’yı sevmeli, ikincisi tasavvuf kültürünü sevmeli, üçüncüsü de ırkçılık yapmamalı. Onun için tasavvuf bizim medeniyetimizin özetidir. Yunussuz, Mevlanasız, Hacı Bayramsız, Hacı Bektaşsız, tasavvufsuz bir Anadolu düşünülemez. Biz Avrupa’ya nasıl gittik diye Yahya Kemal’e sormuşlar. O da “Biz Avrupa’ya Mesnevi okuyarak gittik.” der. Kültürümüzün en önemli besin kaynağı Mesnevi olmuştur. Kafkaslarda, Ortadoğu’da, Balkanlardaki asırlık kalıcı serüvenimiz Yunus ve Mevlana ile olmuştur. Gönülleri kazanmakla olmuştur. Adım attığımız bütün topraklarda silah gücünden çok sevginin gücüyle yol almışız. Elbette ki dergâhlar önemlidir. Mahmud Sami Ramazanoğlu, Mehmet Zahid Kotku gibi isimler geçmişimizin gönüller yapan neslinin devamıdır. Sonradan Müslüman olan başarılı akademisyen Hamit Algar Saraybosna’dan Semerkant’a kadar bütün Nakşî dergâhlarını gezer; incelemeler yapar. Neredeyse ilk günkü halini koruyan ve değişik coğrafyalarda uygulanışının aynı olduğunu ortaya koyar.

Görünmeyen Üniversitelerin edebiyat, ruh dünyamızı yoğurduğu gibi siyaset dünyasını da yoğurmuştur. Turgut Özal’ın ülke yönetimine getirdiği soluğun önemli çıkış noktası tasavvuftur. Mehmet Zahid Kotku ile olan münasebetidir. Kendisi gençleri çok sever. “Bu gençler ülke yönetiminde söz sahibi olacak.” diyerek öngörüsünü ifade eder. Toplu iğne bile üretemeyen bir ülke teknik üniversiteli gençlerin gayreti ve erenlerin himmetiyle üretim yapar hale gelmiştir. Necmettin Erbakan, Sabahattin Zaim gibi isimleri de anmak gerekir.

Tüketim çılgınlığının yaşandığı günümüz dünyasının hastalıklarına yine tasavvufun tedavi reçeteleri sunduğunu ifade etti. Veren el olmanın, üreten toplum olmanın önemini vurguladı. Tüketirken bir lokma bir hırka düsturuyla, üretirken dur durak bilmeksizin hareket etmek gerektiğini söyledi. Tasavvufun insan ve toplum hayatını, edebiyatı, sanatı, siyaseti kuşatan muhteşem bir ruh iklimi olduğunun altını çizdi. Ayrıca dostları Recep Koçak, Hasan Taşçı, Sermet Demircioğlu, Osman Bayraktar, Orhan Kaymak, Davut Pehlivan, Yalçın Kaya gibi güzide dostları da Ersin Nazif Gürdoğan’ın dost ve bütünleştirici kimliği ile akademisyen ve yazar olarak kimliğini ortaya koydular.

 “Gül alırlar gül satarlar/ Gülden terazi tutarlar/ Gülü gül ile tartarlar/ Çarşı pazar güldür gül”

 diyen Ümmi Sinan’ın sözünü ekleyerek “Gül Medeniyeti” olduğumuzu vurgulayarak bu medeniyetin zarafetine yakışır bir biçimde yaşamak duasıyla program nihayete erdi. Biz de Yedi Güzel Adamdan birinin muhabbetinin bereketinden sonra “Yedi Güzel Adam” şiirinin güzel birkaç mısrasıyla bitirelim.

 Yedi adam biri bir gün

bir aşk bir gün

gereğini belledi

ölüm girse koynuna

Ayırmaz aşkı yanından (ACZ)

 

Remziye Söbe

HaberKültür.Net

  

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Kültür-Sanat Haberleri