Hasan Cemal'den salvolar

Bizdeki yargı düzeni birçok bakımdan çarpıktır, Avrupa demokrasilerinden uzaktır. "Yargı da, asker de ‘hukuk’un üstünde olamaz"

Yargı da, asker de ‘hukuk’un üstünde olamaz, eğer demokrasi diyorsak...

Bu konuda belki de en çarpıcı örnek, yargı organlarına üye seçiminde izlenen yöntemdir.

Bizdeki model Avrupa demokrasilerinde yoktur. Çünkü Türkiye’de yargı organlarına yapılan üye seçimlerinde yasama organıyla bağ tümüyle koparılmıştır.

Bunu yapan da 1982 Anayasası’dır, yani 12 Eylül’ün darbe anayasası...

Türkiye’de Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde Meclis yoktur.

Oysa Almanya’da Anayasa Mahkemesi üyelerinin tümü parlamento tarafından seçilir.

Polonya’da da öyledir.

Macaristan’da da öyledir.

İspanya’da Anayasa Mahkemesi üyelerinin büyük çoğunluğu siyasal organlarca, parlamento ve hükümet tarafından seçilir.

İtalya ve Portekiz’de de öyledir.

Fransa’da Anayasa Konseyi’nin 9 üyesinden 3’ü cumhurbaşkanı tarafından, 3’ü Millet Meclisi Başkanı tarafından, 3’ü Senato Başkanı tarafından seçilir.

Amerika’da ise anayasal yargıyı temsil eden Yüksek Mahkeme üyelerinin tamamı, Başkan tarafından Senato’nun onayıyla seçilir.(*)

Ve aklı başında hiç bir kul çıkıp da, bu seçim modeli yüzünden bu ülkelerde ‘yargının bağımsız olmadığı’nı ya da ‘yargının siyasallaştırıldığı’nı, yargının hükümetlerce kullanıldığını öne sürmez.

Öne sürmez, çünkü yargının oluşumunda izlenen yöntem konusunda millet iradesi bağını  yok etmenin yanlış olduğunu bilir.

12 Eylül darbesinden önce bizdeki seçim modeli de pek farklı değildi. 27 Mayıs darbesinin ürünü olan 1961 Anayasası’na bakalım:

Anayasa Mahkemesi’nin 15 asil üyesinin 3’ü Meclis, 2’si Senato tarafından seçilirdi. 12 Mart darbesinden sonra yapılan anayasa değişikliklerinde de bu modele dokunulmadı.

Buna karşılık 12 Eylül darbesiyle birlikte her şey altüst edildi. Demokrasi ve hukuk devletinin kolu kanadı fena halde kırıldı. Seçim sandığından çıkan organların, parlamento ve hükümetin eli kolu sımsıkı bağlanmaya çalışıldı.

Bu bağlamda, yargı bağımsızlığı derken konu bilinçli olarak abartıldı ve yargı, askerin yaptığı darbe anayasasıyla yasama ve yürütmenin üzerinde mutlak bir güç olarak konuşlandırıldı.

Bizde şimdi Yargıtay ve Danıştay üyeleri, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu(HSYK) üyelerini seçiyor. HSYK üyeleri de, Yargıtay ve Danıştay üyelerini seçiyor.

Taha Akyol’un deyişiyle, tam bir al gülüm ver gülüm sistemi...

Bu bir ‘kapalı kast sistemi’dir.

Demokrasilerde böyle şey olmaz.

HSYK ile ilgili olarak şu söylenebilir:

Bazı Avrupa demokrasilerinde böyle bir organ yoktur. Olanlarda ise atamalar, örneğin İngiltere, İsveç ve Çek Cumhuriyeti’nde devlet başkanı ya da hükümete, Almanya’da ise eyalet yönetimlerine bırakılmıştır 

Bu konularla ilgili olarak Venedik Komisyonu şöyle der:

“Bir yanda yargı bağımsızlığı ve kendi kendini yönetimle, öte yandan yargı organı içinde korporatizmin olumsuz etkilerinden kaçınmak için yargı organının zorunlu hesap verme yükümlülüğü arasında bir denge kurulmalıdır.”

Bizde ise denge yoktur.

Denge, 12 Eylül 1980 sonrası bir darbe anayasasıyla seçim sandığından çıkan organlar aleyhine bozulmuştur.

Bizde oyunu yargıyla asker birlikte oynuyor. Bu açıdan en çarpıcı örnek, 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçimidir. 367 + Muhtıra ile Meclisin tercihi engellenmiştir.

Bir başka örneğe gelince...

Asker kişilere sivil yargı yolunu açan yasal düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olmasıdır.

Ya da en son örnek:

Erzincan’daki Ergenekon’u da kapsayan soruşturmadaki gelişmelerin Üçüncü Ordu Komutanı’na da dokunduğu anlaşılınca, ilgili savcıların HSYK tarafından apar topar görevden alınmaları... 

Sözü uzatmak yersiz:

Ne yargı, ne asker ‘hukuk’un üstündedir!

Türkiye, ikinci sınıf demokrasiye razı olmayacaktır. 

————————————-

* Bu yazımı yazarken, Prof. Dr. Ergun Özbudun’un yeni çıkan “Türkiye’nin Anayasa Krizi” isimli yeni kitabından(Liberte Yayınları) yararlandım.

 HASAN CEMAL-MİLLİYET

Medyanaliz Haberleri