Kendisi olmasa bile çağrısı can sıkıyor(!)

Seyyid Kutup'un insanoğlunun egemenliği yerine Allah’ın egemenliğinin hakim kılınması çağrısı, Mısır devletinin uykularını kaçırmaya devam ediyor

Seyyid Kutub, -sözde- Nasır rejimine karşı başarısız bir komplodaki rolü nedeniyle 1966’da infaz edildi. Ancak onun, insanoğlunun egemenliği yerine Allah’ın egemenliğinin hakim kılınması çağrısı, Mısır devletinin uykularını kaçırmaya devam ediyor. 8 Şubat 2010’da İhvan liderliği için yapılan ihtilaflı seçimin ardından, Mısır’ın “Mübarek” rejimi, İhvan-ı Müslimîn’in (Müslüman Kardeşler) önde gelen ideologlarından olan Seyyid Kutub’un düşüncelerinden ilham alan radikal bir örgüte mensup olmak suçlamasıyla, muhafazakâr kanatta yer alan üç tane önde gelen İhvanı –İsam el-Aryan, Muhiy Hamid ve Abdurrahman el-Berr’i– tutukladı. Tutuklananlar, kesinlikle şiddete dayalı siyasi değişime adanmış gizli bir örgüte mensup değillerdi, hiçbir zaman da olmadılar. Bununla beraber, kendi ifadeleri ile Kutub’u İslamî hareketin ete kemiğe bürünmüş hali olarak kabul ettiler. Böyle yaparak da Mısır hükümetinin, devrimci fikirler taşıyan bir hareket olarak İhvan-ı Müslimîn’e kanca atmasına izin vermiş oldular.
 
Bahsi geçen risklere rağmen, çoğu liderlik konumunda olan önemli sayıda İhvan, neden Seyyid Kutub’a başvurmaya devam ediyor? Kuşkusuz kendini politik olarak Kutub’un saklı kalan düşüncesini muhafaza etmeye adamış pek çok İhvan mevcut. Bu durum, büyük oranda onun düşüncesinin ağırlığı ve karmaşıklığı ile ilgili. Hakkında İhvan-ı Müslimîn’in olumsuz görüş belirtmesini zorlaştıran şehitlik statüsüyle birlikte, Kutub’un düşüncelerinin çeşitliliği (düşünceleri belli başlı aşamalardan geçmiştir) ikiye katlandı. Sonuç olarak, –İhvan bünyesindeki yenilik yanlısı bir kısım politik pragmatistlerin çekincelerine rağmen– Seyyid Kutub’un etkisi sürüyor.
 
Kutub’un İslamcılığı, başından beri İhvan-ı Müslimîn kademelerinde bir anlaşmazlık kaynağı oldu. 1960’ların başında, Müslüman Kardeşler’in Nâsır’ın zindanlarında çürümesiyle, bir kısım İhvan, Seyyid Kutub’un çağdaş İslam toplumuna yönelik tekfir* kokan sert eleştirilerine dikkat çektiler. Bu Kardeşler, böylesi bir öğretinin İslam inancının kuşatıcılığı ile ters düştüğünü söylediler. İddialarını da, her ne kadar Batı’nın kültürel taarruzuyla işlenerek bozulmuş olsa da, devletin de toplumun da Müslüman olduğunu açıkça dile getiren Hasan el-Benna’ya dikkat çekmek suretiyle desteklediler. Hasan el-Benna’ya göre İslam yok olmamıştı, sadece zayıflamıştı.
 
Ancak diğer Müslüman Kardeşler aynı fikirde değillerdi. Onlar Kutub’un, bireysel olarak Müslümanlara değil, ancak çağdaş küresel kültürün barbarlığına çattığı şeklindeki açıklamasını benimsediler. Kutub’un, asıl sömürge olan cahiliye karşısında İslam’ı güçlendirme çabalarını övdüler ve bu cahiliye güçleri karşısındaki direnişinden dolayı ona hayran oldular.
 
Bununla birlikte meselenin tartışmalı olarak kalmasına izin verilmedi. 1960’ların sonuna kadar bazı İslamcılar –Seyyid Kutub’un teorisinden hareketle– sonradan radikal cihad akımını besleyecek olan tekfirci bakış açısını benimsediler. Bu trende cevap olarak, İhvan-ı Müslimîn’in Hasan el-Benna’dan sonraki lideri Hasan el-Hudeybî, “Yargılayıcı değil, Davetçi” isimli bir risale kaleme aldı. Bu risalede Müslüman Kardeşler’in işinin, başkalarının inançlarını değerlendirmek değil, Allah’ın mesajını insanlara ulaştırmak olduğunu savunuyordu. Hudeybî bu çalışmanın, aşırıların hararetini düşürmesini ve böylece İhvan-ı Müslimîn’i yeni bir zulüm çemberinden kurtarmayı ümit ediyordu. Takip eden yıllarda “Yargılayıcı değil, Davetçi”deki temel düşünce, Müslüman Kardeşler’in resmi duruşu olarak kaldı. Bu da her ne kadar resmi olarak yasaklanmış olsa da İhvan’ın, Mısır’ın siyaset sahnesinde tolere edilen bir siyasî-dinî reform hareketi olarak yeniden oluşumunun temellerini oluşturdu.
 
Müslüman Kardeşler her ne kadar Kutub’un düşüncesinin ihtilaflı yönlerini benimsemeseler de, etkisinin tamamen yok olduğu söylenemez. İhvan’ın tek sistematik düşünürü olarak, kitapları kolayca yabana atılamadı. Zorluğuna rağmen pek çok İhvan, onu kötüleyenlere karşı Kutub’un itibarını savunmaya devam ettiler. Eski ekibi müteakiben, bu Kutub savunucuları onun düşüncelerinin yanlış anlaşıldığını ileri sürdüler. Onlara göre Kutub’un agresif bir tavır geliştirmesinin nedeni, gördüğü işkencenin onda oluşturduğu öfke gözlükleriyle Kur’an’ı okumasıydı. Ayrıca onun infaz edilmesi, başka vurgulara da sahip olabilecek ideolojik bir tasavvurun önünü kesti.
 
Hudeybî ve onun halefleri Kutub’un statüsünü kabul ederek İhvan’ın, Kutub’un eserlerini okumalarına izin verdiler; ancak iyi olanları kabul etmek ve tartışmalı olanları reddetmek şartıyla, bunu çok dikkatli bir şekilde yapmak zorunda olduklarını da söylediler. Liderlik, dinî ilimlerde yeterli düzeye gelmeden Kutub’un kitaplarına dalmaktan İhvan’ı vazgeçirdi. Bununla birlikte kimse onun kitaplarını yasaklamadı.
 
Gene de koşulların Kutub’un doktrinel kesinliğini öne çıkartma ihtimali her zaman var oldu. İhvan-ı Müslimîn’in Ocak 2009’daki seçimler esnasında, galip muhafazakar kanat, hareketin manevî, entelektüel ve örgütsel gücünü desteklemek için Kutub’un mirasını canlandırdı. Bu gruba göre İhvan içindeki reformcular, hakim siyasî sistem dahilinde iş yapma çabalarından dolayı hareketin temel değerlerini zayıflattılar. Grubun üyeleri, Kutub’un, İslamî hareketin gelecek başarılarına zemin hazırlayacak siyasî tavizler bakımından lekesiz bir çekirdek kadro kurma örneğini takip etme vaktinin geldiğini söylediler.
 
Muhafazakarların kişisel tecrübeleri, tavırlarının doğru olduğuna inanmalarına neden oldu. Yeni lider Muhammed Bedi’a da dahil olmak üzere pek çokları, Nasır’ın hapishanelerinde işkence görmüş kuşağa mensuptular. Hayatta kalmalarının, seküler devletin siyasî kültüründen kesinlikle uzak durmalarına bağlı olduğunu anladılar.
 
İhvan içindeki, Abdülmü’min Ebu’l-Futuh gibi çoğu reformcular, muhafazakarların Seyyid Kutub’un düşüncesini canlandırmasının hikmetini sorguladılar. Kutub’un düşüncelerinin dirilişini, kazananı olmayan bir oyuna neden olabilecek kaygan bir zemin olarak görüyorlardı ki bu, 1950 ve 1960’larda Müslüman Kardeşler ile devlet arasındaki ilişkilere işaret ediyordu. Bir blog yazarı, Hasan el-Benna ile Seyyid Kutub arasındaki farkın “barış ile savaş arasındaki fark” gibi olduğunu iddia ediyordu. Şubat 2010’da Mısır devleti, Kutub’un kısa ömürlü yeraltı örgütü Tanzim’i yeniden canlandırmak suçlamasıyla yukarıda adı geçen üç İhvan’ı tutukladığında bazı reformcular şaşkına döndüler.
 
Lakin şu sorular halen cevap bekliyor: İhvan-ı Müslimîn neden Seyyid Kutub’un ideolojisinin muhtelif yönlerini öne çıkarmaya bu kadar önem verdi? Kutub’un söyleminin hangi yönlerini cazip ve/ya politik olarak faydalı buluyorlar? Anlaşılan o ki muhafazakârlar, Seyyid Kutub’un, Müslümanların manevî, entelektüel ve örgütsel gücünü destekleme vurgusuyla ilgileniyorlar. Örgütün yakın tarihi şöyle bir gözden geçirildiğinde, reformcuların sistem içerisinde iş yapma, seçim mücadelesi ve Kardeşlik düşüncesini daha liberal bir çizgide götürme çabalarının her seferinde devlet tarafından akamete uğratıldığını görüyorlar. Muhafazakarlar, taktik bir geri çekilmenin vaktinin geldiğini söylüyorlar. Uzak diyarlara hicret –ya da göç– değil, ancak reformcu kanadın siyasî hayat içerisinde barınma karşılığında ödün verdikleri İhvan-ı Müslimîn değerlerini sağlamlaştırma hareketi.
 
Yaşıyor olsaydı Seyyid Kutub’un 11 Eylül saldırısına nasıl bakacağı, üzerinde en çok spekülasyon yapılan konulardan biri. Kutub hemen hemen kesinlikle, hava korsanlarının ortaya koyduğu aşırı şiddeti tasdik etmezdi. Yazılarında da işaret ettiği gibi, Kur’an’da masumların öldürülmesinin haklı gösterilmesi söz konusu değildir. Aslında devlet ya da askerî hedeflere karşı önalıcı ya da başkaca bir saldırıyı tasdik edip etmediği tartışmalı bir nokta. Dahası el-Kaide’nin Batılı hedeflere saldırı arzusunu anlayıp anlayamayacağı da öyle. Onun zihninde, kendi memleketindeki sözde putlara karşı cihad, rütbece en üstün işti. Gene de Kutub, el-Kaide’nin kendini Peygamberin sancağı altındaki savaşçılar olarak görmesini; diğer bir ifadeyle toplumu dışarıdan değiştirmek için ortaya konan öncü çabayı takdir edecekti. Ve her ne kadar hava korsanlarının amaçlarını paylaşmasa da, ideolojilerinin alt katmanlarını anlayacaktı: mevcut haliyle dünyanın, Allah adına savaşılması gereken bir dinsizlik, ahlaksızlık ve istismar diyarı haline geldiğini yani.
 
Belki Kutub, İhvan-ı Müslimîn içinde tartışmalı bir isim olabilir, lakin hareketin düzensiz repertuarı içindeki varlığı asla kolayca yabana atılamaz. İhvan-ı Müslimîn’in yeni liderliği, yeni stratejilerinin siyasal çıkarımlarıyla boğuşurken, Kardeşler, Kutub’u hem takip edilecek bir model hem de tehlikeli ve eski moda düşüncenin bir simgesi olarak görmeye devam edeceklerdir.
 
* Müslüman birinin, İslam inancının dışına çıktığını ilan etmek, onu kâfir saymak.

(Foreign Policy, 14 Aralık 2010, “The afterlife of Sayyid Qutb”)

Çeviren: Muttalip TÜTÜNCÜ / EKOPOLİTİK 

Kültür-Sanat Haberleri