Namuslu olun, ‘evet’ deyin

12 Eylül’ün mağdur ettiği isimler arasında yer alan Prof.Dr. Tahir Hatipoğlu, darbe mağduru solcu arkadaşlarına seslendi...

Prof. Dr. Hatipoğlu’ndan 12 Eylül mağduru solculara çağrı: 12 Eylül’ün mağdur ettiği isimler arasında yer alan Prof.Dr. Tahir Hatipoğlu, darbe mağduru solcu arkadaşlarına seslenerek, “Gün, namuslu olma günüdür. Siyasi partiniz bir yana, değişiklik bir yana. Oylar evet olmalıdır. Çünkü cunta generallerinin ve 12 Eylül yetkililerinin yargılanacak olmaları yeter de artar bile” dedi.

 

Prof.Dr. Tahir Hatipoğlu 12 Eylül’de cuntacıların çıkardığı ünlü 1402 yasası ile üniversite ile ilişkisi kesilip sorgusuz sualsiz kapı önüne konan bilim adamlarından bir tanesi. 1983’te Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde doçentken Ankara sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun’un bir satırlık yazısıyla üniversiteden kovulan Hatipoğlu, büyük mağduriyet yaşadı.

Tahir Hatipoğlu ile 12 Eylül’de üniversiteden nasıl atıldığını, yaşadığı sıkıntıları, AK Parti hükümetinin referanduma giden anayasa paketini, sol kesimin “hayır” yönündeki tavrını ve kendisinin referandumda nasıl oy kullanacağını konuştuk.

- 12 Eylül öncesinde hangi görüşe sahiptiniz, hangi grup içerisinde yer alıyordunuz?

- 12 Eylül darbesi öncesinde sol görüşlü idim. Keskinleşmiş ve herkesin bildiği herhangi bir grup içinde değildim. Ben daima genel sol içinde bulundum. Üniversitede asistan idim. Öğretim üyesi ve yardımcıları örgütlerinde yöneticilik yaptım.

- 12 Eylül’de ne gibi bir mağduriyet yaşadınız?

- Cunta döneminin ünlü bir uygulaması vardır. 1402’lik uygulaması. 1402, 1971 darbesinde çıkarılan sıkıyönetim yasasının numarasıdır. 1980 darbecileri ilk iş olarak bu yasayı çıkardılar ve sıkıyönetim komutanlarına geniş yetki verdiler. Komutanlara istedikleri memuru, işçiyi işten atma, öğrencileri okuldan atma gibi yetkiler tanındı. Bu yetkiler bir satırlık yazıyla kullanılıyordu. Üstelik bu kişiler ömür boyu memur, işçi ya da öğrenci olamıyorlardı. Beş yıl da milletvekili olma yasağı vardı. Kamuoyu, sıkıyönetim yasasına bağlı olsun olmasın, 12 Eylül mağdurlarına “1402’likler” adını takmıştır. Bu yasayla komutanlar üniversitelerde de tasfiye yaptılar. Ben de o tarihte (1983) Ankara Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun’un bir satırlık yazısıyla üniversiteden kovuldum. O tarihte Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde doçent idim.

Bu mağduriyet benim için ağır oldu. Eşim çalışmıyordu, iki küçük çocuğum vardı, ev kira idi. Ailemden en ufak destek alacak durumda değildim. O dönemde benim gibi çok mağdur insanlar oldu. Çok acılar çekildi. En acısı çocuklara anlatamamak idi. Bir anda beş kuruşsuz kalmak ne kadar zordur. Birden itibarınız kayboluyor. Hiç unutmuyorum, eşim, bir baklavacıya baklava siparişi vermişti, ilk iş olarak onu iptal ettirdi. Abone olduğum dergiler vardı onları kestim.

- 1402’lik olarak üniversiteden atıldığınızda geçiminizi nasıl sağladınız, ne gibi zorluklar yaşadınız?

- Burası çok acı. Kısaca anlatayım. Önce bir kitabevine, Ankara’da Evrensel Kitabevi, tezgahtar girdim. Yapamadım. Arkasından bir üniversite hazırlık dershanesine öğretmen oldum. Biyoloji alanım olmadığı halde biyoloji dersi veriyordum. Güya tıp öğretim üyesiymiş. Yapamadım. Dershane hocalığının ne kadar zor olduğunu öğrendim. Ders verme işi altı ay sürdü. Sonra sahibi, ‘Hocam kusura bakma, olmuyor” dedi. Adam haklıydı, kızmadım. Sonra, bir tıbbi malzeme firmasına girdim. Patron ilkokul mezunu bir genç. Göreve başladım, anında hakaret eder gibi konuşmaya başladı. Hemen ayrıldım. Eve geldim eşime, “Ben birinin yanında yapamıyorum, bağımsız iş yapacağım” dedim. “Biraz dayan” dediyse de “Olmaz” dedim ve Atatürk’ün, “Bağımsızlık benim karakterimdir” sözünü hatırlattım. Bu söz benim için söylenmiş dedim. “Ne yapabiliriz”i düşünmeye başladık. Daha önce ben sağlık liselerine öğretmen yetiştiren eğitim enstitüsünde ders vermiştim. Öğrencilerim öğretmen olmuşlardı. Hemen bu okullar için kitap yazmaya başladım. Bu arada ilkokul öğrencilerini Anadolu liselerine hazırlayan “İnsan Vücudu” adlı küçük kitap çıkardım. Eşim onları Kızılay’da dershane önlerinde satmaya başladı. “Seni tanırlar” diye beni göndermiyordu. Çok özverili insandır. O olmasa zorlukları aşamazdım, benden cesurdur. Ben de Ankara dışındaki illere kitap satmaya gidiyordum. Kitaplar basmaya başlayınca sonunda yayınevi kurdum.

- Daha sonra haklarınızı nasıl aldınız?

- Türkiye’de en zor işlerden biri de hak aramak ve almaktır. Mahkemeye gidersiniz yıllarca sürer. Ayrıca idare mahkemeleri genelde idareyi tutarlar, güçlüyü tutarlar. Belirli mevzuatları yoktur, yorumlarla iş yürür. O tarihte basın bize çok sahip çıktı. Yurtdışı destekler arttı. Sıkıyönetim kalkmaya başladı. Ankara’da 1985’de kalktı. Hepimiz sıkıyönetim kalktıktan sonra üniversitelerimize dilekçeler verdik, “Dönmek istiyoruz” dedik. Gerekçemiz, “Komutanların yetkileri sıkıyönetim süresi için geçerlidir” dedik. Sonraları günah çıkaran o rektörler reddettiler. Utanmadılar ve hepsi “Almayız, siz ömür boyu yasaklısınız” dediler. Bizler de idare mahkemelerine dava açtık. Bazı mahkemeler lehte bazıları aleyhte karar verdiler. Danıştay 5. Daire temyizleri karara bağlıyordu. Rektörler utanmadan temyiz ediyorlardı. Bu dairenin iyi bir başkanı vardı, Nuri Alan. Sonra Danıştay Başkanı oldu. Üç iki lehte kararlar bozuluyordu. Bozulduğu için de yerel mahkemeler karar vermiyordu.

Vakit-Nazif Karaman

Özel Röportajlar Haberleri