Ortadoğu'da 'One-Minute' düzeni

SETA Washington direktörü Nuh Yılmaz'ın, Mısır’da yaşanan olaylarla ilgili çarpıcı analizi:

SETA Washington direktörü Nuh Yılmaz, Mısır’da yaşanan olayların Başbakan Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e ‘One Minute’ çıkışını yaptığı Davos Zirvesi’yle başladığını ileri sürüyor.
Mısır’ın, İsrail karşısında sessiz kalmasının bugün yaşananlar üzerinde önemli bir etkisi olduğunu kaydeden Yılmaz, Mısır’daki herkes gibi Müslüman Kardeşler’in de son yaşananlara hazırlıksız yakalandığını belirtti.  İşte Nuh Yılmaz’ın çarpıcı Mısır analizi

Ortadoğu'da Davos düzeni

Yaklaşık iki haftadır devam eden Mısır'daki protesto gösterileri bize iki şeyi gösterdi: Mısır'daki istikrarlı olmayan iktidar yapısı yenilenecektir ve bölgesel düzen arayışları Mısır'ın kaderi üzerinden tartışmaya açılmıştır. ABD Kongresi'nde gerçekleşen bir toplantı sayesinde, Tunus'ta yaşananların ertesinde CIA'nın, Mısır'daki istikrarsızlık konusunda ABD Yönetimi'ni erkenden uyardığını öğrendik. Bu da Mısır'daki istikrar sorununun artık gizlenemez bir hale geldiğini gösteriyor. Bu nedenle Mısır'da iktidarı şekillendiren koalisyonun parçalarına bakılmaksızın şunu söyleyebiliriz: Halihazırdaki Mısır yönetimi halk üzerindeki meşruiyetini kaybetmiştir; süreçte meşruiyet kazanmayı hedefleyen yeni bir yönetim kendini dayatacaktır. Mısır'da yaşananlar, sonucu ne olursa olsun bölgesel dengeleri yeniden şekillendirecektir. Bölge ülkeleri ve bölge üzerinden küresel egemenlik iddiasındaki orta ve büyük ölçekli ülkelerin kriz karşısındaki tavırları, bu yeni düzen arayışının kaçınılmazlığını ve derinliğini göstermektedir.

Krizin nedeni Davos süreci

Mısır yönetimi, neredeyse 60 yıl süren bir maceradan sonra tüm meşruiyetini kaybetmiştir. 2. Dünya Savaşını takiben kurulan modern Mısır Devleti'nin meşruiyeti Baasçılık üzerinden kurulmuştu. Arap milliyetçiliğinin kalesi olan Mısır, İsrail karşısında tüm Arap dünyasının liderliğini üstlenerek meşruiyetini inşa etmişti. Arap-İsrail barışının temeli olan Camp David anlaşması ile meşruiyeti aşınan Mısır, İsrail'le stratejik işbirliğine rağmen, iç kamuya dönük politikalarıyla İsrail'e mesafe almayı başararak, meşruiyetini İsrail karşıtlığı üzerinden danışıklı dövüşle idare etmeyi başarmıştı. İçeride ulusalcı, dışarıda Batıcı bu siyaset Başbakan Erdoğan'ın Ocak 2009'da Davos'ta İsrail Cumhurbaşkanı Peres'e aldığı tavra kadar da başarıyla devam etti. Erdoğan'ın tavrı Mısır'ın İsrail yanlısı tutumunu deşifre ederek, Mısır yönetiminin kendi halkı nezdindeki meşruiyetini eritti.
 
DAVOS SÜRECİ MISIR YÖNETİMİ'NİN ALTINI OYDU


Davos süreci, artık meşruiyet üretemeyen Mısır yönetiminin tedricen altını oydu. Hele ki buna Mısır'ın Filistin konusunda tavır almaması ve Mavi Marmara sürecinde sessiz kalması eklenince, sözde İsrail karşıtlığı üzerinden örgütlenen meşruiyet tamamen çözüldü. Özetle bugün yaşanan meşruiyet krizi, Türkiye'nin İsrail konusunda aldığı tavrın uzantısı olarak ele alınmalı, ancak bölgesel düzen arayışlarının sonucu olarak değerlendirilmelidir.

Meşruiyet krizi İhvan'la aşılacak

Bu nedenle, meşruiyet sorunun aşılması ancak ve ancak kaybedilen meşruiyetin yeniden örülebileceği bir koalisyon ile mümkündür. Yeni dönemdeki iktidar mücadelesinin galibi kim olursa olsun, bu meşruiyet sorunu çözülemezse, yeni yönetim ancak kısa vadeli bir ferahlama getirir, ancak sorunu çözmez. İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) hareketinin yeni yönetimde yer alıp almaması tartışmaları, tam da bu nedenle İhvan'a bir lütuf değil, meşruiyet krizine yapısal çözüm arayışlarının neticesidir. Mısır'daki iktidar dengesine bu açıdan baktığımızda meşruiyet sorunun bugün ortaya çıkmasında, rejim içi iktidar dengelerinin değişiminin de payı olduğunu görüyoruz. Eylemler boyunca Mübarek'in polisle çok fazla eşleştiğini, Ordu'nun ise geri planda kalarak başkan yardımcısı Ömer Süleyman'ı desteklediğini görüyoruz. İster gerçek olsun, ister dışarıyı ikna için kurulan yapay bir gerilim, meşruiyet krizinin Mısır'ın geleneksel elitlerini böldüğü görülebilir. Devlet de bu gerilimi aşabilmek için polisi harcamayı göze alarak, Ordu'ya meşru bir vesayetçi kurum pozisyonu vermeye çalışıyor. Polis'in göstericilere müdahale ederken, Ordu'nun kenarda durması bu arayışın bir ürünü. Göstericilere saldıran polise Ordu'nun müdahale etmemesi de, Ordu'nun yıpranan göstericileri kurtarma rolüyle yeniden devreye gireceği kritik şiddet eşiğinin oluşmasını beklediği fikrini pekiştiriyor. İşin ilginci başka gerekçelerle de olsa ABD'nin de bu senaryoya razı olmasıdır.

Ordu gözetsin, Baradey-İhvan yönetsin!

ABD'nin Mısır'a bakışında iç-dış politika dengesi gözettiğini söyleyebiliriz. ABD'nin Mısır'daki çıkarı üç önemli noktaya dayanıyor: Obama'nın demokrasi promosyonuna etkisi; İsrail'in güvenlik kaygıları ve ABD'nin stratejik çıkarları. Bu üçünü dengeleyebilecek bir çözüm ABD'nin ilk tercihi olacaktır. Bu dengeyi sağlayabilecek olan çözüm, sadece ABD'nin değil İsrail'in de çıkarlarını koruyacaktır. Bu nedenle Obama, sadece çıkar üzerinden değil, "demokrasi promosyonu" politikaları nedeniyle Demokrat Parti'nin sol kanadını da razı etmek zorundadır. Obama'nın tüm kaygılarını gözetebilecek sihirli formül ise

"Ordu gözetsin; Baradey- İhvan yönetsin" denklemidir. Bu ideal iktidar denklemi ABD'nin her üç kaygısına da cevap vermektedir. Bu çözüm Ordu'yu Türkiye'deki 27 Mayıs ya da 28 Şubat'ta olduğu gibi bir yandan gözetici bir vesayet gücü olarak konumlandırırken, bir yandan da meşruiyet sorununu çözmesi beklenen İhvan'ı terbiye edici bir aktör olarak konumlandırmaktadır. Orduya biçilen bu yeni rol İsrail'in güvenlik kaygılarını karşılarken, ABD'nin stratejik çıkarlarının da korunmasına yol açmaktadır. Bu senaryoda İhvan'ın rolü ise hem meşruiyet sorununu çözmesi, hem de İslamcı siyasetin demokratik sınırlara çekilmesi tecrübesi açısından önemli. Ancak böylesi bir senaryo, Baradey ya da benzeri bir fonksiyona sahip bir aktör olmadan eksik kalacaktır. Zira Baradey fonksiyonu, Batılı eğitimi, modern görünüşü ile ABD iç siyasetinde Obama'nın elini rahatlatacak, Batılı referanslara dayanan siyaset de "demokrasi promosyonu" politikasını destekleyerek Obama'ya yardım edecektir. Bu noktada Obama Yönetimi'ni zorlayacak en önemli güç ise yıllardır bu düzeni kuran, gücü paylaşmayan, düzenden doğrudan kar sağlayarak milyarder generaller üreten Ordu'dur. Ordu'nun ikna edilemediği bir senaryo Obama için bu projeden geri adım atmayla sonuçlanacaktır.

Kırmızı çizgi reform paketi

Mevcut durumda pozisyonları değerlendirmek gerekirse; ABD ve Mısır muhalefeti Mübarek'in hemen gitmesini talep ederken, Ordu Mübarek'i istemese de harcamaya hazır görünmemektedir. Mübarek'i taltif ederek generalleri razı edecek bir kaçış planı hazırlanabilirse, Mübarek'in hemen gitmesi söz konusu olabilir. Ancak bu noktadan sonra denklem değişmekte, ABD ile Ordu'nun çıkarları aynılaşmakta, muhalefetin talepleri ise farklılaşmaktadır. ABD'nin bu noktadan sonra ideal senaryosunu pazarlığa açabileceğini, Ömer Süleyman liderliğine razı olabileceğini hatta istikrar faktörü olarak kalmasını bizzat isteyebileceğini söyleyebiliriz. ABD'nin bu noktadaki kırmızı çizgisi, tek adam sorununu çözecek bir reform paketidir. Ordu'ya geçiş dönemini gözetme rolü verilecek, ancak reform programından taviz verilmeyecektir. Eylül ayına kadar sürmesi beklenen bu süreçte, İhvan'a rol verilme ihtimali yüksek olmakla birlikte, Baradey daha kolay harcanabilir bir aktör olacaktır. Gösterilerin halen devam etmesi, Ordu'nun isteksiz davranması da bu konuda pazarlıkların halen sürdüğünü gösteriyor. Halen yaşanan gösterilerde Baradey'in göstereceği liderlik performansı, pazarlıklarda göstereceği esneklik -ki şu andan Baradey bu konuda pek de başarılı görünmüyor- Baradey'in kaderini belirleyecektir. Ancak sonuç ne olursa olsun, Mısır bundan sonra demokratikleşme yolunda mesafe alacak, bu ise yeni bölgesel düzenin yeniden tanımlanmasına yol açacaktır.

 


 

Dünya Haberleri