28 Şubat Ayazını Bilirim

Haşim AKIN

 

 Tarihin her günü insanlar için ayrı bir önem taşır. Kimi doğar, kimi ölür, kimi de milletlerin tarihinde önemli yerler tutar... Tarihi önemli kılan sizin ona verdiğiniz anlam ve o günlerden zihinde kalanlardır.

 Milletimizin hayatında kara bir leke olarak kalan o meşhur tarihte Elâzığ’da öğretmenim. Delikanlılık da var serde...  O günün şartlarında görevimizin sadece sınıfın içinde öğrencilerle ilgilenmek olmadığına inanıp dışarıya da zaman ayırmaya çalıştığımız günler. Elhamdülillah ondan pek de uzak duramadık. Bu işleri bize sevdiren ve yollara düşürene hamt olsun.

 Ancak ortam karışık... Diken üzerinde yürüyen bir zaman var.  Refah-yol iktidarı yönetimde.  Aslına bakarsanız bu iktidar dönemi hem çok yeni hem de Müslümanları ve İslami kesimi rahatlatacak çok da büyük icraatlar henüz yapılmamış. Aradan altı ay gibi kısa bir zaman geçmiş. Ancak şimdi ahirette amellerinin hesabını vermekle meşgul olan meşhur Paşa, “Korkarım ki başarılı olacaklar...” diye endişesini dile getirişti. Onların bu korkular üzerine birilerinin hesapları başladı.

 Bu tarihlerde Elâzığ’da görev yapıyorum. Bu şehrin merkez olduğu bir kısım hareketler zorla nasır kaşımaya başladı. Bir yerlerden düğmeye basılmışçasına ellerinde kocaman sopalarla şehir merkezlerinde yürüyen, toplu zikir gösterileri yapan türedi insanları yaşı müsait olan herkes hatırlar... Yani bir kısım hazırlıklar yapıldı, ortamın nabzı istenen seviyeye çekildi, dosyalar tutuldu...

Tabi bir gece Ankara’da medya önünde yapılan bir operasyonla iyi niyetle arkalarına düşmüş binlerin gözyaşı ve hüznüyle her şey bitiverdi. Meğer ortama renk vermesi için şişirilmiş birçok balon varmış. Parasını alıp görevini bitiren de eski hayatına devam etti. Olan iman sahibi kesime oldu.

 O gün normalde rutin olan bir toplantı var. Ancak onu rutin olmaktan çıkarmak için önceden iyice korku ve kışkırtıcı haberler pompalandı. 28 Şubat tarihinde uzun mu uzun bir Milli Güvenlik Kurulu yapıldı. O günkü insanlar bugünkünden daha çok politika takip ederdi. Benim izlenimlerim bunu gösteriyor.  Bugün sadece sosyal medyada birbirine laf yetiştirmek için politika takip eden insanlar var.

 Nihayet gece saatlerinde kurul bitti. Yanaklarından bulgur gibi ter damlayan bir başbakan var. Erbakan hocamıza Allah rahmet eylesin... Kararlar ve içeride olanlar / olması istenenler, planlananlar açıklanmaya başladı. Uzunca maddeler var. Bu istenen maddelerin halka neler getireceğini kimse hesap etmemişti. Onların gözünde buna da gerek yoktu. Mutlu bir azınlığın istediği “bizim çocuklar Türkiye’de darbe yaptı” övgüsünü hak edecek günün figüranları da hazırdı.

 O günkü yaşam ve tecrübem gereği benim “olamazlar / yapılamazlar” diye bir listem vardı. Listemin ilk maddesinde de İmam Hatip Liselerinin kapatılması yer alırdı. İmam Hatip lisesinde öğretmenim. Öğrenci talebini, halkın beklentisini ve şartları biliyorum. İnsanların teveccühünün de farkındayım. Bu okul asla kapatılamaz!

Sonra ne mi oldu?  Sonra çalıştığım okulda birden şartlar değişti. Öğrencilerimiz azalmaya başladı. Birçoğu başka okullara geçti. Bazı yerlerde okulların öğrencisiz kaldığı haberleri gelmeye başladı. Ben de bu olamazlar başlıklı listemi yırtıp attım. Yani bu topraklar öylesine bir güç kuşatmasına maruz kalmıştı ki yapamayacakları bir şey yoktu onların... 

Kız öğrencilerimiz başörtüsü konusunda sıkıntılar yaşamaya başladı. Özellikle de milli güvenlik dersinde ciddi problemler var. Bunun üzerine toplantılar yapılıyor. Kimsenin de içine sinmeyen, ancak geçici çözüm olabilir mi diye düşünülen kararlar konuşuluyor.

 Bugün isimlerini tam hatırlayamadığım ve bulabilseydim mutlaka ulaşmak istediğim üç kız öğrencim okulun koridorunda beni sıkıştırdılar. Onlar dertli... Ben dertli... Birisi söze başladı; “Hocam, başörtüsü konusunda toplantılar yapılıyormuş ve milli güvenlik derslerinde başımızı açmamız için bir kısım kararlar alınıyormuş. Elinizde tuttuğunuz Kur’an-ı Kerim'den bakarak Allah’a isyan konusunda kullara itaat edilmeyeceğini öğreten / anlatan siz değil miydiniz? Şimdi ne yapmamız istenecek?”

 Elbette benim onların bahsettiği şikâyetleriyle ilgili kimseye bir önerim olmadı, olmayacaktı da... Lakin bugün bir kısmı ahirete göçmüş o günkü arkadaşlarım, ağır bir çaresizliğin içinde “Şöyle mi yapsak? Böyle mi desek?” diye değişen fikir mütalaaları yapıyordu. Bu sözler öğrencilere ulaşmış.  Buna verebilecek bir cevabım da yok. Hem üzüntüm den hem de mutluluğumdan kaynaklı gözyaşlarımı onları göstermemek için, “Siz nerede ne yapmanız gerektiğin biliyorsunuz” diyerek yanlarından uzaklaştım.

Sonra... Sonra bin yıl süreceği vaat edilen ağır imtihanlarımız başladı. O dönemde az veya çok, ucundan kıyısından herkes bir şeyleri yaşadı. Kimi güvendiğimiz kimseler koltuk ve menfaat uğruna birden rengini değiştirdi. “Eyvah bu çok zarar verir. Bunun siyasi görüşü onlara çok yakın...” denilen kimi idareciler de sadece insani bir yaklaşımla bir sürü kollama ve savunmayı yaptılar. Yani beklentiler bile tutmadı.

 Allah'ın bir takdiriyle onların arzu ettiği şekilde bin yıl devam etmedi. Edemedi... Ama o dönemde atılan zehirlerin hala temizlenebildiğini söylemek bayağı da güçlü olacak.

O dönemde yaşananları Burkina Faso’daki dostlarımızla paylaştığımızda kimse inanmıyor. Buna ihtimal dahi veremiyorlar.

İnanılmayacak uçuk- kaçık şeyler söylemek ne kadar da zor bilir misiniz?

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (10)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.