28 Şubat Hüznü

Recep KOÇAK

28 Şubat sürecinde yaşanan acı ve anormalliklerin konuşulduğu haftadayız. Süreç yaşanırken önemli bir kurumun mühim bir mevkiinde bulunmuş olmam sebebiyle, malum sürecin benim hayatımda da derin etkileri oldu.

28 Şubat sürecini hazırlayan ve uygulayan çevrelerin itiraflarından da anlıyoruz ki, bu ülke şiddetli bir “şubat soğuğu” geçirmiş.

Soğuktan bazılarımız belki az üşüdü, bazılarımız titredi, bazıları ise dondu adeta.

Şiddetli geçen kışların ardından gelen bahar ve yazın bereketli olması beklenir. Çoğu bakımdan bereketli bir dönemin yaşandığını ama hala ciddi mağduriyetlerin devam etmekte olduğunu, ortamın henüz güllük gülistanlık olmadığını kabul etmek durumundayız.

28 Şubat’ın ilk müdahale ve baskıları, stratejik önemi yüksek ve sembolik değeri fazla olan kişi ve kurumlara yönelikti.

Milliyet’in 1999 yaz aylarında manşetten verdiği bir haberden öğrendik ki, Ege Ordu Komutanlığı bünyesinde bir izleme birimi oluşturulmuş. Haberdeki dili kullanarak ifade edersek, “irticai” ve “bölücü” her türlü yayın bu ve benzeri takip merkezlerinde raporlanıyormuş. Radyo ve televizyonlarla ilgili tespitler raporlardan bir nüsha RTÜK’e, bir nüsha da “gereği için” Cumhuriyet Savcılığına gönderiliyormuş.

İzleme merkezlerinden gelen uyarıların ardından RTÜK ilgili radyo veya televizyona ceza yağdırıyor. Savcılık ise kendisine gelen ve ihbar niteliğinde olan raporla birlikte RTÜK’ün verdiği cezadan da yola çıkarak yayın kuruluşunun yetkilisine ve programın sorumlularına dava açıyor.

Benim çalıştığım radyo, alanında öncü ve çok itibarlı bir kuruluş olduğundan saldırılara maruz kalan ilk radyolar arasında idi. RTÜK’ün kapatma cezaları ve savcıların çağrıları birbirini izledi…

1997 yılında başlayan süreç 1998 ve 1999 ekonomisini de vurdu. 2001’de açıkça ilan edilecek “ekonomik kriz”in sarsıntılarını reklam gelirlerinin ciddi oranda düşmesi ile yaşadık biz.

Bir dizi başka sebepler, iletişim kazaları sayılabilir belki ama en önemli sebebi 28 Şubat’ın getirdiği olumsuzluk ve daralma olarak gösterebileceğimiz nedenler sonunda ben işimi kaybettim. Hakkımda ikisi DGM’de (Şimdiki haliyle Ağır Ceza) olmak üzere dört dava açıldı.

Bir yandan iş ararken bir taraftan da mahkemeleri takip ettim.

Davaların tamamı, bir haber programında kısmen ya da tamamen okuduğum ve “dönemin hassasiyeti nedeniyle” yorumsuz olarak dinleyiciye aktardığım köşe yazıları sebebiyle açıldı.

 

Hakkımda dava açılmasına neden olan gazete yönetimleri ve yazarlarla ilgili bir takibat olmadığı gibi, gazeteler hakkında toplatma kararı ve benzer bir uygulama da olmadı.

Ortada sırıtan bir anormallik vardı.

Benim de köşe yazısı yazdığım gazeteden bir yazı okumuştum. “Atatürk’e hakaretten” dava açıldı. Eleştirinin Atatürk’e değil, “Atatürkçülük” adı altında yapılan işlere olduğunu söyledim savunmamda. İlk celsede berat ettim.

Bir dava ise Cumhurbaşkanına (Süleyman Demirel) hakaretten açılmıştı. Davanın ikinci celsesinde mahkûmiyet kararı verildi ama karar tecil edildi. Kararın bu kadar hızlı verilmesine yılların tecrübeli avukatı şaştı kaldı.

DGM’de 312/2’den açılan iki farklı davadan birisine mahkumiyet kararı verildi. Temyize gönderdik. O sıralarda kanunda bir değişiklik olmuştu ve benim lehime idi. Üst mahkeme bu değişikliği dikkate alarak kararı bozdu.

Bu dava DGM’de yeniden görüşülmeye başlandı. İlk celsede hakim aynı kararı verdi ve “İsterseniz yeniden temyize gidebilirsiniz” dedi. Sesinde alaycı bir ton vardı. Adeta meydan okuyordu. Burada da mahkumiyet kararı vardı. Basın yoluyla işlendiği için artırılıyor, kısa sürede “iyi halim görüldüğü için” cezada bir miktar indirim yapılıyordu.

DGM’deki ikinci davadan da mahkumiyet çıktı. Her iki mahkumiyet kararının ardından ceza tecil ediliyordu.

Cezaların tecil edilmesinde belki de benim artık “suç işlediğim” kurumda çalışmıyor oluşum, suçun yeniden işlenme ihtimalinin bulunmaması etkili oluyordu.

Zira o günlerde Yeni Asya Gazetesi’nden Mehmet Kutlular’a aynı maddeden dava açıldı, verilen mahkumiyet kararı tecil edilmedi Kutlular hapse girdi.

Aynı maddeden dava açılan Hakan Albayrak da Milli Gazete’de çıkan bir yazısı nedeniyle Kutlular’ın akıbetini yaşadı.

28 Şubat süreci akıl, mantık ve hukuk dışı uygulamaları ile hatırlayacağımız bir acı ve hüzün mevsimidir.

Kimi hangi ölçüde etkilemiştir, kimin düzenini ne oranda bozmuştur bilinmez. Bu satırların yazarı üniversite öğrenciliğini bitirmeden başladığı iş hayatının ilk defa inkıtaya uğraması ile birlikte, üç buçuk ay boyunca “işsizlik” denilen ve İstanbul’da yaşanması etkisini kat kat artıran acı bir tecrübeyi yaşadı.

“İşsizlik” gibi başkaları üzerindeki etkilerinden bildiğim ve anlamaya çalıştığım gerçekliği kısa sayılmayacak bir süre iliklerimde hissettikten sonra, halen 10 yıldan beri devam etmekte olduğum işime garip bir tarihte başladım: 28 Şubat 2000.

Ankara’da geçen üniversite öğrenciliğim sırasında akşam eve vardığımda bazen elime bir ihbar kağıdı tutuşturulurdu. Postaneye gider, memleketten babamın gönderdiği “çam sakızı çoban armağanı” kabilinden bir miktar parayı çekerdim.

İşsizlik dönemimde aynı ihbar kâğıdından –yıllar sonra- tekrar geldi. Küçük Çamlıca’da bulunan Bulgurlu postanesine çağrılıyordum. Annem ve babama her sorduklarında, “Biz iyiyiz. İhtiyaç yok. Olursa haber veririz” demem yeterli olmamış meğer. O günün şartlarında bir aylık elektrik faturamızı ödememize yetecek kadar parayı göndermiş babam. Kim bilir bütçelerini ne kadar zorlayarak.

28 Şubatçılar bugün eserleriyle övünemiyorlar. Hatta sahip çıkmakta bile zorlanıyorlar. Sürecin karar vericileri ve destekçilerini şubatların 29 çektiği yıllarda da anmaya devam edeceğiz. Elbette, bu anmalar hayır dualarıyla olmayacak.

“Yazılarını okuduğunuz için mahkemelik olduğunuz yazarlar kimlerdi?” sorunuzu duyar gibiyim.

Sesinizi çıkarmayın. Onların kendilerinin de haberi yok, yazdıklarıyla nelere sebep olduklarından.

Hiç söyler miyim, “Tek taraflı bir aşk bu!”

Allah bu millete daima uyanıklık versin, 28 Şubat benzeri musibetlerden de korusun.

 

gumuslale@gmail.com

 

 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.