556. Yılında İstanbul' u Anlatamamak

Kenan ÖZMEN

Ey gül kokulu,
Ey yâr bakışlı şehir...
Ey bitiremediğim şiir.
İstanbul...
Nasıl anlatmalı seni?
Seni nasıl söylemeli?
Satırlara sığmazsın ki.
Can İstanbul, yürek İstanbul...
Seni senden dinlemeli...
Bir seni diyemedim,
Bir yârimin gözlerini...

 

İstanbul'u anlatacaktım.
Methiyeler dizecektim yollarına.
Kara sevdamı haykıracaktım.
Lâkin olmadı, yapamadım.
Kelimeler düğümlendi dilimde.
Yazmaz oldu kalemim.

Tutmaz oldu ellerim.

Lâl kesildi bedenim.
Lâkin; aynadaki ben değildim.

 

Bir beste yapacaktım İstanbul için.
Mehter vuruşlu bir beste.
Ney imrenecekti.
Bülbül suspus kesilecekti.
Lâkin olmadı, beceremedim.
Kırıldı sazım.
Koptu tellerim.
Lâl kesildi bedenim.
Lâkin; aynadaki ben değildim.

 

Bir çiçek derecektim İstanbul yollarına.
Bir sevda ekecektim.
Tam yedi kırmızı gül olacaktı...
Peygamber kokacaktı buram buram.
Gözyaşlarımla büyütecektim.
Aminlerimle besleyecektim.
Fakat olmadı, beceremedim.
Kırıldı makasım.
Soldu güllerim.
Lâl kesildi bedenim.
Lâkin; aynadaki ben değildim.

 

Bir şiir yazacaktım içinde İstanbul olan.
Fethin sevinç nârâlarını serpiştirecektim mısralarıma.
Gözyaşlarımı karacaktım bu kutlu yürüyüşe.
Kadir berraklığında bir dua olacaktım her bir nefere.
Serden geçebilmenin onurunu yaşayacaktım.
Ölmeden ölmenin,
Ölerek ölümsüzleşmenin hazzına varacaktım.
Lâkin olmadı, yapamadım.


Ve birden, Ayasofya belirdi karşımda.
Minarelerinden o kutlu ses yükseliyordu.
Yankılanıyordu gökkubbe,
Yankılanıyordu on sekiz bin âlem.
Neredeyse gökler çatlayacaktı.
Yürüyecekti dağlar.
Savrulacaktı yıldızlar.
Ve tek yürek olmuştu bütün mevcudat.
Kalbler yalnız o sese çarpıyordu.
Kâinat tek kulak kesilmişti.
Gözler sonsuzluk çağrısının kaynağını arıyordu.

 

Ve o; Bilâl’di.
Sevgilisinin ardından ilk kez böyle ezan okuyordu.
Sarsılıyordu yürekler,

Gözyaşları birbirine karışıyordu.
Medine olmuştu İstanbul,
Bedir olmuştu.
Hem Bilâl nasıl okumasındı?
Kâinat akın etmişti Ayasofya’ya.
İstanbul gül kokuyordu.
En önde Sevgililer Sevgilisi (sallallahu aleyhi vesellem)
Ardında Ebubekir, Ömer, Ali, Osman...
Ve güzel ordusunun önünde,
O güzel kumandan.
Ama kaşlar çatık,
Ama bakışlar hançerli...
Yaralıyordu yüreğimi...
Bakmıyorlardı gözlerime.
Bakamıyordum gülden gözlerine.
O, nurdan duaya icabet edemiyordum.

 

Ve Fatih tuttu yakamdan.
Silkeledikçe silkeledi bedenimi.
Silkelenen bedenim değil de, İstanbul’du sanki.


O an, yok olmayı diledim.
O an, hiç olmamayı diledim.


Bir bana baktı Müjdenin Sultanı,
Bir, Ulubatlı'nın elindeki celâlli bayrağıma.
Bir bana baktı,
Bir, tekbir olmuş yüz bin serdengeçtiye.
Çattıkça çattı o mübarek kaşlarını.


O an, yok olmayı diledim.
O an, hiç olmamayı diledim.


Dizlerimin bağı çözüldü.
Soluğum kesildi puslu tepelerin yamacında.
Kırıldı kalemim.
Lâl kesildi bedenim.
Lâkin; aynadaki ben değildim.

 

Bir şiir yazacaktım içinde İstanbul olan.
Bir çiçek derecektim.
Müjdenin mührü vurulmuş tepelerine bir beste olacaktım.
Ey gül kokulu, ey yâr bakışlı şehir...
Seni anlatacaktım.
Lâkin; yapamadım.

 

Kenan Özmen

 

kenanozmen@gmail.com

 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.