Açık mektuplar aslında okurlara yazılıp gönderilir...

xxx33

Şahin Alpay Zaman'da, Hasan Cemal de Milliyet'te, Başbakan Erdoğan'a yazdıkları "Açık Mektup" ları önceki gün yayınladılar.
Hasan Cemal'in açık mektubunun ikinci sayfası da dün yayınlandı. Mektubun yarın da devam edeceğini yazmıştı dün sevgili Hasan Cemal.
Bu köşe yazılarının açık mektuplara dönüşmesi, aslında biraz gariptir.
Yıllar önce bir televizyon kanalındaki canlı yayında açık oturum yönetiyordum.
Konuşmacılardan bir söz alıp, şöyle demişti:
- Sayın Barlas... Şimdi çok özel ve çok önemli şeyler açıklayacağım. Bunların aramızda kalmasını rica ediyorum.
Ben de teminat vermiştim ona:
- Sayın konuşmacı, ne söyleyecekseniz çekinmeden söyleyebilirsiniz. Bunları sadece siz, ben, diğer konuşmacılar ve televizyon izleyicileri duyacaktır.
Gazetelerdeki köşelerdeki açık mektuplar da biraz buna benzer.
Hakkı Devrim'in deyişi ile "Köşe kadıları" olan bizler zaten her gün açık mektuplar yazmaktayız.

Reagan, İnönü, Özal
İktidardan muhalefete, Amerikan Başkanı'ndan Çin Komünist Partisi Genel Sekreteri'ne kadar uzanan alanlardaki her ileri gelene ve her ileri gidene uyarılar yapıyoruz, yollar gösteriyoruz.
Neticede sırtımızda "Gazeteci sorumluluğu"ndan ve "Meslek ilkeleri"nden başka küfe yok.
Uyardığımız ve yol gösterdiğimiz yöneticiler ise, yazılarımızı işlerine geldiği zaman okuyorlar.
Amerikan tarihinin en fazla kamuoyu desteğine sahip müteveffa Başkanı Ronald Reagan, aleyhindeki yazıları hiç okumadığını her fırsatta açıklardı mesela.
Bizde rahmetli İsmet İnönü ise, hakkındaki her yazıyı lehte veya aleyhte olmalarına bakmadan mutlaka okurdu.
Mesela Yapı Kredi tarafından yayınlanan İnönü'nün not defterlerinde, İlhan Selçuk'un ve İlhami Soysal'ın yazılarına 1960'lı yıllarda nasıl sinirlendiğine ilişkin notlarını görürsünüz.

Okumazlar ki
24 yaşımdayken 2'nci Dünya Savaşı'nda izlediği politikalar üzerinde Cumhuriyet'te yazdığım bir yazı üzerine, beni arayıp teşekkür etmişti rahmetli İsmet İnönü.
Demek istediğim şu:
Bazı yöneticiler (ve siyasetçiler) ne yazarsanız yazın sizi okurlar, bazıları da kendilerine gönderilen "Açık Mektup" ları bile okumazlar.
Kuşkunun egemen olduğu, her taşın altında buzağının arandığı toplumlarda ise, açık mektuplar değil, özel telefon konuşmaları ya da kapalı toplantılardaki diyaloglar daha fazla ilgi çeker.
Şahin Alpay'ın ve Hasan Cemal'in açık mektuplarını bu şekilde ele aldığım için, onları yanlış bulduğumu söylemek istemiyorum.
Açıkçası ben de rahmetli Turgut Özal'a açık mektuplar yazmıştım.
Bu mektuplardan bazılarında "Hukukun üstünlüğü" ilkesinin ne anlama geldiğini anlatıp, Özal'ın "Hukuk sadece mantıktır" şeklindeki mühendisçe yorumunun eksikliğini anlatmaya çalışmıştım. Bazı açık mektuplarda da, siyasetçinin ve ailesinin sırça köşklerde yaşadıklarını ve dikkatli olmaları gerektiğini vurgulamaya çalışmıştım.
Özal'la hemen her gün görüşürdüm. Her gün de gazetedeki köşemde yazardım.

Asıl adres nedir?
Neden böyle açık mektuplar yazmak gereğini hissettim bilmiyorum.
Bu açık mektuplar galiba yazılana değil, okurlara gönderiliyordu.
Açık mektupları yazanlar "Ben bu siyasetçiyi destekliyorum, ama onun taraftarı da değilim, ona bağımlı da değilim. Bakın işte onu eleştirebiliyorum" demek istiyorlardı.
Bu konuyu da bir fıkra ile bağlayayım. Okyanustaki bilimsel araştırma için aylarca deniz üzerinde bir gemide kalan bilim adamı, kaptana "Yalnızlıktan bunaldım. Bir kadın arkadaş yok mu gemide" diye sormuş.
Kaptan da "Gemide kadın yok ama, kabul ederseniz geminin Çinli aşçısı size eşlik edebilir" demiş.
Bilim adamı kaptana yine sormuş:
- Ama Çinli aşçı ile bu beraberliğimi sadece siz , ben ve Çinli aşçı bilecek.. Sadece üç kişi bilecek bunu, değil mi?
Kaptan gülmüş:
- Hayır bu beraberliğinizi beş kişi bilecek... Siz, ben, Çinli aşçı ve Çinli aşçının kollarından tutan iki tayfa bilecek, demiş.
Açık mektupları da, bu mektubu okuması gereken dışındaki herkes okur.