Afyonlanmış Müslümanlar

xxx43

Müslümanlar ağır hakaretlere uğruyor... Mukaddesata saldırılıyor. Din hürriyeti ayaklar altına alınıyor... Dindar aileler on beş yaşından küçük çocuklarına özel din ve Kur'an dersleri verdiremiyor. Dindar kadın avukatlar, dindar kadın öğretmenler, dindar kadın memurlar, dindar kadın öğretim üyeleri başlarını örterek mesleklerini icra edemiyor... Dindar öğrenciler okullara başları örtülü olarak giremiyor... Tarikatlar yasak... Zikrullah resmen yasak... Din dernekleri kurulamıyor... Okullarda körpe çocuklara evrim küfür teorisi gerçekmiş gibi okutuluyor... Yakın tarihimiz Müslümanların aleyhine yorumlanıyor... DinsizlerYüce ve kutsal Şeriatı öcü gibi gösteriyor...

Bunca saldırı, düşmanlık, hakaret karşısında Müslümanlar ne yapıyor?

Yeterli miktarda tepki gösteriyorlar mı?

İslam'ı, Kur'ânı, Sünneti, mukaddesatı yeterli şekilde savunuyorlar mı?

Saldırıları (yasal sınırlar içinde) püskürtüyorlar mı?

Maalesef hayır... Hiç savunma yok demem ama yapılanlar küçük iniltilerden ibarettir.

Müslümanlar haklarını arayamıyor...

Müslümanlar hak arama, hürriyetlerine sahip çıkma konusunda perişan ve zelil vaziyetteler.

Hakları aramak, hürriyetleri korumak hususunda birinci şart birlik olmaktır.

Müslümanlar birlik değil.

Türkiye Müslümanlarının başında bir din reisi, bir İmam-ı Kebir, bir Emirü'l-mü'minin yok.

Müslümanlar irili ufaklı yüzlerce hizbe, fırkaya, cemaate ayrılmış vaziyette.

Bu yüzlerce fırka, hizip ve cemaat arasında irtibat yok.

Bırakın irtibatı bazıları birbiriyle çekişiyor bile.

Her yıl bu ülkede İslamî hizmet ve faaliyetler için milyonlarca yeni lira toplanıyor. Bu hizmet ve faaliyetlerin şeffaf bir planı ve programı yok.

İslam için çalıştıklarını iddia eden, İslam bayrağı altında faaliyet gösteren bazı İslamcılar İslam'a uymayan işler yapıyor.

Ülke bir faiz ve riba tufanı içinde.

Halk namazı terketmiş, şehvetlerine uymuş.

Lüks, israf, sefahat son haddinde.

Zekatlar Kur'ana, Sünnete, Şeriata aykırı olarak toplanıyor ve sarf ediliyor.

Hamam anası kıyafetli sözde tesettürlülere ses çıkartan yok.

Milyonlarca aç, sefil, muhtaç, fakir, sıkıntılı Müslümanla alay edercesine birtakım İslamcılar Firavunlar ve Nemrudlar gibi zevk u safa, israf, debdebe, ihtişam, sefahat içinde yaşıyor.

Haram yeme yaygın hale gelmiş.

Rüşvet korkunç boyutlarda.

Bazılarına göre 500 milyar dolarlık kara, haram, necis, cehennemi para var Türkiyemizde.

Bir Müslümanın karısı onulmaz bir hastalığa yakalanıyor. Koca vicdanlı bir kimse, onu boşamıyor, dinî nikahla ikinci bir eş alıyor. Dinsizler kıyamet kopartıyor... Peki bu ülkede nikahsız yaşayan, çocuk yapan çok sayıda çağdaş kadın ve erkek var. Onlara niçin ses çıkartmıyorsunuz?

Can alıcı soru şudur:

Bunca münkerat, bunca fuhşiyyat, bunca rezalet, bunca fısk ve fücur, bunca günah, bunca insan hakları ihlali, bunca nifak ve şikak, bunca azgınlık içinde Türkiye Müslümanları vazifelerini yapıyorlar mı?

Bu soruya "Evet yapıyorlar" diyenin alnını karışlamak gerekir.

Müslümanlar, Müslümanlığın gerektirdiği vazifelerini yerine getirmiyor.

Kapılmışlar sele akıp gidiyorlar.

Pisliklere, azgınlıklara, günahlara alışmışlar kanıksamışlar, bunları tabiî karşılıyorlar.

Tabakhane (debbağhane) atölyesindeki işçilerin pis ve iğrenç kokulara alışmaları gibi.

Açık konuşuyorum:

Bunca pislikle, bunca günahla, bunca münker işle, bunca fısk ve fücurla, bunca azgınlıkla bu memleket sahil-i selamete çıkmaz, bu gemi kurtulmaz.

İyiliğin ve kötülüğün İslamî ölçü ve kıstasları vardır.

Türkiye'nin durumu kötüdür.

Eskiye göre iyi değildir, daha az kötü olabilir. Bu da tartışılabilir.

Müslüman bir ülke düşünün, halkının yüzde sekseni veya doksanı beş vakit namazı terk etmiş. O ülke kesinlikle iyi bir İslam ülkesi olamaz.

Oto yollar, fabrikalar, barajlar, havaalanları, köprüler, gökdelenler yapılıyormuş... Onlar iyilik göstergesi değildir.

İyiliğin ölçüsü şunlardır:

Sahih bir iman.

Beş vakit namazı dosdoğru kılmak.

Erkeklerin farz namazları cemaatle kılması.

Ramazanda oruç tutmak. Ramazan gündüzünde halkın bir kısmının alenen oruç yediği bir İslam ülkesi batar.

Müslümanların zekatlarını Kur'ana, Sünnete, Şeriata uygun olarak öncelikle fakirlere ve miskinlere vermeleri, bu suretle sosyal adaleti gerçekleştirmeleri.

Müslüman kadın ve kızların tesettüre uymaları.

Müslümanların başlarına bir İmam-ı Kebir, bir Emirü'l-mü'minin seçerek ona itaat ve biat etmeleri.

Müslümanların İslam ahlakına uymaları.

Müslümanların üniter bir teşkilata ve hiyerarşiye sahip olmaları, onun bünyesinde vazifelerini yapmaları.

Bu memleketin doğusunda başörtülü bir İslâm kadınına veya kızına küçük bir hakaret yapılsa, bir fiske vurulsa, milyonlarca Müslümanın yasal sınırlar içinde ayağa kalkması ve protesto etmesi, o aciz kadın veya kızın yardımına koşması gerekir.

Geçenlerde yazdım, Adapazarı taraflarında 95 yaşında çok fakir, yapayalnız, biçare, âciz bir kadıncağız soğuk kulübesinde aç vaziyette ağlıyormuş... Müslümanların zekatlarını Kur'ana, Sünnete, Şeriata aykırı olarak toplayan ve aykırı olarak harcayanlar utansınlar, Allahtan korksunlar.

Böyle bir fâcia karşısında milyonlarca Müslümanın ayağa kalkıp ağlayarak feryat etmesi gerekmez mi?

Öyle bir İslam ülkesi düşünün ki, zengin Müslümanlar görülmemiş zevkler ve safalar içinde yaşıyor, birtakım cemaatler milyarlarca lira zekat parası topluyor ve fakir ve miskin Müslümanlar açlık, yokluk, sefalet içinde kıvranıyor. Böyle Müslüman ülkesi olur mu?

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bize "Komşusu aç gecelerken, kendisi tok sabahlayan kimse bizden (Müslümanlardan) değildir" buyurmamış mıdır?

Kaç defa yazdım, geçtiğimiz Ramazan'da Silvan'da bir hamal akşam evine döndü, para olmadığı için karısı iftara bir şey pişirememişti. Adamcağız dört çocuğuna sarıldı, ağladı ağladı ve bitişik odaya çekilip intihar etti... O intihar ederken, bizim bazı zengin cemaatler beş yıldızlı fuhuş (azgınlık) mekanlarında lüks iftarlar veriyorlardı. Dâvetliler kimler miydi? Sayayım efendim: Başpiskopos hazretleri... Başhaham hazretleri... Protestanların baş papazı... Filan kilisenin zangoçu... Ve tabiî bizim dini bütünler. Sofralarda bir kuş sütü eksik... Papazlarla birlikte bu neş'eli ve ihtişamlı Diyalog iftarları hangi paralarla yapılıyordu?.. Zekat paralarıyla...

İslam'ın hikmetli kurallarından biri de "Merhamet etmeyene merhamet edilmez" prensibidir. Bunu, başta kendim olmak üzere herkese bir kere daha hatırlatıyorum.

* (İkinci yazı)

Medyada Polemikler Hakaretler

Merhum Mehmet Akif, Sebilürreşad mecmuası sahibi ve baş muharriri Eşref Edib beye "Makalende sen bizzat hakaret etme. Öyle bir yazı kaleme al ki, qâri (okuyanlar) hakaret etsinler..." öğüdünü vermiş.

Bizdeki matbuat (basın medya) hayatının olumsuz ve çirkin taraflarından biri, sık sık şiddetli polemikler yapılması ve karşılıklı ağır hakaretler savrulmasıdır.

Vasıflı, kültürlü, şehir-medeniyet terbiye ve görgüsüne sahip yazarların, tenkitlerini hakaret etmeden yapmaları gerekir.

Ediblerin edebli olması gerekmez mi?

Kaliteli medya mensuplarına, Hüseyin Rahmi'nin romanlarındaki mahalle karıları gibi kavga ve hakaret etmek yakışmaz. Kaldı ki, onun kavga eden karılarında bir sevimlilik vardır.

Biri yanıldıysa yanlışını, gerekçe ve delilleriyle ortaya koyarsın, düzeltirsin.

Sövmek saymakla, hakaret etmekle bir yere varılmaz...

Toplum polemiklere, kalem ve ekran kavgalarına bayılıyor. Bir açık oturum programı... Tartışmalar çığırından çıkıyor... Bağrışmalar... Fikir ve görüşleri birbirine zıt iki davetli ayağa kalkıp birbirinin üzerine yürüyor... Sunucu çıldırıyor. O da ayağa kalkıyor. Avaz avaz, "Olmaz böyle şey" diye haykırarak mikrofonu kavga edenlerin üzerine atıyor.

Ertesi gün medyada bu olay (sanki önemli bir şeymiş gibi) haber oluyor... Dün ZIR tv'nin Pür Telaş programında kavga çıktı, sunucu çıldırdı, mikrofonu attı, falan filan... Herkes memnun... Rating fırlaması oldu. Sunucu memnun, kavga edenler memnun, horoz dövüşü meraklısı seyirciler memnun, patron çok memnun...