AGUSTO, SEN BİR “NİVOLA”SIN ÖLMELİSİN! YA DA PROJE KEMAL

Erol BATTAL

Son günlerde yaşanan bir kaset olayıyla medya, tamamen politikaya kilitlendi. Buradan sıyrılmak için bugün, önceki yıllarda okuyup sevdiğim ve ‘gündemle ilgisi olmayan’ iki kitabı konu edineceğim. Ancak bu kitapları tam olarak anlatabilmek için, önce iki ayrı kitaptan kısaca bahsedeyim. Biri, Unamuno’nun kader konusunu işleyen meşhur “Sis” romanı. Romanın kahramanı Agusto, derin bir aşk çıkmazındadır. Bu sebeple intihar etmeye karar verir. Ve ölmeden önce, Unamuno’nun “yaşamak” üzerine yazdığı makalelerini okur. Makalelerin etkisiyle hayatı sever, yaşamayı ister, intihar düşüncesinden vazgeçer. Ölmemek için, kendisini bir roman kahramanı olarak var eden, Unamuno’ya gider: “Ben ölmek istemiyorum” der. Unamuno, “Hayır, ölmemek gibi bir hakkın olamaz, o irade benimdir. Sen bir nivolasın, yani benim yarattığım bir varlıksın, bir oyuncaksın. Var ettiğim gibi, yok da ederim ve senin buna karşı gelme gücün olamaz” der ve “Agusto intihar etti” diye yazar.

Birinin kalemiyle var olan, yine aynı kalemle yok edilir.

Diğer kitap biyografisini yazdığı kişileri; yeniden canlandırarak, ete kemiğe büründürüp, dünyamıza döndüren, dünya edebiyatının en iyi biyografi yazarı Stefan Zweıg’ın “Yıldızının Parladığı Anlar”dır. Kitapta; Fatih’ten, Lenin’e; Waterloo’da Napoleon’a yardıma koşan Grouchy’den, Friedrich Handel’e 12 olay ve onların ölümsüz kahramanlarının hikâyesi anlatılır. Burada anlatılan olaylar gerçek, kahramanlar sahicidir. Onlar kendi yıldızlarını parlatmışlardır. Onlar, Zweıg’ın kurgusu olmayıp kendilerini yaşayıp, yıldızlaşanlardır.

Bir kalemle var edilmedikleri için onları, yok etmeye hiçbir kalem güç yetiremez.

Benim asıl bahsetmek istediğim kitaplardan birincisi Mısırlı feminist yazar Neval El Saddavi’nin 1984 yılında yazdığı “Sıfır Noktasında Kadın” isimli biyografik romanıdır.

Saddavi; kahramanı Firdevs’i, cezaevinde, bir idam mahkûmu olarak tanımıştır. Firdevs küçük yaşlarda kimsesiz kalmış bir sokak fahişesidir. Bir gün aynı işi yapan zengin Şerife’yle tanışır. Şerife; Firdevs’te, meslekleri adına istikbal görmüştür. İlk olarak Onu, kaldığı fakir semtten alıp, zenginlerin yaşadığı Nil’e hâkim villasına taşır. Firdevs’e pahalı bir gardırop oluşturur. Elbiseleri, İtalya’nın en meşhur modacılarından sipariş edilir. Kozmetikler Paris’ten getirtilir. Pahalı bir hayata adım atılır. Firdevs bu borçlanmadan korkup, bunun altından nasıl kalkarım endişesindedir. Şerife bu işin ilmini oluşturmuştur. Endişesinin yersiz olduğunu söyler. Firdevs’e nasıl konuşması, nasıl davranması, çatalı hangi eliyle tutması gerektiği öğretilerek piyasaya hazırlanır. O, artık sokak fahişeliğinden, hanım fahişeliğe yükselmiştir. Evet; iyi yemekte, iyi giymekte, pahalı parfümler kullanmakta; müşterilerden yüklü paralar almakta eline ancak, sokaktaki kadar para geçmektedir. Şerife, Firdevs’in elinden hayrına tutmamıştır. Firdevs oyunu fark eder, Şerife’den kaçar. Sırtını dayayacağı adamı bulunca, içinde hizmetçileri aşçıları olan lüks bir ev tutar. Karşı gelmenin gücünü keşfeder, gazeteci dostlar edinir. Edindiği aksesuarlar ona lüks bir hayat sunar. Ancak normal bir kadın olma, âşık olma hakkını da elinden alır. Parlatılmak, imajlarla farklılaştırılmak Onu, kendisi olmaktan uzaklaştırdığı gibi, başkası gibi yaşama hakkından da yoksun bırakır. Hülasası, O, kahramanı olduğu romanın yazarıyla, cezaevinde idam mahkûmu bir kadın olarak tanışmıştır.

Stefan Zweıg’ın kahramanları kendilerinde olanın zamanının gelmesiyle tarihi bir şahsiyete dönüşürken; Saddavi’nin Firdevs’i ise, başkalaştırılırken yok edilmiştir.

         Alev Alatlı bazı büyüklüklerin suniliğine, kafasını fazlasıyla takmış bir yazardır. Vıva La Muerte’de “Nazım Hikmet’in büyüklüğü(!) aile çevresindendir” der. Mustafa Denizli’den, Milli Takım Teknik direktörlüğüne pazarlandığı dönemde “Juliet’in Mustafa’sı” diye bahsedip “Onun başarısı Juliet’in kocası olmasındandır” der. Yaşar Kemal’in büyüklüğünün çevresinden mülhem olduğunu vurgulamak için de “Linda’nın Kemal’i” der.

         Alev Alatlı bu konudaki düşüncelerini tam olarak anlatabildiği noktasında endişe duymuş olmalı ki, bu çerçevede bir de, roman yazmıştır: “Kadere Karşı Koy A.Ş.”

         Alev Alatlı, romanla ilgili bir soruya şu karşılığı verir: “Kadere Karşı Koy A.Ş, toplumsal bir hicivdir. Türkiye'de insanların nasıl "yaratıldıklarını" anlatır. Hiç yoktan nasıl bir ünlü ressam olursunuz, medyatik olursunuz, politikacı, belediye başkanı vs vs olursunuz.”

          Şehvar, Figen, Asude, Sema, Güler ve Süheyla. Ekonomi profesörü, modacı, yüksek mimar, mikro cerrah ve borsacı hanımlarından oluşan arkadaş grubudur. Hepsi, birbirlerini büyütüyorlar. Modacı parasını, borsacıya yatırıyor; borsacı mutfağını mimara tasarlatıyor. Hepsini de Sema güzelleştiriyor

Arkadaşlardan sadece Süheyla’nın bir işi yok, ama zengin ve sürekli meşgul bir kocası vardır. Kocasının bu meşguliyeti içerisinde Süheyla; onun, dikkatini çekebilmek için sürekli güzelleşme ihtiyacı duymakta, art arda estetik ameliyatlar olmaktadır. Mikro cerrah olan Sema, bir gün arkadaşlarına; “Bu kız masada kalacak, Onu, bu saplantıdan kurtarmalıyız” der. Ve Süheyla’yı ‘bir şey yapmaya’ karar verirler. Senaryodan Süheyla’nın haberi yoktur. Mesela ‘ressam olsun’ denir. Ressamlık bir yetenek işidir, olsun. Onlar, istedikten sonra tenor bile yaparlar. Nişantaşı’nda lüks bir binada, büro tutulur. Girişe eskitilmiş bakır üzerine “Kadere Karşı Koy A.Ş” yazdırılır. Büro egzotik eşya ve motiflerle dekore edilir. Doktor, büyücü karışımı rol yapan tiyatrocu bir arkadaşları; Süheyla’yı karşılar ve onda ressam yeteneği olduğunu söyler. Kısa bir süre eğitim aldırılır. Sonra gazetelere dâhî ressam olarak yansıtılır. Üst düzey kokteyllere, toplantılara arkadaş desteğiyle ressam olarak çağrılır. Seçkin bir mekânda sergi açtırılır. Gazetelerde, haberler yayınlattırılır. Sergiden; arkadaşları, aracılar vasıtasıyla resimler alırlar. Süheyla, ünlü bir ressamdır. Artık ulaşacak olan değil, ulaşılacak olandır. O, öyle zanneder. Bu başarıdan sonra, Nişantaşı’ndaki o dükkân, artık bir işyerine dönüştürülür. Ressamlar, sanatçılar, politikacılar, genel başkanlar üretmeye devam eder.

Süheylaların kaybedecek neleri vardır ki?

Birkaç yıldır, Gandi ve onun mücadele biçimiyle ilgili bir çalışma planlıyordum. İlgimi çeken nokta, Gandi mücadelesi, hangi başarıyı getirmiştir ki, bu mücadele yöntemi bu kadar destanlaştırılmaktadır. Bu destanlaştırmadan hep şüphe duydum, bunun arkasında zihinlere zerk edileni merak ettim. Ancak bugün kalkıp, Gandi’nin mücadele biçiminin değerlendirmesini yaptığınızda, alacağınız tepki; “Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı olacağım diye, Gandi’ye kara çalıyor” olacaktır. En iyisi bu değerlendirmeyi soğuk bir zamana bırakmaktır.

Hangi mantık ve gerekçeyle olduğunu bir türlü anlayamadığım bir biçimde pazarlamacılar CHP’nin yeni başkanına “Gandi” lakabını taktı. Bu ikisi karşılaştırıldığında, tek benzerliklerinin; çelimsiz vücut yapıları olduğu görülür. Yoksa bunun ötesinde Gandi ne eğitimiyle ne sosyal yetişme ortamıyla, ne sınıfıyla, ne inançlarının şekillendirdiği duruşuyla lakap olduğu kişiye asla benzememektedir.

Gandi, kast sisteminde 1.sınıf bir ailenin çocuğu; diğeri, Tunceli, Nazimiyeli, Patnosluların rüşvetçilikle suçladıkları tapu memuru bir babanın oğludur. Gandi İngiltere’nin en iyi üniversitelerinden birinde, hukuk eğitimi almış, Batı’yı ve Batı değerlerini tanıyıp, onu sıkı sıkıya bağlı olduğu inançlarıyla harmanlayıp, hayatının her aşamasında sivil yaşamış bir aktivist. Diğeri ise, hayatını hep “bir makam üste nasıl çıkabilirim” çabasıyla geçirmiş, yasaların cenderesinde şekillenmiş bir bürokrat. Gandi inançlarının şekillendirdiği yaşam biçimini direnişe döndürüp oradan şöhretini bulan bir mistik. Diğeri dünyayı rakamlardan ibaret sanan bir ‘hesapçı’. Gandi, insan doğasının en büyük erdemi olarak cesareti görüp, özgürlük savaşına soyunan bir direnişçi; diğeri, Ergenekonculara selam çakan, kendi kimliğine tecavüz edildiğinde bile, tavır almaktan korkan bir militarist. Gandi keçi kılından yelek giyen sahici bir adam; diğeri, ‘kendi parasıyla aldığını’ söylediği 500 TL’lik İtalyan gömleğiyle proje bir tip.

Onun ortaya çıkışı, bir yıldızın parlaması değil; bir Firdevs, bir Süheyla yaratma çabasıdır. Biri kadınlığıma döneyim derken hayatından olmuş, diğeri ressamım zannederken başkalarının himmetine mahkûm düşmüştür.

Her yaratılma, başka bir nivolaya dönüşümdür.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.