Başörtüsü yasağı ve sokak baskısı

xxx135

Yıllardan beri devam eden başörtüsü yasağı Başbakan Erdoğan'ın eşinin başörtülü olarak GATA'ya hasta ziyaretine gidemediğini açıklaması ile yeniden gündeme geldi. Daha doğrusu gündemdeydi ama fazla tartışılmıyordu. Peki yeniden tartışma gündemine geldi de değişen bir şey oldu mu? Doğrusunu söylemek gerekirse bu hususta bir gelişme olduğuna dair herhangi bir açıklama yok. Ancak, olacağına dair bir ümidim var. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'nun bir gazeteye yaptığı açılamalarda Emine Hanım'ın başörtüsü yüzünden GATA'ya girişinin engellenmesi ile ilgili olarak, "Keşke yaşanmasaydı. Bugün savunamayız" şeklindeki sözleri bir yanlış uygulamanın TSK'nın tepesindeki kişi tarafından kabullenilmesi yüreklere su serpmiştir. Doğrusu artık yanlış uygulamalara son verileceğini düşündürmüştür.

Elbette başörtüsüne karşı yasak uygulaması sadece GATA ile sınırlı değildi. Üniversiteler başta olmak üzere askeri garnizonların tamamında benzer yasak sürüyordu. Söz gelimi askerdeki oğlunu, eşini ya da bir yakınını ziyarete giden başörtülü hanım kapıdan girebilmek için nöbetçi askerin tarifine göre başını bağlamak durumundaydı. Ya da açmak. Bunun üç ay kadar önce yaşanmış bir örneğini aktarmak istiyorum. Mersin'den muayene için Ankara'ya gelen bir hanım hastanedeki işleri bitince Etimesgut'ta asker olan kayınbiraderini ziyaret etmek ister. Misafir kaldığı evin hanımı ile birlikte birliğe giderler. Kapıdan tam girecekleri sırada nöbetçi asker çekinerek hanımın başörtüsünü açmasını ya da çenesinin altından bağlamasını ister. Böyle bir tavır beklemediği için ziyaretçi hanımda şok etkisi oluşturur. Kapıdan geri dönecek hali yoktur. Bunun için askerin istediği şekilde başını yeniden bağlar ve tam içeri girecekleri sırada yine aynı birliğe ziyaret için gelen bir başka başı açık hanım hiç üzerine vazife değilken "Bu çağda baş mı kapatılır. Açsana başını" diyerek laf atar. Anadolu'dan gelen hanımın şaşkınlığı bir kat daha artar ama yanında beraber geldiği başı açık diğer hanım adeta çılgına döner ve laf atan hanıma yönelerek, "Sana ne kimin başını örtüp kimin açacağından" karşılığını verir. Bereket laf atan hanım bu sözleri duymamış gibi yürüyüp gider ve kışlanın kapısında muhtemel bir olay önlenmiş olur.

Bu olayı anlatmaktaki maksadım bazı çevreler sık sık başı açıklara karşı mahalle ve çevre baskısından söz ediyorlar ya onlara işin aslını göstermek istedim. Elbette başı örtülü bir ana ya da bacının yakınını ziyaret edebilmesi için başının nasıl örtüleceğine bir başkalarının karar vermesinin izahı olabilir mi? Esas mahalle baskısı bu değil mi?

Ne var ki bu ülkede baskıyı yapanlar mağdur, baskıya uğrayanlar sanki suçlu gibi gösteriliyor. Bu bakımdan esas son verilmesi gereken bu çelişkidir. Bunun yolu da bazı kurumların hiç üzerlerine vazife değilken kendilerine göre bir takım kurallar icat etmeleri ve herkesi bu kurala uymaya zorlamalarıdır.

Elbette Başbakan'ın eşinin maruz kaldığı muamele hazmedilemez ve üzüntü vericidir. Ancak bu muamele yaygın bir şekilde inancı gereği başını örten hanımların tümüne karşı sürdürülmektedir. Bu uygulamaya son vermek aslında çok kolaydır. Çünkü, bu uygulamayı koyanlar bir yasaya dayanarak hayata geçirmiş değillerdir. Yıllar önce böyle bir yasak yoktu. Asker ziyaretine giden hiç kimsenin başının açıklığına ya da kapalılığına bakılmaz, bağlayanların nasıl bağladıkları incelenmezdi. Ne var ki, bazı çevreler kendilerine göre bir tehlike tanımı geliştirdiler. Başörtüsünün laikliğe aykırı olduğu gibi de bir hüküm verdiler. Kendi verdikleri hükmü kendileri uygulamaya koydular. Böylece bir hakkın kullanılmasını engellemeye başladılar. Kısacası yıllardan beri bu ülkede suç işleniyor. Bu yeni dönemde ortaya çıkan karşılıklı anlayış sebebiyle bu tür gereksiz uygulamalar ortadan kaldırılabilir. Bunun için kamuoyu önünde tartışmalara da gerek yoktur. Çünkü, toplumun büyük çoğunluğunun kimsenin başının örtüsüyle bir sorunu yoktur. Yani üniversite kampüslerinde başörtülü öğrenciler ile başı açık olanlar çok güzel arkadaşlık örnekleri vermektedir. Sadece çok az sayıda bir kesimin toplumun tümünü kendisine benzetme gibi bir isteği vardır. Bu isteğe teslim olmak büyük çoğunluğa haksızlık etmek, çoğunluğun temel insan haklarının sınırlandırılması demektir. Nasıl ki Emine Hanımın başına gelenlere bugün "Keşke yaşanmasaydı" denebiliyorsa benzer tüm uygulamalar için aynı değerlendirmenin yapılması hakkın gereğidir.