Bediüzzaman'ın çağ aşan ve çağ açacak üstdil'i

xxxx1

Düşünür, çağının çocuğudur; çağının sorunlarını iliklerine kadar soluyan ve derinlemesine kavrayabilen kişidir düşünür, öncelikle. Ama düşünürün, düşüncesi, bakışı ve ufku sadece çağıyla sınırlı olamaz. Kişi, eğer, pergellerini başka çağlara, başka çağrılara da açabiliyorsa, hakîkî, çaplı bir düşünür olarak görülebilir ancak.

Türkiye'nin en temel sorunu, çap sorunudur: Derinlik, ufuk meselesi... Hayatın her alanında, düşüncede, sanatta ve bilimde dünya çapında ses getirebilecek, çığır açabilecek çapta çaplı, öncü, önaçıcı insanlar yetiştirememesi sorunu...

Çağ kurmuş, çağrısı, başka çağrıların kendi çağlarını kurabilmelerine önayak olabilmiş, başka çağrılara -deyim yerindeyse- "hayat öpücüğü" sunabilmiş bir medeniyetin çocukları olarak, içine sürüklendiğimiz bu çapsızlık, ufuksuzluk ve çağdışına itilerek başkalarının kurduğu çağın ağlarına takılı kalarak varlığımızı sürdürme traji-komedisine düçâr olma hâlimiz, kabul edilebilecek, hazmedilebilecek bir şey midir?

 

* * *

Önce şu: Biz "burada" değiliz. Çağ, bizim çağımız, bizim çağrımızın kurduğu bir çağ değil. Biz bu çağın ağlarına, bağlarına ve bağlamlarına maruz kalan figüranlarız sadece. "Biz" yokuz. Eğer "biz" varolabiliyor olmuş olsaydık, insanlığa bilimde, sanatta ve düşüncede esaslı şeyler sunuyor olurduk ve insanlık, -dün olduğu gibi bugün de- bize bakardı.

Modernleşme süreciyle birlikte bir "düşüş hâli" yaşıyoruz: Ürpertici bir savruluş ve yokoluş süreci. Bırakınız başkalarının bize bakmalarını, biz başkalarının "ağzına" bakıyoruz artık.

Neden peki? Tek nedeni var bunun: Medeniyet fikrimizi ve iddialarımızı yitirmiş olmamız. O yüzden, yokuz.

Oysa medeniyet fikri, bize, Tanrı'yı, kâinâtı, eşyayı, gerçekliği, hayatı bir bütün olarak görebilmemize, değerlendirebilmemize, bütün bir insanlık çağlarında derinlemesine yolculuklar yapabilmemize imkân tanıyabilecek köklü, kalıcı ve kanatlandırıcı bir varoluş zemini sunabilecek yegâne fikirdir.

 

* * *

Dilini yitirmiş bir toplum, hem varlığını sürdüremez; hem de varolmasını ve insanlığa esaslı şeyler sunmasını sağlayabilecek yegâne vasat'ı ve vasıta'ları sunan medeniyet fikrini ve iddialarını yitirmekten kurtulamaz.

Tarihte, en azından modern tarihte, dilini de, bu dilin inşa ettiği ve sürgit yaşattığı medeniyet fikrini ve iddialarını da yitiren tek toplum biziz.

Medeniyet, ilim / "bilim", irfan / "düşünce" ve hikmet / "sanat" menzillerinde yapılan yolculuklardan doğar. Bunu mümkün kılan yegâne vasat ve vasıta, "dil"dir. "Dil", bu süreçte, sadece vasıta olarak işgörmez; aynı zamanda, medeniyetin dünyasını ve havasını, dokusunu ve ruhunu hem soluyan ve yaşayan, hem de solutan ve yaşatan bir vasat'a dönüşür.

Medeniyetler, ilim, irfan ve hikmet menzillerinde yolculuk yapmalarını sağlayan "dil"le soluk alıp verirler ve yaşarlar. Ama medeniyetlerin varlıklarını sürdürebilmeleri, ancak insanların hayatlarında soludukları ve yaşadıkları "dil"i (hayatı) sürdürebilmeleri, bu "dil" (hayat) üzerinde yılmadansürgit kafa yormaları, bu dili değişen şartlarda ve mekânlarda yeniden üretebilmeleriyle mümkündür: İşte bu devamlılığı sağlayan, medeniyetin geliştirdiği hayatı / dünyayı her hâl ve her şartta solutan ve yaşatan süreci ve işlemi, üstdil olarak adlandırıyorum.

Özetle, "dil", medeniyetin hayat köklerini sunar; üstdil ise hayatiyet kaynaklarını. Medeniyetin hayatiyetini devam ettirebilmesi, üstdillerini geliştirebilmesiyle mümkündür. Eğer bir medeniyetin üstdil'i yoksa, yok olmuşsa, o medeniyetin dil'inin de, kendisinin de yokolduğuna hükmedebiliriz.

 

* * *

Çağımızda, bizim ilim, irfan ve hikmet menzillerinde yaptığımız yolculuk sonrasında inşa ettiğimiz medeniyet dilimizi (özümseyen ve deşifre ederek devam ettiren) hem de geliştirdiği üstdil'le (ilim, irfan ve hikmet güzergâhlarımızı silbaştan yeniden-şifreleyerek) medeniyetimizin hayatiyet damarlarını yaşatan tek düşünür Bediüzzaman'dır.

İşte bu özelliği, Bediüzzaman'ın geçmişle gelecek arasındaki bağlarımızı muhkem bir şekilde kurarak geleceğin "burada" olmasını sağlayabilecek çağ açan bir düşünür olmasını sağlıyor.

Bediüzzaman'ın yaptığı işin çapını ve hayatiyetini kavrayabilmiş değiliz henüz. Bediüzzaman, hem çağının çocuğudur ve çağının sorunlarını derinlemesine kavramış bir düşünürdür; hem de çağın ağlarına ve bağlarına takılmadan, bu ağları ve bağları kırarak, aşarak bize çağ açabilecek imajinatif bir üstdil armağan etmiş bir düşünürdür.

Çağımızda sadece Bediüzzaman'ın gerçekleştirdiği ve keşfedilmeyi, yeni bir medeniyet fikrinin geliştirilmesinde hayata ve harekete geçirilmeyi bekleyen çağ açıcı bir açılım ve atılım imkânından sözediyorum.

Peki, Bediüzzaman, bunu nasıl başardı?