BİRAZ ANLAYIŞ LÜTFEN

A.Kerim KARAAĞAÇ

Her insan şu kısacık dünyada bir şeylerle meşgul olmaktadır. Dolayısıyla, hasbelkader bizim de her insan gibi elimizde oyalanacağımız bir mesleğimiz var.

Mesleğime ilk başladığım günden buyana, muhatap olduğum hastalarımı sözlerimle, davranışlarımla, özellikle yaptığım işimle, olanca bilgimi, görgümü sergileyerek memnun etmeye gayret ettim. Yıllarca bu hâl böyle devam etti. Yâni sizler, muhatap olduğunuz, işini yaptığınız, alış-verişte bulunduğunuz kimselerin sizlerden memnun olup olmadığını fark etmez misiniz? Sonunda bana memnuniyetsizliğini bildiren, öylece ayrılıp giden (bir kişi hariç) hiç kimseyi hatırlamıyorum. Belki şikâyetini içine gömen, söylemeye çekinen birileri de olmuş olabilir, öylesine de benim yapacağım bir şey yok.

Peki, benim şikâyet edeceğim, kızıp köpüreceğim hiçbir şeyler, hiç kimseler olmadı mı? Elbette, o kadar oldu ki saymakla bitmez. İşte bunlardan birini, sıra dışı olan kişinin hikâyesini anlatacağım sizlere.

Gelen hastaları genel bir sınıflamaya tabii tutarsak, üç kanalla geldiklerini görüyorum; birincisi, bizi daha önceden tanıyanlar. İkincisi, tanıyanların gönderdiği hastalar. Üçüncüsü de, bir diş doktoru lazım olmuştur, tabelâlara göz gezdirirken bizim tabelâmızı görüp rast gele çıkıp gelenler. Böyleler de ikiye ayrılır. Acil olanlar ki, bunların daha evvel düzenlice devam ettikleri bir hekimleri vardır. Bir de hiç hekim seçmeyenler, nerede hekim lâzım oldu, arama esnasında göreceği ilk tabelâya bakarak çıkanlar. Bu sınıflamanın dışında, gittiği hiçbir hekimi nedense beğenmeyip onlarca hekim dolaşanlar, “ben bütün diş doktorlarını çok seviyorum” deyip, ufacık bir şikâyetinde hep ayrı diş hekimini ziyaret edenler, “arkadaş, ben ölsem de doktorumu değiştirmem” diye düşünenler vs.

Özellikle ilk rastladığı tabelaya bakarak gelenlere bazı öğütlerim oluyor. İlk defa gördüğüm bir hastaysa soruyorum; tabelaya bakarak mı çıkıp geldiniz? “Evet” diyorsa: Şu anda rahat mısınız? diye sorduğumda genellikle:“Ne yalan söyleyeyim tedirginim.” Cevabını alıyorum. “Bakınız, siz bir gömlek, bir pantolon almaya gelmediniz, canınızı birine teslim etmeye geldiniz. Siz hiç tanımadığınız bir kimse ile karşı karşıyasınız, size ciddi şekilde yanlışlar da yapılabilir. Eğer önü akşama gelmiş ve sizin devamlı gittiğiniz doktora da ulaşma imkânınız yoksa yedekte, hiç olmazsa tanıdıklarınızın tanıdığı güvendiğiniz bir doktorunuz daha olsun. Dağ başında değiliz fakat, karşınıza canlarınızdan ziyade, sadece maddeyi ön planda tutan bir zihniyet çıkarsa, neticede son pişmanlık fayda etmez. Hem bu yolla gelenlerden hekim de rahat olmaz, diken üzerinde çalışır” diyorum.   

Bir gün “dişim çok ağrıyor doktooor” diye inleyen bir vatandaş geldi. Üstte sınıfladığım birinci ve ikinci yolla değil, rast gele gelenlerdendi. O gün muayeneden sonra, şişmiş olan yüzü ve gözü için gerekli reçeteyi hazırladım ve ilaçları bitince randevu alarak gelmesini söyleyip gönderdim. Daha sonraki gelişinde ağzında dişleriyle ilgili ne yapabileceğimizi sordu. Dişin çekilmesi için yapılan anestezi arasında ona bu ağızda dişleriyle ilgili neler yapabileceğimi anlattım ve anlaştık. 14 adet çekilecek dişi vardı, onların çekimini takiben yaklaşık 1, 1,5 aya yakın beklenecek sonrasında da alt ve üst çenesine total protez yapacaktım.

Bu hastam protezinin yapımı da dahil, iki ay kadar bir süre gelip gitti. Bu kadar zaman içerisinde neden samimiyet kuramadık anlayamadım. Halbuki, iki defa gelmiş olan bir hastamla dahi çarçabuk samimi olur, güzel bir diyaloga girerdim. Bu hastam bana, kendisine ısınmam için hiç fırsat ve pas vermedi. Hep anlaşılmaz bir muamma içinde suskun geldi ve gitti. Ben bir şeyler sormak istiyorum konu açılsın da karşımdaki insanın yapısını, karakterini çözeyim ve ona göre bir şeyler söyleyeyim istiyorum, nafile. Suratını asıyordu, konuşmak istemediğini hissettirir bir tavır takınıyordu. Böyle olunca, ben de yüzsüzlük yapıp üstüne, üstüne gidemiyorumdum tabii ki.

Protezini bitirip, ağzına takacağım gün gelmişti. Bismillah deyip protezi yerleştirdim. Şu anda vuran, batan, ağrıtan bir yeri var mı diye sorduğumda sadece, başını hayır anlamında yukarıya kaldırdı. Tam protezi taşımak, ilk ağzına koyan için kolay değildir. Bu tür tam protez yaptığımız hastalarda protezi teslim etmeden veya ağzına ilk koyduğumuzda hastamıza yarım saate yakın bir hazırlık bilgilendirmesi yaparız. Öncelikle protezi nasıl takıp çıkaracağını, hiç olmazsa günde bir defa olsun mutlaka çıkarıp yıkaması gerektiğini, onunla ne zaman istediği şekilde yemek yemeye başlayabileceğini, konuşmasının ne zaman düzelebileceğini, bu kalabalığı dudak, yanak ve dilin ne zaman arkadaş kabul edebileceğini vs. anlatırız. Yani, sizin anlayacağınız beynini bu işe psikolojik olarak güzelce hazırlarız. İşte, ben bu konuşmamı yapıyorum, adamcağız da beni dinliyor gözükerek ara sıra başını sallıyor fakat, dilinin ağız içinde sağa sola hareketlerinden fark ediyorum ki, beyni hep yeni takılan protezde. Sorduğum soruların hepsini başıyla geçiştirdi ve o gün öylece gönderdim.

Henüz ikinci günün sabahı, muayenehanemin zilini ilk çalan ve içeriye giren o oldu. Elinde peçeteye sarılı bir şey gördüm ve hemen, dünkü ağzına koyduğum protezler olduğunu fark ettim. Kapıdan içeriye doğru iki adım atı ve “bana bak bana, ulan doktor bozuntusu, bu dağ gibi şeyleri ağzıma koydun, benim onlarla nasıl yaşayacağımı hiç düşündün mü?” dedi. Arkasından çok argo kelimelerle hakaretler yağdırdı. Bu adam sanki, iki aydır gelen adam değildi. O kadar zaman konuşmaktan aciz görünen adamın adeta dili çözülmüş, dudaklarının arasına ufak bir lağım borusu takılmıştı. Bağırdı, çağırdı, olanca hırs ve kinini döktü. Bu arada birkaç hastam da gelmişti. Bu ağır hakaretler karşısında uzun bir süre kendime gelemedim. O devam ediyordu ki, sakin bir şekilde “kısaca ne demek istiyorsun onu söyle amcacığım” dedim. Benim böyle sormamı bekliyor gibi “paramı ver paramı” dedi. “Peki” dedim, içeriden parasını denkleştirerek getirip verdim. Fakat bağırmaya devam ediyordu. “Daha ne istiyorsun be adam “ dememe kalmadı; “Benim 14 adet dişimi çektin, onları da yerine koyacaksın” dedi. Böyle bir emir karşısında pek de şaşırmadım ve biraz daha rahatladım. Çünkü, böyle bir şeyi insan ya deli olursa, ya da şoka girerse söyleyebileceğine hükmedip çok daha sakin konuşmaya özen gösterdim. “Görüyorsun ki ben aciz bir insanım, yaratmak gibi bir ilahlık vasfım yok, ama siz illa da çekilen dişleri yerine koydurmakta ısrarlıysanız, düzenin mahkemesi, hâkimi var, dağ başında değiliz ya, belki de onlar bir çare bulurlar amcacığım” dediysem de o gene bağırıp çağırmaya devam etti. Ben hiç karşılık vermeyince de ümidi kesildi, sesini daha da yükseltip hakaretler ederek merdivenlerden inmeye başladı. Sonradan fark ettim, galiba çektiğim dişlerin parasını da benden istiyordu. Hâlbuki, ben ondan çekim ücreti almamıştım.

Aradan iki yıla yakın geçti. Bir baktım, gene kapıdan giren bu yaşlı insan. Daha görür görmez gene Allah’a sığınıp” Ya Rabbi bana gene sabır verirsin inşaallah” dedim. Evet, gelen suret olarak o insandı fakat, içeriye girişiyle, bakışıyla, selam verişiyle, sıcaklığıyla bana iki sene evvel gelen insan değildi sanki. Önceki insan nere, şimdi gelen nere, kıyaslamak mümkün değildi. İki yılda insanın bu kadar değişmesini neyle izâh etmek lazımdı bilemiyorum.

“Doktor bey sizden özür dilemeye, helâllik almaya geldim, beni bağışlarsınız inşaallah” dedi. Bekleme salonunda dört hasta vardı. Onların önünde “hoş geldiniz, sefalar getirdiniz ama, helâllik vermek öyle kolay olmayacak. O gün çıkıp giderken neleri söylediğinizi bir hatırlayın.. Gerçekten helâllik alma niyetiyle geldiyseniz, benim söyleyeceklerimi şu insanların da duyacağı yüksek bir sesle, canı gönülden tekrar ederseniz, işte o zaman helallik verebilirim” dedim. “Yeter ki hakkınızı helal edin, ne arzu ederseniz yapayım. Ben birkaç gün sonra Umreye gideceğim, sizinle helâlleşmeden gitmek istemiyorum” dedi. “ Peki, o zaman tekrar et; şu andan itibaren ölünceye kadar, hiçbir kulun kalbini kırıcı söz ve davranışta bulunmayacağıma Allah (c.c.) için söz veriyorum”. Karşımda O da aynen bu sözleri tekrar etti ve helalleştik.  Protezi ağzına koyduğu gün, kendi dişleri gibi fonksiyon göreceğini zannediyormuş. Sonunda anlamış ki, kazın ayağı öyle değil, “bâri ilk hekimimden başlayarak özür dileyeyim” diye de ilk bana gelmiş.

Meğer, iki yıl evvel benden ayrılınca protezleri için üç ayrı Dişhekimine daha gitmiş. Onlardan da sıkıntılı ayrılmış. Benden başka kimse buna yüz vermediği gibi, parasını da geri vermemişler. Aslında vermemeleri doğru bir davranıştı. Çünkü, benim gibi onlara da bir protezin mâliyeti vardı. Yalnız ben o anki şartları, karşımdakinin psikolojik durumunu ve hemen sonrasında olabilecek tabloyu, hepsinden önemlisi, her gün sabahları evimden ayrılırken, ayakkabılarımı çekme esnasında “ eyy Allahü Ekber, beni bu gün de kimseleri kırmadan, gücendirmeden akşama sıhhat ve afiyetle evime döndür” diye ettiğim duayı düşünerek, adama kötü bir tepki vermedim. Allahüteala da beni bu şekilde mükâfatlandırdı, adamcağız o kadar zaman sonra nefsini büküp, gelerek helâllik aldı.

Sonrasında adamcağızın protezini yeniledim ve bu sefer iki protez parası verdi. Neticede şimdi ağzında bir protez taşıyordu ama,  diğer dişhekimleriyle birlikte ödediği para beş protez parasıydı. Sadece para kaybı mı? Zaman, sıhhat ve daha neler…

Dt.Abdülkerim Karaağaç

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.