Biz Çocuktuk Ama Hep Hayat Doluyduk

Demliyazılar

Biz Çocuktuk Ama Hep Hayat Doluyduk

Cezmi KOÇ

Bugün biraz geçmişe doğru bir ziyaret yapayım dedim. 
Yapacağım ama günümüzle de karşılaştırarak. 
Bakalım benim çocukluğumla şimdiki çocuklar arasındaki yaşam farkı ne kadar?
Biz mi daha mutluyduk, yoksa şimdiki nesil mi?
Bunları yazıyorum ama hiç hayıflanmayacağım.
Belki zor çocukluğumun zor yanları vardı ama bunlar bizi hayata hazırladı.
Her neyse, şöyle geçmişe doğru bir gidelim.
Daha ilkokul çağlarında ben çalışmaya başlamıştım. 
Çok iyi hatırlıyorum Kocamustafapaşa’da Cumartesi günleri kurulan halk pazarında su satardık arkadaşlarla.
O zaman içilecek sular çeşmeden akardı. Biz de Cuma gününden buzdolabına koyar, iyice soğuturduk. 
Ertesi sabah halk pazarı kalabalıklaştığı zaman, yani öğleye doğru alırdık bidonlarımızı.
Pazarın içinde “buz gibi soğuk sudan içen!” diye bağırarak pazarcı esnafına soğuk su satardık. 
Belki az para kazanırdık ama değerli para kazanırdık.
Çünkü alın terimizin parasıydı.
Akşama kadar belki birkaç bidon satardık. 
Hiç yüksünmezdik. 
Çünkü o zaman para değerliydi, her şey bu kadar ucuz ve değersiz değildi. 
Biz hiç olmazsa okul harçlığı çıkarırdık, az da kazansak. 
… 
Bizim yaz tatillerimiz dolu dolu geçerdi. 
Bazı tatillerde çalışırdık, bazı tatillerde de Kur’an Kursuna giderdik. 
O zamanlar teknoloji bu kadar gelişmemişti. Bir elifba cüzümüz vardı, bir de Diyanet’in Kur’an Kursları için orta kalınlıkta bir kitabı vardı.
Kur’an’ı elifba cüzünden öğrenirdik, İslamî bilgileri de o kitaptan. 
O zamanlar ben Kocamustafapaşa ’da bulunan Sümbül Efendi Camii Erkek Kur’an Kursuna giderdim. 
Çok disiplinli bir kurstu orası.
Gerçi Yaz Kur’an Kursuna gidenlere öyle aşırı disiplin uygulamıyorlardı ama orada yatılı kalanlar hafız olsun diye katı kuralları vardı. 
Hiç unutmam o Kursun Müdürü vardı (Allah selamet versin) Mustafa Yılmaz Hoca.
Onun odasının yanında geçerken bile insan çekiniyordu. 
Tatlı sert mizaçlı, aşırı kuralcı, hedeflerinin olması için çaba sarf eden birisiydi. 
Böyle olması iyi miydi?
Bilemem ama öyle sanıyorum ki, iyi tarafları da vardı, kötü tarafları da, o zamanın şartlarını göz önünde bulundurursak. 
Mustafa Hoca ’nın da bir oğlu vardı; Said diye. 
O da biraz şişmanca bir ağabeydi. 
Şişmanlığı ve hareketleri ona farklı sevimlilik katıyordu. 
Eğer ben bu zamanda Kur’an okuyorsam ve az çok da tecvid kurallarına hakimsen bu Kur’an Kursu sayesinde oldu. 
Allah başta Mustafa Hoca olmak üzere oradaki tüm hocalarımdan razı olsun.
Çok iyi hatırlıyorum; ben çocuğum diye mahalledeki kadınlar Ramazan’da mukabele yapacaklardı. Mukabele okumak için beni çağırırlardı. 
Ben de okurdum, kadınlar beni takip ederlerdi. 
Çok iyi hatırlıyorum; Müzeyyen Yengemiz vardı bir tane. 
Beni çok severdi. 
Hatim duasını yaptıktan sonra beni yan odaya çağırdı.
Sonra cebime para koydu. Hem de öyle ufak bir para da değildi. 
Ben istemesem de o zorla verdi. 
O para inanır mısınız şu zamana kadar aldığım paraların içinde en kıymetlisiydi. Öyle sanıyorum ki ölene kadar da öyle olacak.
Dedik ya yaz tatillerimiz dolu dolu geçiyordu. 
Bazı tatillerde de ben çıraklık yaptım. 
Önce Çınar Karakolunun çapraz karşısında, Seyran Pastanesinin yanında berber çıraklığı yaptım. 
Her sabah dükkanı ben açardım.
Dükkanı iyice havalandırırdım ve sonra da ustamı beklerdim. 
Akşamları da dükkanı süpürür, berber gereçlerini temizler ve yerlerine yerleştirirdim. 
Hafta sonu gelince de haftalığımı alırdım. 
O zamanlar hayat zordu, ama bereketliydi. 
Harçlığım azdı ama bereketi vardı. 
Sadece berber çıraklığı yapmadım ben.
Su tesisatçısının yanında da çıraklık yaptım; Mehmet Gül Usta ’nın yanında. 
Bu iş, ondan daha yorucuydu. 
O zamanlar plastik revaçta değildi. 
Borular demirdendi, takım çantaları da öyle. 
Onları taşımak, etmek benim gibi pek cürümü olmayanlar için fevkalade zordu. 
Hiç unutmam, Mehmet Ustam tâ Bakırköy ’de bir inşaatın su tesisatı işini almıştı. 
Bindik Kocamustafapaşa İstasyonu ndan trene, indik Bakırköy ’de.
Bakırköy ’den inşaata kadar o takım çantasını ben taşımıştım.
Neredeyse benden ağırdı. 
Ama o zaman ustaların sözünü dinlememezlik olmazdı. 
Emin olun onlar da bunları bizi hayata alıştırmak için yapardı. 
Mehmet Ustamı severdim.
Harbi adamdı. 
Sevgisini pek belli etmeyen birisiydi ama merhametliydi. 
Bir gün hiç unutmam; bir Cumartesi sabahı dükkanı açmaya gidiyordum. 
Gitmeden önce bizim oradaki Ermeni Kilisesinin karşısında Marmara Pastanesi vardı. 
Orada bir top sütlü, bir top da çikolatalı dondurma yemiştim. 
Her nasıl olduysa çikolatalı dondurma dudağımın altında kalmış.
Ben dükkana geldim. 
Mehmet Usta yüzüme baktı ve bana;
- Çay mı içtin, dudağının altında izi kalmış, dedi.
Halbuki ben dondurma yemiştim o çay sanmıştı.
Ben de korkmuştum dondurma anlaşılacak diye. 
Çünkü bana bağırarak “sabah sabah ne dondurması yedin böyle” diye çıkışabilirdi.
Haklıydı da. 
Ama çocukluk işte. 
Bir de unutamam Mehmet Ustam bana bazı Cumartesi günleri derdi ki; “yarın sabah bizim eve kahvaltıya gel.”
Ama ben dinleneceğim diye de gitmezdim. 
Halbuki o beni boşuna çağırmıyormuş, kahvaltıdan sonra beni Fenerbahçe maçına götürecekmiş. 
Laf aramızda iyi ki de gitmemişim. 

İşte biz böyle şartlarda çocukluk yaşadık. 
Elimizde teknoloji harikası cihazlar yoktu, onlarla vakit geçirmek için. 
Biz kendimizi anne – babamız, ustalarımız, öğretmenlerimiz sayesinde hayata hazırlamıştık. 
Bizim dünyamız çok genişti. Şimdiki çocuklar gibi dört duvar arasına sıkışmıyorduk. 
Oyunumuzu da gayet güzel oynardık. 
Bizim oyunlarımız sanal değil, gerçek oyunlardı. 
Hep mücadele içindeydik.
Hep gayret içindeydik. 
Bizim hedeflerimiz vardı. 
Biz belki haftada bir çikolata yerdik, şimdiki nesil gibi günde birkaç çikolata yemezdik. 
Yediklerimiz gıdım gıdımdı ama yaşantımız çok güzeldi. 
Şu anki nesle bakıyorum; yedikleri önünde, yemedikleri de arkasında ama gülen yüzler hiç yok gibi. 
Hayattan hep bıkmış gibiler. 
İletişim desen yüz yüze değil, gönül gönüle hiç değil, sadece tuşlar arasında iletişim kuruyorlar. 
Sahte gülümsemelerini özçekim yaparak birbirlerine dağıtıyorlar. 
Bir de şimdiki gençliğin en büyük derdi caka satmak. 
Çakma markalı ayakkabı ve elbiseleri giyerek, en lüks yerde poz vererek başkalarına hava basmak şimdiki neslin derdi. 
Ama inanır mısınız bilmem ama bizim zamanımızda giydiğimiz yırtık pantolon, burnu gitmiş ayakkabı şimdiki markalı pantolon ve ayakkabıdan daha kıymetliydi. 
Biz çocukluğumuzda yılda hatta iki yılda bir ayakkabı görürdük, şimdiki nesil ise neredeyse ayda bir hatta haftada bir ayakkabı alıyorlar yine de tatmin olmayı bilmiyorlar. 
Bizim pantolonlarımızı analarımız defalarca tamir edip giyiyorduk ama şimdiki nesil ise ufak bir sökük olsa hemen o pantolonu tükaka yapıyorlar. 
Dedim ya, biz hayatın değerini gayet iyi biliyorduk çocukluğumuzda. 
Şimdiki nesil ne hayatın kıymetini biliyorlar ne de onlar kıymet verenlerin kıymetini.
Bunun sonu ne olacak, onu bile düşünmek istemiyorum.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.