Dün yazdığım 'Alman Ergenekonu', Deniz Feneri davası başlıklı yazıya yönelik ciddi tepkiler aldım. Tepkilerin büyük bölümü son derece saygı duyulacak bir hassasiyetten kaynaklanıyordu: İnsanların yardım duygularının istismar edildiği, benim de buna arka çıktığım şeklinde.
Öncelikle ortada kanıtlanmış bir yolsuzluk yok. Frankfurt'ta devam eden bir dava var. Suçlanıp yargılananlar var. Karar kesinleştiğinde göreceğiz. Yolsuzluk mu var, yardım paraları başka amaçlar için mu kullanılmış, yasal olmayan yollardan mı Almanya'dan çıkarılmış
Böylesine hassas bir konuda karar vermek, yargıda bulunmak, kanaat belirtmek bize düşmez. Dava sonuçlanır, karar kesinleşirse o zaman söyleyeceğimiz sözümüz olur. Olayın bu tarafının, varsa yolsuzluğun, hırsızlığın savunulacak bir boyutu olur mu? Kim yaparsa yapsın buna arka çıkacak bir cümle bile yazılabilir mi?
Benim tartıştığın konu bambaşkaydı. Neydi? Özetle şu:
1- Deniz Feneri davası sekiz ay sonra 1 Eylül'de, Ramazan'ın birinci günü başladı. Neden bu kadar geç başladı? Daha önce bilinirken şimdi niye bu kadar gürültü kopardı?
2- Davanın Türkiye'de iç siyaset üzerine bir baskı unsuru olarak kullanılması nasıl açıklanabilir?
3- Yoksa davanın kendisi, böyle mi kurgulandı? Türk iç siyasetini etkilemeye, belli bir siyasal çevreyi yıpratmaya dönük olarak kurgulandı.
4- Almanya gerek davanın hazırlanış biçimi, gerek kamuoyuna sunuş biçimi, gerekse Türkiye'nin iç siyasetini etkileyecek hatta bir hınç kampanyasına dönüştürecek şekilde pazarlanması açısından tartışmanın en önemli tarafı oldu. Hatta tartışmayı yönlendiren taraf bile diyebiliriz. Türkiye'de kendine yakın olanlar üzerinden Türk siyasetine bir derin Alman müdahalesi mi izliyoruz?
5- Alman yargısı ile Alman dış politikası arasındaki bağ bugünlerde oldukça kaba bir şekilde kendini hissettiriyor. Çok acı bir örnek üzerinden giderek söylüyorum bunu.
6- Ludwigshafen'daki yangın, beşi çocuk dokuz kişinin hayatını kaybetmesi nasıl bu kadar çabuk unutuldu? Yoksa unutturuldu mu?
7- Bu saldırıdan sonra onlarca ev daha yandı. Yangınları kimler çıkardı?
Almanya İçişleri Bakanlığı, güvenlik birimleri, adalet sistemi neden hiçbir saldırının soruşturmasını sonuçlandıramadı? O zaman su soruları da sordum:
1- Türkiye üzerinde nüfuz çatışmasının bedelini mi ödüyoruz?
2- Diyelim Almanya böyle, Türkiye'den neden ses çıkmadı?
3- Sivil toplum kuruluşları uyuyor muydu? Yoksa susturuldu mu? Yoksa bu bir bağımlılık ilişkisinin sonucu muydu?
4- Bugün Deniz Feneri olayı üzerinden hükümetle keskin bir kavgaya tutuşanlar o zaman bu saldırılarla ilgili neden seslerini yükseltmediler?
5- Neden hiçbiri Almanya'ya tek bir cümle bile söyleyemedi?
Dikkat çekmeye çalıştığım tek şeş şu: Bur ortada bir dava var. Yolsuzluk, vergi kaçırma ya da başka bir şey. Alman yasalarına göre sorgulanan bir durum var. Buradan çıkacak sonuç önemli. Yargılananlar mahkum olabilir. O zaman kamu vicdanında da mahkum olurlar. Kendilerine saygı duyanların vicdanlarında da.
Ama bu dava, Türkiye'nin iç siyasetini etkilemeye, yönetmeye dönük kullanılamaz. Bunu ne Almanya yapabilir, ne Türkiye'de iş tutuğu kimseler. Böyle yaparlarsa olay yolsuzluk boyutunu aşar başka bir hal alır. Şu anda olan da budur. Buna Almanya'nın zemin hazırladığı açıkça belli. Peki ne yapılmak isteniyor? İşte ben bunu sorguluyorum.
Yolsuzluk, hırsızlık mı? Bunlara mı arka çıkıyoruz. Bunlara mı destek veriyoruz. Asla! Varsa çalan bedelini ödemeli. Mümkünse Türkiye'de bile yargılanarak!
Ama bir olay istismar edilip bu ülkenin insanlarının yardım duygularına savaş açılmamalı. Çünkü yardım kuruluşları, Türkiye adına, Türkiye'nin uzanamadığı uzak bölgelerde, gücünün yetmediği büyüklükte işler yapıyor.