Büyük Rüya Görmek

Recep KOÇAK

Prof. Dr. Nazif Gürdoğan Bey, yıllar önce AKRA FM’de katıldığı programlarımda sıklıkla bir duayı tekrar ederek, “Allah, büyük rüyalar göstersin!” derdi. Bu sıra dışı duanın ne anlama geldiğini merak edenlere ise, “İnsanın büyük düşünmesi, büyük hayaller kurması kendi iradesi ile mümkündür, ama rüya görmek, hele büyük rüya görmek kendi iradesi ile değil, Allah’ın ikram etmesi ile olur” derdi.

Bundan bir süre önce bir Deniz Feneri gönüllüsünün gördüğü çok önemli bir rüyayı anlattılar, sarsıldım, gözlerim doldu. Bir süre sonra rüyayı gören Hanımefendi ile “İftarda Buluşuyoruz” projesi kapsamında organize edilen ve katılımcılarının çoğunu dul, yetim ve öksüzlerin oluşturduğu iftar programında karşılaştık. Başkalarından dinlediğim rüyayı bir de bizzat gören kişiden dinlemek istedim, ayaküstü anlattı.

Bu rüya esas olarak göreni ve içinde kendisine mesaj gönderileni ilgilendirse de muhtevası itibariyle çok kişiyi ilgilendiriyordu. “Bu rüyayı duyduğum günden beri bazı meclislerde anlattım. Ancak dinlediğim kadarıyla paylaştığım şeklinde atladığım kelimeler olabilir. Rüyayı gören kişi olarak yazıp bana gönderir misiniz?” dedim. Olumlu cevap aldım ve beklemeye başladım.

“Unutuldu herhalde, artık gelmez” diye düşündüğüm bir gece yarısı posta kutuma düşen iletiyi açtığımda beklediğim rüyanın metni ile karşılaştım.

Rüyayı gören Hanımefendi Güneydoğu’da bir il merkezinde yaşıyor. O yıllardır aktif bir Deniz Feneri gönüllüsü. Öğretmen eşi Mahmut Y. ise gönüllü olmakla birlikte fazla sorumluluk üstlenmekten kaçınıyordu. Ta ki eşinin gördüğü rüyaya kadar.

Bir rüyadan sonra onların hayatları büyük ölçüde değişti. Birlikte okuyalım;

BİR DENİZ FENERİ RÜYASI

Şimdi size güzel bir masal anlatsam “ bir varmış bir yokmuş ile başlardım”. Ama size tam hayatın içinden bir hikâye anlatmak istiyorum. 2005 yılının ramazanıydı. Deniz feneri derneği en görkemli günlerini yaşıyordu.

Komşu şehirlerden bir arkadaşımız da o şehrin temsilciliğini yapıyordu. Hasankeyf’te bir düğün münasebetiyle eşim Recep Bey ile tanışıyor. Ve Recep Bey; ona “komşu şehirler, Antep, Urfa, Batman hep gönüllü temsilcilik aldı. Siz de bulunduğunuz şehrin temsilciliğini alsanız oradaki garibanlar da sahipsiz kalmasın” diyor. Eşim de “ Bunun zor bir iş olduğunu hesabının da Allah katında zor olacağını söyleyerek reddediyor.” Ben de eşime bir iki ısrar edince eşim bana “ sen bu işin ne kadar zor olduğunu biliyor musun hak etmeyen bir insana aracı olursam, bunun hesabını ahirette nasıl veririm. Bak komşu şehrin gönüllü temsilcisi illallah etmiş. İhtiyaç sahipleri, adamın oturduğu siteyi bile basmışlar. Ben böyle şeyleri göze alamam” dedi. Ben de çaresizce sustum.

Daha sonra istihareye yatmaya karar verdim. O gece saat gecenin birine kadar Deniz Feneri programını izledim. Ev halkı uyuyordu. Programdan çok etkilendim, hatta ağladım. Böyle hayırlı bir iş için istihareye yatılır mı diye kendi kendimi kınadım. Yine de eşimin bu işin üstesinden gelip gelemeyeceğini anlarım diye yatmakta fayda gördüm. Daha sonra uyudum.  Sahura uyandığımda saat 3 gibiydi. İnanılmaz net bir rüya görmüştüm:

Rüyamda Rasulallah (a.s.) ayakta duruyordu. Ben onu yandan görüyordum. Üzerinde siyah bir cübbe, saçları omzuna kadar inmiş ve çok çok üzgündü. Yaslı gibiydi. Arkasında dev bir kalabalık, yüzleri kırış kırış yaşlılar, yetim ve fakir çocuklar… Sanki Rasulullah onlara imamdı. “Bunlar benim himayemdedirler” der gibi sahipleniyordu. Ben ellerimi önümde bağlamış. Başım önümde ürkek bir şekilde O’na şöyle diyorum  “Ya Rasulallah ben Deniz Feneri için istihareye yatmıştım. Mahmut bu işi yapsın mı, ne buyurursunuz? Rasulullah yine çok üzgün:

-  Söyle ona yapsın.

Birkaç saniye geçtikten sonra tekrar.

-  Söyle ona yapsın.

Birkaç saniye sonra yineledi; bu defa daha üzgün ve sesi daha gür bir şekilde

- Söyle Mahmut’a daha ne duruyor, yapsın!

Sonra rüyanın devamında fakir bir mahallede muhtaç aileleri ziyaret ediyoruz. O evler sanki dev bir çukurun içine yerleşmişler. Hastalar, yoksullar, fakirlik diz boyu. Çok üzülüyorum. Daha sonra birden bire kendimi iş yerimin önünde görüyorum. Yokuş aşağı asfalt yolda yürürken şöyle düşünüyorum. “demek ki bir toprağın altında yaşayanlar var bir de üstünde yaşayanlar var. Ve biz işlerimizi Deniz Feneri’nden daha güzel yaptık.” (Ne demekse?)

Yataktan fırladım, kalbim küt küt atıyordu. Hemen mutfağa koştum. Hem rüyayı hatırlamaya çalışıyorum hem de hızlıca sahuru hazırlıyordum. Sofrayı kurdum ve eşimi uyandırmaya gittim.”         

- Kalk, sana haberlerim var.

Uyandı. Abdest aldı. Sofraya oturdu. Ona:

-  Sana dehşet bir rüya anlatacağım, Deniz Feneri için istihareye yattım, dedim.

-  Hayırdır inşallah dedi.

 Rüyayı anlattım. Eşim başını önüne eğdi ve elini kalbine koyup  “eyvallah”  dedi. Hemen o an komşu şehrin gönüllü temsilcisini arayıp büyük bir heyecanla “Şu andan ölünceye kadar Türkiye’de veya dünyanın herhangi bir noktasında hiçbir iş ayırımı yapmadan Deniz Feneri’nin vereceği her tür işe şartsız hazırım” dedi. Ondan sonra bizim Deniz Feneri maceramız başladı.

Deniz Feneri’nin yetkilileri bizden şehrimizdeki muhtaçları araştırmamızı istediler. Bunun üzerine biz de değişik dernek üyeleriyle görüştük. Birkaç gün içinde yaklaşık 50-60 insan yüzlerce adres getirdi. Bunlar arasında akrabalarının adreslerini getirenlerin sayısı hayli fazlaydı. Bu bizi işkillendirdiği için adresi getirenlerin yerine incelemeleri başkasına yaptırdık. Örneğin A şahsının getirdiği muhtaç listesini onu tanımayan B şahsı inceliyordu C şahsının getirdiğini E şahsı inceliyordu. Bir müddet sonra Galip Bey geldi. Bizim çalışmalarımızı izledi ve yöntemimizi çok beğendi ve “gerçekten bizden daha güzel bir sistem bulmuşsunuz, bu çalışmayı Merkezle paylaşacağız, dedi.

Genel Merkez’den şehre ve ilçelerine trilyon bazında yardımlar geldi. Bu yaklaşık 3-4 yıl sürdü. Daha sonrası malum…

Yardımların ikinci ya da üçüncü yılındaydı, Deniz Feneri’nin kurban bayramı yardımları gelmişti. Dağıtılacak ailelerin listeleri de beraber gelmişti. Akşamüzeriydi ve şehir kar altındaydı. Kurban etlerini benim iş yerine koyduk. Bayram olduğu için işyerimiz kapalıydı. Dükkânın ortasına kolileri yerleştirdik.

Eşim dedi ki,

- “Pencereyi açık bırakalım etlere bir şey olmasın”

Ben ise,

-“Pencereyi açık bırakamam ya biri korkuluklardan elini uzatırsa, çalarsa… asla olmaz” dedim.

Ertesi sabah etleri almak için dükkâna geldiğimizde gördüğümüz sahne gerçekten hayret vericiydi. Ben pencerenin açılmasına izin vermemiştim. Ama Rabbim penceremin sol üst köşesinde bir futbol topu büyüklüğünde camı kırıp pencereyi açmıştı. Nasıl olduğu hala muamma.

İşte bizim Deniz Feneri’yle olan hikâyemiz...

Deniz Feneri ile ilişkimiz aynı hassasiyette sürüyor.

Bu rüya Nazif Gürdoğan Hoca’nın bahsettiği “büyük rüya”lardan biri. Allah herkese nasip etsin.

Geçtiğimiz günlerde Konya’da Deniz Feneri’nin iftar programı sonrası evinin bahçesinde ekibimize çay ikram eden Ahmet Güney Hoca’ya ve yine Deniz Feneri gönüllülerinden Nadide Hanım ve arkadaşlarına, “Gelecek hafta size bir müjdem var. Pazartesi günü yazımı okuyun” demiştim. Kanaatimce bu rüya, Deniz Feneri ve benzeri yardım kuruluşlarının yönetici, çalışan, gönüllü ve bağışçılarının tamamı için büyük bir müjdedir.

Allah mübarek etsin.

 

recep.kocakk@gmail.com

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.