ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ

Dr.Mehmet BOZKURT

 

ÇANAKKALE  ŞEHİTLERİ

 

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

 

Kıymetli okuyucular bir iman ve ahlak abidesi Milli Şair Merhum Mehmet Akifin şiirinden alıntılarla başladığımı bu yazımın konusu Çanakkale Şehtleridir.  18 Mart Çanakkale Zaferinin  yıldönümü dolayısıyle orada şehit düşen hem  dedelerimiz olan onbinlerce vatan evladına Allahtan rahmet diliyorum. Bu ve bundan sonraki yazımda Çanakkale Destanını birkaç yönden irdelemek istiyorum. İlkokul veya ortaokul sıralarında iken ezberlediğim Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitleri şiiri beni hala heyecanlandırır o dehşetli savaşı gözümün önünde canlandırır. Bu nedenle önce bu şiirin satırlarında bu savaşı anlatmaya çalışacağım.

 

Akifin şu ifadeleri karşıdaki düşman kuvvetlerini nasıl da tasvir ediyor:

 

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

 

Şu satırlar da sanki televizyonda seyreder gibi dehşetli savaş sahnelerini aynen gözlerimizin önünde canlandırıyor;

 

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler ölü püskürmede yer

O ne müthiş tipidir savrulur enkazı beşer

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak

Boşanır sırtlara vadilere sağnak sağnak

Saçıyor zırha bürünmüş o namert eller

Yıldırım yaylımı tufanlar alevlerden seller  

 

 Şu satırlarda bu son derece güçlü silahlara sahip düşmana karşı Mehmetçiğin imanını ve verdiği bu iman mücadelesinin ulviyetini ve büyüklüğünü  maksadını aşacak tarzda anlatıyor(Mehmet Akif gibi itikadı düzgün iman abidesi bir şair Bedrin Aslanları ancak bu kadar şanlı idi demesi maksadını aşan bir sözdür)

 

Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,


Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.


Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

 

Kıymetli okuyucular Çanakkale Şehitleri konusunu irdelemek için bu yazımda önce Mehmet Akif Merhumun şiirinden nakil yaparak o günü tasvir etmeye çalıştım. Bundan sonraki yazımda Çanakkale destanından bugünkü nesiller için dersler çıkarmak istiyorum.  Çanakkale savaşları dünya harb tarihinin emsalsiz savunma örnekleri ile dolu savaşlardır. Mehmetçiğin iman gücünün yokluk ve yoksulluğa rağmen koca bir donanma desteğindeki büyük bir düşman gücünü mağlup etmesidir.

Nusret Mayın Gemisinin döşediği mayınlarla, gemilerimizin ve topçularımızın atışları ile o  zamanın en güçlü filolarına sahip İtilaf Devletleri Donanması ağır zayiat vermiş gemilerinin dördü batmış ikisi  ağır yara almış ve bunun üzerine diğer gemiler kaçmıştır. Düşman gemilerle Çanakkale Boğazını geçemeyeceğini anlayınca karadan çıkarma harekatına girişmiş onda da Türk askerinin şiddetli bir saldırı ve mukavemeti ile karşılaşmış ve bir adım ilerleyememiştir. Bu muharebeler sırasında 57. Alay tamamen şehidolmuştur. Kaynaklar Çanakkalede düşmanın 220 bin bizim 250 bin şehit verdiğimizi yazıyor.

 

Bu savaşlar sırasında Seyyid Onbaşının 220 okkalık veya 270 kiloluk mermiyi sırtına alıp topun ağzına sürüp koca bir düşman denizaltısını(Ocean isimli İngiliz Zırhlısı) batırmasının fizik olarak izahı mümkün değildir. Nitekim Seyyid Çavuş tekrar bir denemede o ağırlıktaki bir gülleyi kaldıramamıştır. Yani bu C.Hakkın yardımı ve  imanın zaferidir. Kendisi de bunu ifade etmektedir.

Orada şehid olan 250 Bin Mehmetçik Anadolu’nun her tarafından oraya toplandı. Konyadan Kayseriden Erzurumdan Diyarbakırdan Afyondan Vandan Bitlisten Manisadan Denizliden Trabzondan Kastamonudan her yerden.  Sadece doğduğum köyden (Denizli Çal Denizlerden) ismini taşıdığım dedem dahil  21 Mehmetçik şehit düştü. Türk Kürt Arap Çerkez Laz, Boşnak Arnavut  daha birçok etnik gruptan fakat hepsi Müslüman olarak vatan müdafaasında çarpıştılar.  Bu 250 bin şehidin  ana babaları eşleri çocukları akrabaları yavukluları hepsi geride onlar için dua etti, gözyaşı döktü. Nice ana babalar imanın ve irfanın verdiği ferasetle evlatlarının geri dönmeyeceğini hissederek bilerek adeta kurban ederek çocuklarını cepheye gönderdiler. Bunun misali hatıralar çoktur ve yayınlanmıştır. Ayrıca o zaman Birçok Darülfünun Tıbbiye Talebesi(İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi) de Çanakkalede şehit oldu. Fakülte talebeleri şehit olduğu için  birkaç sene kapalı kaldı.   Onlar orada gerçek bir destan yazdılar. Orada milletimiz ateşle imtihan oldu. Orada en değerli varlık olan canlarını feda ettiler. Bunun yanında cesaret şecaat fedakarlık paylaşma gibi yüksek ahlaki ve dini fazilet ve hasletlerini ortaya koydular. Esir düşen düşman askerlerinin bile yaralarını sardılar, onlarla da kuru ekmeklerini bölüştüler.

Bir Şehidin ailesine yazdığı bir mektubu ve bir annenin oğlunu Çanakkaleye uğurlarken son nasihatını örnek olarak  paylaşmak istiyorum.

2 Haziran 1915 günü yaralanmış ve Çanakkale Askeri Hastanesi'nde şehitlik rütbesine ulaşmış Kolağası (Ön Yüzbaşı) Bölük Komutanı İstanbul'dan Mehmet Tevfik'in anne babası ve eşine hitaben yazdığı mektupta, vatan için asker olmanın kutsiliği ve haklı gururu ile şehitliğe özlem vardır. Bir vasiyet hükmünde olan bu mektupta ayrıca şehit olması durumunda borçlarının ödenmesi hususundaki hassasiyeti de dikkat çekicidir:

"Sebebi hayatım, feyz ü refikim,
Sevgili babacığım, valideciğim,

Arıburnu'nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan ve pantolonumdan kurşun geçti, hamdolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağımdan ümidim olmadığından bir hatıra olmak üzere şu yazılarımı yazıyorum.

Hamd ü senalar olsun Cenab-ı Hakk'a beni bu rütbeye kadar eriştirdi. Yine mukadderatı ilahiye olarak beni asker yaptı. Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla beni vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetiştirmek mümkün ise öylece yetiştirdiniz. Sebeb-i feyz ü refikim ve hayatım oldunuz. Cenab-ı Hakk'a ve sizlere çok teşekkürler ederim.

Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı hak etmek zamanıdır. Vazife-i mukaddese-i vataniyeyi ifaya cehdediyorum. Rütbe-i şehadete erersem Cenab-ı Hakk'ın sevimli kulu olduğuma kanaat edeceğim. Asker olduğum için bu, her zaman bana pek yakındır.

Sevgili babacığım ve valideciğim,

Göz bebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezih'ciğimi evvele Cenab-ı Hakk'ın saniyen sizin himayenize tevdi ediyorum. Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapınız.

Oğlumun talim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte lütfen sa'yediniz. Servetimizin olmadığı malumdur. Mümkün olandan fazla bir şeyi isteyemem, istesem de pek beyhudedir. Refikama hitaben yazdığım matuf mektubu lütfen kendi eline veriniz. Fakat çok müteessir olacaktır, o teessürü izale edecek vechile veriniz. Ağlayacak üzülecek tabi teselli ediniz. Mukadderat-ı ilahiye böyleymiş. Malumat ve düyunatım hakkında refikam mektubumda laf ettiğim deftere ehemmiyet veriniz. Münevver'in hafızasında ve yahut kendi defterinde mukayyet düyunat da doğrudur. Münevver'e yazdığım mektubum daha mufassaldır kendisinden sorunuz.

Sevgili baba ve valideciğim,
Belki bilmeyerek size karşı birçok kusurlarda bulunmuşumdur. Beni affediniz, hakkınızı helal ediniz, ruhumu şad ediniz, işlerimizi tavsiyesinde refikama muavenet ediniz ve muin olunuz.

Sevgili Hemşirem Lütfiyeciğim,
Bilirsiniz ki sizi çok severdim. Sizin için vesayemin yettiği nisbette ne yapmak lazımsa yapmak isterdim. Belki size karşı da kusur etmişimdir, beni affet, mukadderatı ilahiye böyle imiş hakkını helal et ruhumu şadet, yengeniz Münevver hanımla oğlum Nezih'e sen de yardım et, sizi de Cenab-ı Hakk'ın lütuf
ve himayesine tevdi ediyorum.

Ey akraba, dostlar ve yakınlar, cümlenize elveda, cümleniz hakkınızı helal ediniz.Benim tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun. Elveda, elveda. Cümlenizi Cenâb-ı Hakk'a tevdi ve emanet ediyorum.

Ebediyen Allah'a ısmarladım. Sevgili Babacığım ve Valideciğim....

Oğlunuz Mehmet Tevfik 3

 

Vatan için savaşmaya çağrıldığında tereddüt etmeden cepheye koşan fedakar Türk askerlerinin anneleri de onları uğurlarken aynı samimi hisler içindeydiler. Bunlara bir örnek Bilecik istasyonunda oğlunu askere uğurlayan "elinde bir değnekcik, sırtında bağlı bir torba başındaki ıslak örtüsü ile Söğüt'ün Akgünlü köyünden Mahmud oğlu Hüseyin'in annesidir. Ciğerparesini koklayan anne oğluna o gün son nasihat olarak şunları söylemekteydi:

"Hüseyin'im Dayını Şibka'da kaybettik. Baban Dimetoka'da şehid düştü. Ağabeylerin de sekiz aydan beri Çanakkale'de yatıyorlar. Bak yavrum son yongam sensin. Minarede ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse, sütlerim haram olsun, öl de köye dönme! Yolun Şibka'ya uğrarsa dayının ruhuna fatiha okumayı unutma. Haydi oğul Allah yolunu açık etsin!"

Bir şefkat kahramanı bir anneye bu sözleri söyleten şuur ile cephede bu nasihatin hakkını veren şuur aynı inancın şuuruydu. İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif de bu fedakar Anadolu kadınının hislerine tercüman olarak Türk milletine sesleniyordu:
 

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli!

 

Allah C.C. inanıyoruz ki onları cennette yüksek derecelerle mükafatlandıracaktır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.