Çaycı ile hukukçu

xxx1579

Çok uzun yıllar önce ben Hürriyet Gazetesi’nin dış haberler şefiyken, gazetede çok sempatik bir çaycı Ali vardı.

Kemal Sunal’a benzerdi biraz.

Hiç gülmezdi.

Arada inanılmaz espriler yapardı.

Ama benim onu unutmamamın asıl nedeni başkaydı.

Çaycı Ali’den çay istediğinizde, küskün bir surat ve azarlayan bakışlarla, “ne çayı kardeşim, ben çaycı mıyım” der gibi bakardı.

Onun, çaycı olduğunu hep unuttuğunu düşünürdüm.

Sonra hayatım boyunca ona benzeyen çok adam gördüm.

Yapmaları gereken işi yapmalarını istediğinizde azarlayan bir şekilde bakan insanlar.

Ama sanırım bizim Çaycı Ali’ye en çok benzeyenler hukukçular arasından çıkıyor.

Onlardan hukuk istediğinizde, “ne hukuku kardeşim, biz hukukçu muyuz” der gibi hüküm veriyorlar.

Hukukla alışverişlerini çoktan kesmişler.

Hatta hukuktan nefret ediyorlar.

Adalet gibi bir kavramları yok.

Yasaları odun kırar gibi kırıyorlar ve yasaya da, hukuka da, adalete de sığmayan işler yapıyorlar.

Bunun örneklerini yakın zamanlarda çok gördük.

367 faciasında, türban meselesinde, AKP’nin kapatılma davasında rahatlıkla hukukun dışına çıktılar.

Daha küçük çaplı olaylarda da, “devlet görevlisi” sıfatını taşıyan bazı suçluları nasıl sahiplendiklerine şahit olduk.

Güçleri yettiğince bu tuhaflıkları düzeltmeye çalışan hukukçularımız da var ama her zaman her olaya güçleri yetmiyor.

Ve, hukukçu olmayan hukukçular, Türkiye’yi altüst etmek, toplumun sinirlerini germek, sorun yaratmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar.

Şimdi yeni bir meseleyle karşı karşıyayız.

Savcılar, beş DTP’li milletvekilinin ifadelerini almak istiyorlar.

Bu milletvekillerinin işledikleri suçların “devlete karşı suçlar” olduğunu söyleyerek “dokunulmazlık kapsamına” girmediğini iddia ediyorlar.

Bir gariplikler zinciri başlıyor böylece.

İfadesini alıp yargılamak istedikleri bir milletvekili, seçildiğinde hapisteydi, hapishaneden koymuştu adaylığını ve seçilerek “dokunulmazlık kazandığı” için salıverilmişti.

O milletvekilinin sahip olduğu “dokunulmazlık” onun hapisten çıkmasını sağlıyordu ama bir başka savcı onun suçlarının “dokunulmazlığa” girmediğini söyleyip onu tekrar hapsetmek istiyordu.

Milletvekillerinden birinin “ifadesinin alınması” için neden gösterilen suçu ise “Sayın Öcalan” demiş olmasıydı.

Birine “sayın” demek nasıl suç olabilir, o başlıbaşına bir muamma ama…

Asıl matrağı, geçen gün bir mahkemenin “Sayın Öcalan” sözlerinin suç olmadığına karar vermiş olması.

Mahkeme “suç değil” diyor ama savcı “yok, yok” diyor, “siz anlamazsınız, bu suç.”

Tabii, işin bir de epeyce “vahim” yanları var.

Mehmet Ağar ve Sedat Bucak “terör çetesi kurmak” suçundan yargılanıyorlar.

Ama onlar milletvekiliyken hiçbir savcı “onların ifadesini alacağım” dememişti.

Hiçbir savcı “terör çetesi kurmayı” devlete karşı suç saymamıştı.

“Terör çetesi kurmak” devlete karşı işlenmiş suç değil ama birisine “sayın” demek devlete karşı işlenmiş suç.

Burada, önemli olanın “yasa” değil “adam” olduğunu görüyorsunuz açıkça.

Ağar ne yaparsa yapsın dokunulmaz çünkü o “devletin” adamı.

DTP’li milletvekillerine dokunulur çünkü onlar halklarının ve muhalefetin adamı.

Şimdi buna hukuk mu diyeceğiz?

DTP’liler, “biz ifade vermeye gitmeyiz” diyorlar, “gelsin savcı bizi alsın.”

Doğrusu Türkiye’de her şey mümkün ama gene de savcıların Parlamento’yu basacak kadar çıldıracaklarını sanmam.

Ne yapacaklarını bilmiyorum ama ya DTP’liler Parlamento’da oturup bir direniş başlatacaklar.

Ya da Parlamento’dan çıkarken, aynen 1994’te olduğu gibi polisler tarafından gözaltına alınacaklar.

Bütün bunlar da Cumhurbaşkanı Gül’ün “iyi şeyler olacak” dediği bir zamana denk gelecek.

Belli ki birileri “iyi şeyler olmasını” istemiyor.

Gerginlik artsın, savaş kızışsın, insanlar ölsün.

Bütün dünya Türkiye’yi, “parlamenter dokunulmazlığına aldırmayan hukuksuz ülke” diye yaftalasın.

Böylece birkaç bin insan, birkaç yüz milyar dolar daha kaybetsin Türkiye.

Bir insan kendi ülkesinden niye bu kadar nefret eder, niye ülkesi huzura kavuşmasın diye bu kadar uğraşır, barışı torpillemek için hukuku da torpillemeye nasıl razı olur, pek anlayamıyorum.

Bilmediğimiz bir kinleri var sanırım bu topluma.

Sadece Kürtlerden değil Türklerden de nefret ediyorlar.

Sanırım, bu tür hukukçular sadece “Cumhuriyet mitinglerine” katılanları seviyorlar.

İstediğimiz biraz hukuk.

Ama aldığımız cevap, çaycı Ali’nin cevabı, “ne hukuku kardeşim, biz hukukçu muyuz?”