Demokratik Açılım Sürecinde Yeni Bir ANAYASA

Eyüp AKBAL

Demokratik bir ülkede Anayasa, toplum tarafından üretilen ve toplumun tüm farklılıkları ve tercihleriyle birlikte barış içinde yaşamasını sağlamayı amaçlayan bir sözleşme niteliğindedir.

Türkiye , bugüne kadar 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarıyla yönetildi. Bu Anayasalarla , toplum kendi kaderi hakkında hiçbir zaman karar verme imkânı bulamadı.  Hiçbir Anayasanın yapımında toplum yer almadı. Anayasaları egemen guc olan devlet üretti. Toplum uymak zorunda kaldı.

 

Toplumun devleti olmadı; devletin milleti ve ülkesi oldu. Elli yıllık darbe Anayasalarının ürettiği siyasal kültür bunu normalleştirdi. Çeşitli partiler veya kurumların hazırladıkları Anayasa taslakları, bu temel paradigmanın dışına çıkamadı.Her secim doneminde yeni anayasa degisiklikleri secim vaadleri arasinda yer alsa da;secimin galipleri bu vaadleri gerceklestirmek yerine mevcud durumu  daha da muhafaza etmeyi basardilar.

Ancak bugün farklı bir noktadayız. Ekonomik gelismeler, siyasal degisimler,telekomunikasyon iletisimlerin gelismesi dunyayi global bir koy noktasina getirmesi  toplumsal farklılaşmayi ve yeni ihtiyaclari ortaya cikarmistir .Artik hic bir sey eskisi gibi degildir. dünyayla etkileşim ve benzeri faktörler, toplumu siyasal alanın temel aktörü haline getirmeye başladı. Toplum tarihinin hiçbir döneminde olmadığı ölçüde siyasallaştı.

 

Son anayasa değişikliğine ilişkin süreç, toplum artik siyasilerin önüne geçebilecek bir kurucu dinamiğe dönüştüğünü gösterdi. Anayasa değişikliklerinin lehine veya aleyhine ortaya çıkan tercihlerin netliği ve bu süreçte yaşanan toplumsal hareketlilik birlikte değerlendirildiğinde Türkiye’nin artık “devlet ve millet” eksenli birbiriyle barisik bir yapi ile  yoluna devam edeceği açıkça görüldü. Bu durum Türkiye için bir şans ve toplumsal barışın tesisi için de bir imkân demektir.

 

. Türkiye toplumu sahip olduğu dinamiğe rağmen sosyal, etnik, dinsel, mezhepsel, kültüre bağlı birçok sorunla karşı karşıyadır. Bu sorunlar yüz yıllık devlet eksenli siyasal paradigmanın ürettiği, derinleştirdiği, kurumlar vasıtasıyla da çözümsüzlüğe mahkûm ettiği sorunlardır. Toplumsal barışımızı tehdit eden bu sorunlar, darbe Anayasaları ve onların üzerine oturduğu siyasal paradigma esas alınarak çözülemez. Sorunların nedeni olan yapı, sorunların çözümünün referansı olamaz. Bu yapı kendini temel referans olarak kabul ettirdiği sürece, demokratik siyasal iradelerin toplumdan gelen talepleri dikkate almaları, onların çözüm isteğine yanıt vermeleri mümkün değildir. Bu çerçevede atılacak  adımlar için olağanüstü çalışma ve çaba gerekecektir. 

 

Türkiye’nin yakaladığı tarihi fırsat, toplumun kendi barışını tesis etmesi, devleti kendi talep ve tercihlerine uygun olarak biçimlendirmesi, geleceğini kendi özgür iradesine göre belirleyebilmesi fırsatıdır. Bu fırsat yeni bir Anayasa fırsatıdır. 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.