DENGEYİ BOZAN ŞARLATANLAR

Av. Mehmet YALÇINKAYA

Fert ve toplum hayatının en önemli unsuru dengedir. Allah (cc) yarattığı her şeyi bir düzen ve denge içinde yaratmıştır. Fert olarak dengemizi kaybettiğimizde nasıl maddi ve manevi hastalıklara düşersek, toplum olarak ta dengemizi yitirdiğimizde zayıflar, yere düşer, dengemizi sağlayamazsak tarih sahnesinden silinir gideriz.

Dengenin, fert hayatı üzerinde ne derece önemli olduğunu bir hadis ile açıklayalım: Sahabeden üç kişi Peygamber Efendimiz (SAV)’in eşlerine gelerek onun ibadet hayatı hakkında sorular sordular. Peygamber Efendimizin ibadet hayatı kendilerine anlatılınca, içlerinden biri, “Bundan böyle geceleri daima namaz kılacağım.” diğeri, “Her daim oruç tutacağım” üçüncüsü de “Hiç evlenmeyeceğim” dedi.

Onlar böyle konuşurken Rahmet Elçisi (SAV) çıkageldi ve şöyle diyerek aşırılıktan kaçınmaları hususunda onları uyardı: “Allah’a yemin ederim ki, ben aranızda Allah’tan en çok korkan ve O’na en bağlı olanım. Bazen nafile oruç tutarım bazen tutmam. Hem namazımı kılar hem uykumu uyurum; hem de evlenirim. Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.”

Küçük kâinat diye nitelenen insan hassas bir dengeyle yaratılmıştır. Bu dengede görülecek sapmalar, zamanla insanı aşırılıklara götürür; ruh ve beden bütünlüğünde bozulmalara yol açar. Dolayısıyla dengeli bir hayat için ruh ve beden, madde ve mâna, dünya ve âhiret birbirine feda edilemeyecek öneme sahiptir.

Mümin için hayatın ölçüsü, her türlü aşırılıktan sakınmaktır. “Sevgide de, kızgınlıkta da ileri gitmeyiniz” prensibini hiçbir zaman unutmamalıyız. Mümin, ne dünya için ahiretten, ne de ahiret için dünyadan vazgeçmez. Asıl ahiret yurdu için çalışsa da, ahiretin dünyada kazanılıp kaybedildiğini de bilir. Bu sebeple denge, bu ikisi arasında sımsıkı bir bağ kurabilmektir.

İtidal sahibi mümin olabilmenin yolu önce dengeli şahsiyet olabilmekten geçer. Lokman (a.s), oğluna “Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt!” diye öğüt verirken kişiliğin Rabbimizin koyduğu fıtrata ve tertemiz öze uygun olması gerektiğini ifade etmiştir. Kibirlenmeyi yasaklayan ayette, “sen boyca dağlara erişemezsin, yürürken de yeri delemezsin” emri yolumuzu aydınlatan en önemli ışıklarımızdan birisi olmalıdır. Namazın belli vakitlerde farz kılınışı bile insanın bırakın ömrünü, günlük hayatını bile belli bir düzen ve denge üzerine oturtması gerektiğinin işaretidir.  

Mümin, övgüsünde yergisinde, sevincinde kederinde, öfkesinde sükûnetinde itidal sahibi olandır. O, yemesinde içmesinde, giyiminde kuşamında, kazancında tüketiminde aşırılıktan kaçınandır. Rabbimiz, “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah'ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.” buyurmak suretiyle aşırılıkları yasaklar ve dinin sınırlarına riayet etmemizi emreder.

Günümüzde pek çok sıkıntının kaynağında hayatın sırrı olan dengenin alt üst edilmiş olması yatmaktadır. Ruh-beden bütünlüğü bozulduğu için niceleri hayatı anlamlandıramamakta ve ruhsal bunalımlar içinde savrulmaktadır.

Allah (cc)’ın insanlara verdiği en büyük nimet imansa, ikincisi akıldır. Din akıl sahibi insanları muhatap kabul eder. Akılsızların dince bir sorumluluğu yoktur. Peki, aklı olup ta aklını kullanamayanlara ne demeliyiz? Aklını içinde bulunduğu grubun, cemaatin veya topluluğun emrine vermiş, emme basma tulumba misali her denileni akıl süzgecinden geçirmeden kabul edenler, aslında Allah (cc)’a karşı en büyük hatayı işlemektedirler. Çünkü onların “ben falancaya inanmıştım” deme mazeretleri asla kabul görmeyecektir.

Bir örnek vererek yazımı bitirmek istiyorum. Böyle konularda genelleme yapmanın yanlış olduğunu biliyorum. Ama (üzülerek yazıyorum) ülkemizde aşağıdaki örnekte geçen kişi gibi yüz binlerce saf, aklını kullanamayan insanlar var.

Emekli bir müvekkilim hakkında, eşi ile girdiği bir tartışmanın karakolda bitmesi sebebiyle kamu davası açılır. Şiddeti tasvip etmem mümkün değil ama yıllardır aileyi tanıdığım için davasında yüzde yüz haklı olduğunu da yakinen biliyorum. Birazdan duruşma salonuna gireceğiz, söylemesi gerekenleri son bir kere gözden geçiriyorum. Son hatırlatmaları yapıyorum. Fakat müvekkilim beni dinlememekte ısrar ediyor. En son dayanamadım, dinlemesi için kızdım. Bana; “Boşuna uğraşma avukat bey, ben bu işleri aştım. Kişinin Allah’a gönülden teslim olması için her şeyi bir kenara attım. Çoluk, çocuk,eş bunların hepsi beni Allah’a teslimiyetten alıkoyamaz. Zamanımızın mehdisi ve peygamberimiz böyle buyurmaktadır.” deyince deyim yerinde ise jetonum düştü, aklım başıma geldi.

Müvekkilimi, ailevi bütün sorumluluklardan uzaklaştıran, kendisine vahiy geldiğini iddia eden, her dönem peygamber gelebileceğini savunan, kendisinin de bu dönemin mehdisi ve peygamberi olduğunu iddia eden şarlatandan başkası değil. Emekli müvekkilim, lise mezunu adam. Daha önce bulunduğu cemaatlerdeki düşünce ve tutumunu da eleştirmiş, Allah (cc) ve Resulü (SAV)’in sözlerine aykırı tutum ve davranışları kabul etmemesi için defalarca ikaz etmiştim. Hoş, o zaman da beni dinlememişti. Ama yağmurdan kaçarken, doluya tutulmak dedikleri bu olsa gerek. Dengesi, hem de ellisinde alt-üst oldu. Hayatı, bilmediği ayetleri, mealinden okuyup anlamlar çıkartarak, doğru söylediğine kayıtsız şartsız iman ettiği şarlatanın peşinden giderek geçmekte. Herkesi, her şeyi kırarak ilerlemekte. Korkarım kafasını duvara toslayıp dağıttıktan sonra, dağıttıklarını toplayacak kimse de etrafında olmayacak. Ne eşi, ne çocuğu ne dostu. Ne de zamanın mehdisi ve peygamberi olduğuna inandığı şarlatan…

Allah (cc) hepimizi, aklımızı kullanmaktan, imanımıza sahip çıkmaktan, Peygamberimiz (SAV)’in yolundan gitmekten alıkoymasın. Ölçüsüzlükten, cahillikten, dengesizlikten uzak etsin…  

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.