Depreme Yakalanan Bir Teröristin Hikayesi(Kod Adı Kurtuluş)

Lütfi AYHAN

 

           

 

 

                                                              

            Kandilde o gün sanki bir düğün vardı. Bu coşkunun, bu heyecanın, bu sevincin nedeni,  üç yıllık siyasi ve silah eğitimlerini tamamlayan yoldaşların  final merasimlerinin olması idi. Bu özel gün nedeni ile  örgütün tüm önemli isimleri ile birlikte İsrailden, Almanyadan, İngiltereden, Fransadan  önemli kişiler de o gün bu törendeydi. 100 kişilik yoldaş grubu, eğitimlerinin bu son imtihanını başarı ile tamamlayıp bir an önce ezilen! Kürt Halkının! kurtuluşu için savaş! Meydanlarına çıkmayı büyük bir sabırsızlıkla ve tarifsiz bir heyecanla bekliyorlardı.

            Geçiş töreni ile başlayan etkinlikler, bomba atma, adam kaçırma, asker vurma, polis öldürme, çocukları örgütleme, mayın döşeme, haraç toplama, araç tarama... gibi gösteriler ile devam etti. Tıpkı eylemlerde kullandıkları silahlar gibi gösteride kullandıkları mayınların, silahların, bombaların çoğu AB üyesi ülkelere ait idi.

               Militanların önemli bir bölümü imtihanlarını başarı ile tamamladılar. Onlardan biri de Vanlı Mahmud idi. Onu kod adı Kurtuluştu. Mahmud, fakir, dindar bir ailenin üçüncü, erkek olarak birinci çocuğu idi. Çocukluğundan beri  örgütün kara ve yalan  propogandaları ile büyümüştü. Anlatılanlar onun temiz kalbinde büyük  öfke  dalgaları,  gönlünde  Ağrı Dağından büyük Kin bulutları oluşturmuştu.  Mahmud “T.C Askerini” 2000 metreden vurma, gece yola mayın döşeme, bir canlı bombayı eyleme hazırlama, bir  törene bombalı saldırı düzenleme… gibi derslerin hepsinden tam not alarak dönem birincisi seçildi. Gerek yoldaşları , gerek örgütün ileri gelenleri ve gerekse yabancı misyon temsilcileri  ona büyük iltifatlarda  bulundular. O artık kendini bir ulusun kahramanı, bir halkın kurtuluş önderi gibi görüyordu. Henüz 19 yaşlarındaydı. Bu yaşın verdiği delikanlılık psikolojisi duygularını aklının önüne geçiriyordu. Kandil’den alkışlar ve tebriklerle eylem alanına yürüyenlerin başında Kod adı kurtuluş olan Vanlı Mahmud vardı.       

 

            2011 Yılının Ağustos ayının ilk günleri idi. Kod adı Kurtuluş olan Yoldaş Mahmud  hayatının en heyecanlı günlerini yaşıyordu. Kandilde aldığı üç yıllık eğitimden elde ettiği bilgileri uygulamak, o bilgileri pratiğe geçirmek için şehre yani memleketi Van’a geldi.  Yapılan plan gereği önce ailesinin yanına vardı. Onun dağa çıkmasını hiçbir zaman tasvip etmeyen babası onun sağ salim dönüşüne o kadar sevinmişti ki Mahmudu ilk gördüğünde göz yaşları içinde ona sarıldı dakikalarca ağladı ve ,

- “Hoş gelmişsen oğul! Bu üç yıl bana üç asır gibi geldi. Sana bir şey olacak diye gözüme uykular girmez oldu. Her haber bülteninde senin adın geçecek diye yüreğim tir tir titredi. Müslüman müslümanı kırarak devlet kuramaz evladım. Bir binanın temeli  çocukların, kadınların, anne karnındaki bebeklerin kanları ile karılan bir harç ile atılmışsa o  bina zulüm binası olur yavrum!  Bu nedenle yaşayamaz. Cihanda zulüm ile abad olan görülmemiştir yiğit oğlum! İyi ki döndün. İnşallah ellerin ter temizdir. İnşallah elin bir müslüman kanı ile kirlenmemiştir. İnşallah elin fakir fukaranın çocuğunun kanı ile kararmamıştır… “  dedi. Yıllardır yollarını gözleyen yüreği yanık Zeliha Anne de onlara katıldı ve;

- “Alllahım! Sana şükürler olsun. Duaları  kabul eden Yüce Yaradanım! Sana Binlerce kez teşekkür ederim, dularımı kabul ettin. Yavrum günaha girmeden, ebedi hayatını mahvetmeden geri geldi. Sana  şükürler ediyorum…” diye içten ve samimi gözyaşları döktü.

                Yoldaş Mahmud bu acıklı karşılama töreninin tesirine girmekten zor kurtardı kendini. O yapacağı eylemin sorunsuz tamamlanması için babasına ve ailesine karşı pişmanlık rolü oynaması gerektiği gerçeğini iyi biliyordu. Bu nedenle babasına, annesine ve kardeşlerine;

-“Pişman oldum Babo! Dağ çok zor. Açlık, susuzluk, soğuk, kirlilik… Perişan etti beni. Sizleri, memleketi,  eşi, dostu, arkadaşları,  çok özlemişem…” yollu konuşmalar yaparak onların gönlüne su serpti.

             Yoldaş Mahmud aldığı emir gereği Van’ın en işlek caddesindeki büyük apartmanlardan birinin kapıcısını tehtitle işten çıkarttı. Birkaç gün içinde de yeni kapıcı arayan yönetici ile görüşüp işe başladı. Bir ay içinde hem daire sakinlerinin hem de yöneticinin güvenini kazanan Mahmud bu duruma çok sevindi. Sık sık başkan dediği lideri ile görüştü.

            Eylem zamanı yaklaşıyordu. Yapacağı bu eylem büyük ses getirecekti.  Eylemde ölürse adı yoldaşlar tarafından hep anılacak, kalırsa örgütte yükselmeye başlaycaktı.Eylemin adını bile koymuşlardı. Eylemin adı Bayramdı. Mahmudun kod adı da kurtuluş olmuştu.  Onun işe başlaması, düzenli bir hayat sürmesi en çok anneciğini sevindirdi. Anne Zeliha;

--“Yavrum Mahmud  inşallah biraz para biriktir de seni everek. Sen benim ilk oğlumsun. Artık torun sevme zamanım geldi” diye hayaller kurmaya başladı. Halbuki Yoldaş mahmut bambaşka hayallerin, bambaşka amaçların peşinde idi. Zavallı Zeliha Annenin bu durumdan zerre miskal haberi yoktu.

              Mahmudun üstleri ile yaptığı görüşemler sonucunda eylemin şekli ve günü belirlendi. Buna göre eylem, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı törenlerindeki yürüyüş sırasında yapılacaktı. Van'daki bayram yürüyüşü Van’ın en işlek caddesinde yapılırdı. Mahmudun çalıştığı apartmanda bu yolun hemen kenarında idi. Kortej apartmanın önünden geçecekti. Törene katılan askeri birlik tam apartmanın önüne gelince  Mahmud daha önce sakladığı bombaları çatıdan askerlerin üzerine atacaktı.

            Mahmud  bu planı öğrendikten sonra kendisinin de anlam veremediği bir duyguyla törene katılacak askerleri merak etmeye başladı. Kimdi bu kurbanlar? Nasıl insanlardı? Mahmuda hangi zararı vermişlerdi? Acımasız!, abuk suratlı!, işledikleri zulümler! yüzünden yüzleri kapkara mıydı! ? Kürt Halkının özgürlüğüne! mani olan bu insanlar mutlaka çirkin yüzlere sahiptiler…  Apartmandaki dairelerden birinde  Vandaki askeri birlikte sivil memur olarak çalışan bir Ali bey vardı. Ali bey, bir işi  için,  daha doğrusu aldığı bazı malları evine getirmesi için mahmudu askeri birliğe götürdü. Mahmut gökte ararken yerde bulduğu bu fırsata çok fazla sevindi. Birliğe vardılar. Ali Beyin dairesine giderken eğitim alanının kenarından geçtiler. Mahmud orada eğitim yapan Yüzbaşı Ahmet  ile komandoları gördü. Onlara dikkatli dikkatli baktı. Hatta elindeki cep telefonu ile onların resimlerini gizlice çekti. Mahmud'un askerlere bu kadar dikkatli bakmasına tâccüp eden Ali Bey ;

-”Ne o Mahmud!  Askerliği mi özledin ne? Bunlar bayram yürüyüşüne katılacak birlik” diye Mahmud’a takıldı. Mahmud, içindeki duyguların karşısındaki tarafından farkedilemsinden korkararak, “Yo! Yo! Hayır! Ne alakası var…” dedi. Mahmud  gördüğü ve resimlerini çektiği bu genç insanların resimlerine yüzlerce kez baktı. Hiç birini tanımıyordu. Hiç biri ile şahsi bir düşmanlığı yoktu. Öyle hayalinde düşündüğü gibi zalim çehrelere falan da sahip değillerdi. Bu durum onun ruhunda garip, anlamsız, tuhaf binbir soruya neden oldu.  

            Mahmud eyleme on gün  gün kala eylemde kullanacağı bombaları  gölün kenarındaki bir barakadan adını bilmediği ve yüzünü görmediği bir yoldaşdan gece yarısından sonra teslim aldı. Onları çalıştığı apartmanın çatısına gizledi.

             Yoldaş Mahmud,  29 Ekim Cumhuriyet  Bayramının gelmesini dört gözle, biraz korku, biraz heyacan, birazda anlamını bilmediği bir iç burkuntusu ile beklemeye başladı. Bu kararı vereliden beri içinde büyük bir değişiklik oldu. Daha önce hayallerinde elinde kaleşle  onlarca insanı öldürürken kahramanlık damarları kabaran, yiğitlik duyguları coşan Mahmud, şimdi ilk defa ve gerçeketen birilerini öldüreceği hakikati karşısında bir garip olmuştu. Hele de öldüreceği insanları yakından görmesi,  onların  yüzlerindeki o saf ve masum hali müşahede etmesi mahmdun ruhunu ve vicdanını alabora etmişti.  Onun bu dalgınlığı, onun bu garip davranışları hem evinde hemde apartmanda farkedilir hale gelmişti. Babası ;

-“Ne o Mahmud aşık mı oldun yoksa! Pek dalgınsın! Diye takılırken; Apartman yöneticisi Osman Bey de;

-“Mahmud sana bir haller oldu. Dalıp dalıp gidiyorsun!” diyordu. Mahmudun bu hale gelmesindeki en büyük etken muhtemelen kendisinin yapacağı eylem ile kurban olacak  Yüzbaşı Ahmet ve komandoları yakından görmüş olmasıydı. 

            Mahmud, 29 ekimi bu duygular içinde, iç dünyasında onlarca yönden biribirine zıt yönde esen kasırgalar arasında  beklemeye başladı. 23 Ekim Pazar günü izinli olmasına rağmen iş yeri olan apartmana gitti. Gidiş nedeni apartmanın bodrumundaki dairesinde  ceketininin cebinde unuttuğu saatini ve defterini  almaktı. Saat 13,30 sıralarında bodrumdaki kapıcı  dairesine girdi, ışığı yaktı. Ceketini bulmak için sağa sola baktı. “İşte burada” diyerek onun cebinden alacaklarını alıp kapıya yöneldi, kapıyı kapatarak kilitledi. Merdivenlerden yukarı doğru bir kaç basamak çıkmıştı ki;  büyük bir uğultu, o güne kadar duymadığı şidddette bir gürültü kapladı ortalığı. Her yer sallanıyor, duvarlar çatırdıyor, ortalığı toz duman bürüyordu. Bu büyük gürültü ve bu kesif toz Mahmut’un aklını başından aldı. Sanki gök çökmüştü. Sanki dağlar hallaç pamuğu gibi atılmıştı. Yürümek istedi yürüyemedi. Sebebini anlamadığı çok büyük ve muazzam bir ağırlık onu olduğu yere çökertti. Gürültüler bitti, her yer kapkaranlık oldu. Sırtında büyük bir ağırlık vardı. Vücudu bir cendere ile sıkıştırılmış gibiydi.  Vucudu hiç bir tarafa, sağa sola öne arkaya bir santim kıpırdanamıyor, sadece başı ve elinin biri azıcık hareket edebiliyordu.

-“Ne oldu” dedi kendi kendine?

-“Ula yoksa çatıya gizlediğim bombalar mı patladı…?”

            Vanda 7,2 lik deprem olmuştu. Ama Yoldaş Mahmudun bundan haberi yoktu.Ne ses vardı ne ışık. Bağırıyor kimse duymuyor, ağlıyor kimse görmüyordu. Bir gün boyunca ne ses duydu, ne ışık gördü. Soğuk, sessiz, kimsesiz, ışıksız, yapayalnız, ağrılar ve sıkıntılar içinde bekledi, bekledi, bekledi... Kendi kendine,

-Acaba öldüm mü? Biraz sonra Münker Nekir mi gelecek? Eyvah öyle olursa ben ne yaparım. Hayatım, düşüncelerim, inancım  ve  yaşantım bu gerçeğe zıt bir minval üzere geçti. Diye hayıflanmaya ve tarifi imkansız korkular yaşamaya başladı.  O anlarda aklına babasının sıkça  okuduğu bir şiir takılıp kaldı;

Sana İbret gerek ise

Gel göresin şu sinleri

Ger taş isen eriyesin

Bakıp görücek bunları.

 

Ne kapı  vardır giresi

Ne yemek vardır yiyesi

Ne ışık vardır göresi

Tün olmuştur gündüzleri

                Depremin ikinci günü idi.

-Kimse Yok mu? Işığımız gören sesimizi duyan varsa ses versin!  Diye sesler duydu Mahmud.

-Allahım! Yarabbim! Sana şükürler olsun. Ben burdayım. Kurtarın beni. Işığın hemen altındayım…” Diye öyle bağırdı öyle çırpındı ki onun sesini yukarıdakilerde rahatça duydu. Ömründe bu kadar sevindiğini hiç hatırlamıyordu. Kendi kendine;

-Ha!  Demekki deprem olmuş.Bu gürültünün bu karanlığın sebebi bu imiş.Şimdi beni kurtarmaya geldiler. Ölüm ne zormuş! İnkar ettiğim küçümsediğim ölüm ne korkunçmuş! Hayat ne güzelmiş! Yaşamak ne büyük nimetmiş…! Diye konuşmaya başladı. 

            Kazma sesleri, makine gümbürtüleri, insan haykırışları arasında birkaç saat geçti. Mahmud artık kurtulacağına iyice inandı.Kurtarma ekipleri, hem Mahmudu zinde tutmak hem de onun durumunu öğrenmek için sorular sordular;

-Mahmut ne iş yaparsın? Kaç yaşındasın? Sağlık durumun nasıl...?

-Ben bu binada çalışıyorum. 19 yaşındayım.Belimde büyük bir ağrı var kıpırdanamıyorum...Konuşmalar bu minval üzere biraz devam etti.Bir ara herkes sustu. Gürültüler kesildi.Mahmud bu anda,

 

- “Allahım!” dedi.

-“Mezar böyle mi olacak?.”

  Elli senede alacağı ibreti bir günde almıştı Mahmud. Ama öyle bir günki yıllara bedel.  Hayatının, az daha sonsuz bir acıya , sonsuz bir ızdıraba dönüşeceği gerçeğini kavramıştı. Üzerindeki beton parçaları, tuğla kümeleri kaldırıldıkça büyük bir ferahlık hissediyordu Mahmud. Yoldaş, üzerindeki ağırlık tamamen bitince,  büyük bir pişmanlıkla, büyük bir dönüşle, büyük bir iç değişimle kendisine doğru uzanan ele tuttundu. Mahmudun elleri güçlü bir el tarafından çekildi, başının üzerindeki toz toprakdan kurtulur kurtulmaz kendisine uzanan elin sahibine baktı….”

-Uzat elini mahmud! Haydi geçmiş olsun! Verilmiş sadakan varmış! Anne baba duası almışsın sen...

-Aman Allahımmm. Olamazz! Yarabbim! Bu açıktan bir ders bana! Kurban olduğum affet beni…” diye haykırarak, ağlayarak öbür eliyle yüzünü kapadı. Mahmud, kendisine uzanan elin törende askeri birliğin başında yürüyecek ve muhtemelen Mahmudun bombaları ile can verecek olan Yüzbaşının eli olduğunu görmüştü. Bomba hediye! edeceği adam ona şimdi can bağışlıyordu. Ona ve arkasında duran komandolara bakması ile gözlerini kapatması bir oldu. O güne kadar, kin paslarıyla, nefret kirleri ile, günah sularıyla kapkatı ve simsiyah kesilen kalbine öyle bir pişmanlık ışığı doğdu ki  kalbi aydınlandı. Kapkara vicdanına, öyle bir tevbe suyu aktı ki gönlü tüm kirlerden, tekmil pisliklerden  arındı. Kin bulutlarının bürüdüğü gönül göğü açıldı, garaz suları içe içe zehirlenen kalbi, kardeşlik ırmağından akan bu rahmet suyu ile şifabuldu.

      Mahmud derhal hastaneye kaldırıldı. Hastane de ona polisler kan verdi, yardım kuruluşları yardım yaptı.Bir kaç gün hastanede kalan Mahmud, iyileşip taburcu edildi.

                 Eylemin adı: Bayram idi ya, gerçekten henüz eylem gerçekleşmeden bu deprem Mahmuda bir bayram oldu. Mahmudun kod adı Kurtuluş idi ya, bu deprem  Mahmud için tam anlamı ile hakiki ve ebedi bir kurtuluş oldu.

 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.