DERSİMİZ KATİYETLE

A.Kerim KARAAĞAÇ

 O'nun hakkında bu kadar bilgiye sahip olduktan sonra, benim dersim katiyetle O olamaz.

Benim ecdadıma bu geniş vatanı dar edeni, ben ders konusu yapamam. Adını bile ağzıma almaktan haya ediyorum. Hayatını sırf İslam düşmanlığına, Allah ve Rasulü’nü kalplerden gönüllerden silmeye adamış bir kendini bilmezi, ben ders konusu yapamam. Ancak, O’nun kimliğini ortaya koyma adına bazı hatırlatmalar yapmak da üzerimize vazifedir. Bu kimliği, bazıları maalesef aklını kullanıp doğruları araştırma yerine, yalan söyleyen tarih nasıl yazmışsa o şekilde kabul etmekte, öyle daha kolayına gelmekte anlaşılan.

Söyler misiniz? Tarihin başlangıcından bu güne kadar hangi ülkenin, kullanmakta olduğu yazısı değişmiş?

Bir düşünün, gene tarihin başlangıcından bu güne hangi ülkede, “yarın sabahtan itibaren eski giysilerinizi yakacak ve bizim tarif ettiğimiz giysileri giyeceksiniz” denmiştir.

Söyler misiniz kardeşim? Belli bir yaşa ve zamana kadar hep Müslüman gözükecek fakat, ipleri elinize geçirdiğinizde benliğinizi olduğu gibi ortaya koyacaksınız.

O’NU NASIL BİLİRDİNİZ?

Camiye getirilen her cenaze için, namazı kılındıktan sonra cenaze namazını kıldıran imam efendi ölüm üzerine kısa bir nasihatin ardından “Bu ademi hâli hayatında nasıl bilirdiniz” diye sorar.

Şimdi aklıma geldi de merak ettim; neden O’nun cenazesi de bir Necip Fazıl Kısakürek rahmetlinin, bir Turgut Özal’ın, bir Esat Coşan Hoca efendi’nin cenazesi gibi on binlerin, yüz binlerin önüne getirilmedi. Neden, onun için de “bu ademi hâli hayatında nasıl bilirdiniz?” sorusu sorulmadı. Neden, yüz binlerce insandan “haklarınızı helâl ediniz” diye üç defa seslenilmedi. Evet, neden esirgendi bunlar bu insanlardan. Yoksa, o gayrimüslim miydi?

Son ölüm ânını bilemem ama, evvelinde hem namazı, niyazı, hem de Cuma hutbeleri bile meşhurdu. O, bilerek, inanarak, isteyerek, arzu ederek hizmet eden bir yapısı vardı. Ancak, neye, kime ve hangi fikre hizmet ettiğini lütfen sizler de araştırınız. Yalnız, şu güne kadar edindiğim yakın tarih bilgileri O’nun kesinlikle İslâm adına hiçbir hizmetinin olmadığı, tam tersi olarak, bu vatanda ecdadımızın yüz yıllardır yerleştirdiği imânı, inancı ve geleneği silme, yok etme gayreti içinde olduğudur. O’nun bunu açıktan ifade etmemiş olması, bazı kesimlerin yanlış yorumuna sebep olmuştur.

Bazı fiilleri, çoğu sözleri bunu hiç şüphesiz ortaya koymaktadır. Var olan potansiyeli kendi düşüncesi ve isteği doğrultusunda adım adım değerlendirmiş, zemini iyi hazırlamıştır. İlk zamanlarında bulunduğu ortama göre strateji geliştirmeyi çok iyi bilmiştir. Birinci Cumhuriyet yıllarında, meclisin yarıdan fazlasını sarıklı, sakallı milletvekilleri teşkil ediyordu. Bu vekillerin tamamı, istisnasız namazlarını kılıyorlardı. Bu dönemde O da namazını aksatmadan kılanlardandı. Hatta cami kürsüsünden vaazlar ve minberden Cuma hutbeleri bile okuyor. Balıkesir hutbesi bir örneğidir.

Aradan sadece birkaç sene geçiyor. O’nda ciddi değişmeler görülüyor. Bu birkaç sene zarfında ne namazdan, ne vaazdan bir eser kalmıyor, hayatına içki hakim oluyor. Akabinde, İslam dini hakkında garip sözler etmeye başlıyor.

“Türklerin Arap dinini kabul etmeleri, türk milletinin milli, rabıtalarını gevşetti. Çünkü, Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin üstünde bir arap milliyetçiliği siyaseti içeriyor. Bu vaziyet karşısında türk milleti bir çok asırlar ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, hiçbir kelimesinin manasını bilmediği halde, Kuran ezberlemekten beyinleri sulandı. (Ocak 1930, kaynak Afetinan, Medeni bilgiler ve M.K.Atatürk’ün El yazıları; 2. bas. AKDTYK Türk Tarih Kurumu yayınları, Ankara 1988”

Sonrasında ise, Kur’anı- Kerim’in adını “gökten indiği sanılan kitap” olarak değiştiriyor. Bunu Meclis konuşmasında dile getiriyor.             

“Bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bu programı, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutamayız. Biz, esinlerimizi, gökten ve gaipten değil; doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.” (1 Kasım 1937, TBMM 5. dönem 3. toplanma yılının açılış konuşması; ASD,cil.1, say.405)

Bakınız, imanın altı şartından biri olarak kabul ettiğimiz, Ahıret hakkındaki fikirleri; “Filozofların hayat hakkındaki düşüncelerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu: “madem ki hiçiz ve sıfıra varacağız, şu geçici ömürde neşe ve mutluluğa yer bulunamaz” diyorlardı. Başka kitaplarda ise; “Madem ki sonu nasıl olsa sıfır, bari yaşadığımız sürece şen ve keyif alalım” diye yazıyor. Ben kendi karakterim itibari ile ikinci hayat anlayışını tercih ediyorum. (17 mart 1937 ASD cilt 2, sayfa 280-281)”

Son dönemlerinde görüşlerini ve tavırlarını şüpheye mahal kalmayacak şekilde netleştirdi, belli etti ve artık çekineceği hesap vereceği kimse olmaması, dünyevi makamların gelinecek en yükseğine gelmiş olması hasebi ile çok rahat sergiliyordu. Yaratılış hakkında bakınız neler söylüyor: “İnsanlar kurtçuklar gibi topraktan ve sudan çıktılar. İlk atamız balıktır. Daha sonra pramit- maymunları da içine alan memeliler takımından türediler. Biz maymunlarız; sadece düşünce olarak insanız.”

Halkın ekseriyeti O’nun böyle düşüncelerle öldüğünden habersiz. Fakat, koruma kanununun çıkarılmasıyla hakkında konuşulamaz, yazılamaz insan durumuna getirilmesi çok şeylerin bilinmesine engel olmuştur. Halbuki, demokrasilerde devlet başkanı da olsa, çoban da olsa istediği fikirleri serdetme özgürlüğüne sahipti güya. Gene, demokrasilerde kim neye inanıyorsa inandığı gibi yaşama, hayatını o şekilde tanzim etme hakkına sahip değil mi? Gerek var mıydı korumaya? Suçlu mu ki korunuyor? Bildikleri, uyguladıkları, söyledikleri ayan beyan olsa, herkes onu olduğu gibi tanısa kötü mü olurdu yani? Bu koruma nereye kadar Allah aşkına? Hakkında bilinenlerin yanlış olduğu daha sonra öğrenildiğinde, ortaya hoş olmayan bir tablo çıkmayacak mı? Tarih, saklayanları mahkum etmeyecek mi? Bu cevapsız soruları daha da çoğaltmanın bir manası yok şimdi. Ama, bu soruların bir gün yankıları olacak inşallah, ben öyle inanıyorum.

O ölümünden buyana kimileri tarafından koltuk değneği gibi kullanılmış. O’ncu olmak, kendini onun şemsiyesi altında göstermek ve onu bütün çıkarlarına alet etmek, kullanmak öyle revaçta ki, hele şimdilerde ona sığınarak her türlü suçu işleyebilirsiniz. Malınız, fikriniz, derneğiniz vs. çok duyulsun, çok satılsın, revaçta olsun istiyorsanız onun ismini veya fotoğrafını baş tarafa koyuverin yeter. İstismarın bu kadarına da pes doğrusu.

Bir gün bazıları çok pişman, mahcup ve perişan bir vaziyette kıyamet ahalisinin önüne getirilecek. Burada sorulmamış olsa da, hesap gününde “bu ademi nasıl bilirdiniz?” ve “haklarınızı helâl ediyor musunuz” denilmeyecek mi? Hak hukuk burada pek geçmese de, Orada zerre kadar hayır ve şerrin hesabı sorulacak. Bu sadece O’nun için değil, hem istismar edenler hem de hepimiz içindir.

    Abdülkerim Dişsöken    

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.