Gelin, vazgeçin bu yanlışlıktan

xxx78

 

Eskiler “Sür’at-i intikali zayıf” derlerdi anlamakta zorlananlar için; bizde bazı kişiler ve kurumların sür’at-i intikali gerçekten çok zayıf. ‘Akreditasyon’ uygulamasıyla bazı yayın organlarını olayları izlemekten engelleyenler, bu yaptıklarının aslında kendilerini zora soktuğunu bir türlü fark etmiyorlar...

Bu kimbilir kaçıncı ‘akreditasyon’ yazısı; ama yazdıklarımın benimle de Star gazetesiyle de bir ilgisi yok.

Kabil’de şehit düşen oniki asker için Ankara’daki Barış Gücü Tugay Komutanlığı’nda düzenlenen töreni izlemek isteyen bazı gazete ve bazı kanalların muhabirleri “Sizin akreditasyonunuz yok” gerekçesiyle engellenmiş... ‘Akreditasyonlu’ muhabirler içeri girerken, ötekiler onların arkasından bakakalmış...

Akşam özellikle muhabiri içeri alınmayan kanalların haber bültenlerine baktım, ertesi gün ilk elime aldığım gazeteler de ‘akreditasyonsuz’ olanlardı; içeride neler olmuşsa en geniş ayrıntıyla işlenmişti. Sağolsun, haber ajansları ‘akreditasyonlu’ ve yine sağolsunlar hizmet sundukları yayın organları arasında ayrımcılık yapmıyorlar...

Sözün kısası şu: ‘Akreditasyon’ uygulaması yapanların, güneş pasparlak olduğu halde gözlerini kapatınca dünyanın karardığını sananlardan hiçbir farkları yok. ‘Akreditasyon’ uygulaması, yasaklanan gazeteler ve TV kanallarının haberi vermesini engelleyemiyor çünkü...

O halde uygulama neden sürdürülüyor?

Herhalde uygulayan kurumun o gazeteler ve kanalları tasvip etmediğini, sevmediğini, yayınlarından hoşnut olmadığını belli etmesi için...

Kurumların ve yöneticilerinin bunu yapmaya hakları yok işte... Sevseniz de sevmeseniz de, eğer devletin bir kurumuysanız, habercilik yapanların işlerini engellemekle değil kolaylaştırmakla yükümlüsünüz. Gazetecinin açık bir etkinliği izleyip habere ulaşımını engellemek demokratik ülkelerde suçtur da...

Bu yazıyı yazdıran son engelleme yine askerden geldi, ama bu yazdıklarım siviller için de geçerli...

Politikacıların sevmedikleri haberciler veya yazarlar yok mudur; varsa göz hizasında görmek istemediği kişilere kendisini açık tutmak zorunda mıdır? Elbette politikacıyı buna zorlayamayız; ancak bir kişiyi veya gazeteyi-kanalı sevmiyor diye ‘akreditasyon uygulaması’ bahanesiyle yasakçı bir tavır benimsemesini de tasvip edemeyiz. Sevmediği kişiyi çağırmaz gezilerine, ama onun yüzünden çalıştığı kuruma boykot uygulayamaz. Yapacağı, başka birini çağırmaktır...

Unutulan şu: Gazeteciler anayasa ve yasalarla koruma altına alınan ‘halkın haber alma hakkı’nı halk namına kullanan ve onların kullanabilmesini sağlayan kişilerdir; bir tür kamusal görevdir gazetecilik... Bir gazete veya TV kanalının başka yayın organlarına açık faaliyetleri izlemesine engel çıkartanlar, onların hitap ettiği okur veya izleyici kitlesinin haber alma hakkını çiğnemiş demektir.

Haberin ajanstan alınıp kullanılması yasağın yanlışlığının şiddetini azaltmaz.

28 Şubat (1997) sürecinin en kötü miraslarından biridir ‘akreditasyon’ uygulaması. ‘Cezalandırma’ kastıyla başlatılmıştır ve bugünlere de aynı sebeple gelmiştir. Daha da önemlisi, birilerini cezalandırma amacıyla uygulanan bu yasak, ‘akredite’ edilen yani cezalandırılmayan gazetecileri de töhmet altında bırakmaktadır. Düne kadar habere ulaşımı engellenen bir gazete birdenbire ‘akreditasyonlu’ olmuşsa, bunu neye bağlayacağız? Okurlar neye bağlayacak?

Yasakçı zihniyet, yetkilisi olduğu kurumu, babasının malı mı sanıyor yoksa?