Gerçeği gördük

xxx1579

Aslında değişimin en belalı noktasına geldik.

Eskiden Türkiye, sorunun ne olduğunu tam olarak bilmiyordu.

Şimdi “sorunun” ne olduğu öğrenildi.

Artık, “ordunun ve yargının” bu ülkedeki değişimi engellediğini biliyoruz.

Onların zihninde “hayali” bir toplum var.

O “hayale” uymayan her şeye ve herkese karşılar.

Onların “hayalindeki” Türk, her gün tıraş olan, limon kolonyası kokan, Allaha inanan ama camiye gitmeyen, arada sırada bir iki kadeh parlatan, arabeskten hoşlanmayan, klasik Türk müziği ya da Batı müziği seven, Atatürk’e hayran, laikliğe bağlı, “düvel-i muazzamaya” kuşkuyla bakan, Türklüğün en yüce ırk olduğuna inanan, “memurlardan daha fakir olanları” küçümseyip daha zengin olanları “suçlu” gören, kendi tarihi konusunda kendisine öğretilenden fazlasını öğrenmeyen, öğrense de kimseye söylemeyen, “mili birlik ve bütünlüğü” memurların temsil ettiğine inanan, devleti hiç sorgulamayan, “büyüklerine” saygılı, askerine itaatkâr bir insan.

Yetmiş milyon insanı bu kalıba dökmek istiyorlar.

Kimse “Kürdüm” demeyecek, kimse “ibadete” gitmeyecek, kimse arabesk dinlemeyecek, kimse “Ermeni meselesi nedir” diye sormayacak, kimse Atatürk’ün “yönetim biçimini” sorgulamayacak, kimse felsefe bilmeyecek, kimse Marksizm’le ilgilenmeyecek.

Milliyetçiliği “ırkçılığa” lehimlenmiş, yarı cahil bir küçük burjuva kalabalığı yaratmaya uğraşıyorlar.

Bu hayal zaten başından sakat.

Niye insanlar böyle yarı cahil, felsefeden, tarihten, edebiyattan nasibini almamış, klişelerle konuşan, sorgulamayan, sormayan bir “vasatlık” içine girsinler?

Es kaza onların hayal ettiği gibi bir ülke olsaydık herhalde yeryüzünün en acıklı ülkesi olurduk.

Böyle bir ülke değiliz, olmadık, olamayız.

Gerçekler, onların “hayalinin” çok ötesinde.

Bu ülkede Kürtler var, dindarlar var, solcular var, Aleviler var, işçiler var, kapitalistler var.

Ülke zenginleştikçe, dünyaya açıldıkça, toplumun gerçekleri, karmaşası, sınıfları, zümreleri de ortaya çıkıyor.

Orduyla yargı, gerçeği “kendi hayallerinin” içine sıkıştırmaya çalışıyor.

Onlar toplumu o kalıba sıkıştırmaya çalıştıkça tepkiler de artıyor.

Artan tepkilerle birlikte, “orduyla yargının” tutuculuktaki rolü daha belirginleşiyor.

Şimdi kimin bu toplumu geri çekmeye çalıştığını biliyoruz, biliyoruz ama onlara engel olamıyoruz.

Hukukçularımız hukuku şakır şakır çiğniyor, Anayasa Mahkemesi anayasaya uymuyor ama biz bunu durduramıyoruz.

Toplum, kendi ordusuyla ve yargısıyla çatışıp duruyor.

Ordunun içinden darbe planları, cuntalar, lahikalar çıkıyor.

Yargı ise, “hukuk mantığının” içinde kalmaya razı olmuyor, mantığı, hukuku, adaleti zorluyor.

Şimdi İmam Hatip mezunları bunların “aklındaki” Türk tanımına uymuyor.

İmam Hatip’ten çıkanlar başka üniversitelere gitmesin istiyorlar.

Kur’an okuyan bir doktor fikrinden haz etmiyorlar.

Bunun için de tuhaf tuhaf işler yapıyorlar.

Daha önce kendi denetimlerinde olan YÖK’e emir verip, “katsayı” diye bir şey icat etmişler, hem İmam Hatip’ten hem de diğer meslek liselerinden mezun olanların üniversitelere girmesini zorlaştırmışlar.

Katsayı kararını verip uygulamaya sokan kim?

YÖK.

Danıştay, YÖK’ün bu uygulamasına karşı çıkmış mı? Hayır.

YÖK, bugün “katsayıyı” kaldırıyor ve Danıştay buna karşı çıkıyor.

Bir kurumun “katsayı” koyma yetkisi varsa, o kurumun “kaldırma” yetkisi de vardır.

“Katsayı koyabilirsin ama kaldıramazsın” ne demek? Hangi hukuk mantığına uyuyor bu? YÖK’ün böyle bir yetkisi yoksa neden “katsayı” koyduğunda Danıştay karşı çıkmadı?

Danıştay’ın verdiği kararın hukukla, adaletle hiçbir ilgisi yok.

Bu hukuksuzluk açıkça görülüyor ama hukuk kurumlarının bu keyfiliğine engel olacak bir siteme sahip olmadığımız için buna boyun eğmek zorunda kalıyoruz.

Bu tür hukuksuzlukları, zorbalıkları düzeltmenin tek yolu sistemi “tümden” değiştirmek ve yeni bir anayasa hazırlamak.

Ona da siyasi iktidarın cesareti yetmiyor.

YÖK gibi bir “darbe müessesesini” kaldırmadıkları gibi anayasayı da değiştirmiyorlar.

Onun için de en zor noktadayız, gerçeği biliyoruz ama düzeltemiyoruz.

Bu böyle gitmez elbette, gidemez, toplum kendisine uygun yeni bir düzen kuracak, orduyu ve yargıyı “gerçek” kurumlara dönüştürecek.

Bir toplum gerçeği gördükten sonra gereğini yapar.

Ama “gerçeği” gördüğün anla, o gerçeğin gereğini yaptığın arasındaki zaman diliminde çok itiş kakış, çok hukuksuzluk, çok kargaşa olur.

Tam da o kargaşayı ve hukuksuzluğu yaşıyoruz şimdi.

İyileşmeden önceki son kriz bu.