Hakikatin ne olduğunu bilen var mı?

İbrahim KONURALP

Bir

-Hakikatin ne olduğunu bilen var mı?

-Hakk’ın yanında olan hakikatin ne olduğunu bilir.

-Biri bana hakikatin ne olduğunu söylesin.

-Söylemek ne kelime, haykırsın en gür sesiyle…

-Hakikat hiç bu kadar suspus olmamıştı.

-Hakikat hiç bu kadar yalnız kalmamıştı.

-Hakikat hiç bu kadar sahipsiz kalmamıştı.

-Hakikat hiç bu kadar talan edilmemişti.

-Hakikat hiç bu kadar kökünden koparılmamıştı.

-Hakk’ın yanında olan hakikatin ne olduğunu bilir.

-Biri bana hakikatin ne olduğun söylesin.

­­-Öyle günlerden geçiyoruz ki helakimize ramak kaldı.

 

İki

-Öyle bir gündem var ki karşımızda her saniye yeni, gayrımeşru, tahrif edilmiş bilgilerle tazelenen…

-Bu gündemin gözümüzün önünden ve zihnimizin içinden hıphızlı bir şekilde akıp gitmesi için herkes kürek çekiyor.

-Hakikatin gözlerden kaçması, zihinleri bulandırmaması isteniyor.

-Gülen’in hakikatini kendisi ve en yakınındakiler bilmez mi?

-Erdoğan’ın hakikatini kendisi ve en yakınındakiler bilmez mi?

-Kılıçdaroğlu’nun, Bahçeli’nin, Kamalak’ın hakikati nedir? Bir Allah’ın kulu çıkıp da sormaz mı?

-Mensupları, bağlıları, birinci –hadi bir daha ekleyelim- ikinci halkada olanlar, onlar neden bilmezler mi hakikatin ne olduğunu ya da bilirler de söylemezler mi?

-Oysa liderinizin hakikatini bilmek, kendi gerçeğinize de ulaştırır insanı.

-Bana karşı cephenin ne söylediği lazım değil, benim için senin söylediğin önemli? Sen nasıl görüyorsun, nasıl biliyorsun, liderinin ve dolayısıyla kendinin hakikatini?

 -Eeee, kem küm…ham hum…

-Bizde lidere kayıtsız şartsız bağlılık ve  itaat vardır.

-Bir de…söylemesi ayıp, biz birazcık dünyevileştik!..

-Bizim davamız mana idi, maddeye dönüştü, ete kemiğe büründü.

-Bize çeşitli imkanlar, konforlar, imtiyazlar, iltifatlar, zevkler verildi.

-Sizin iddianız yeryüzünde Allah’ın halifesi olmak değil miydi? Hakk’ın ve hakikatin tanıkları olmak değil miydi?

-Ama biz köylü çocuklarıyız. Hayatımızda ilk defa rütbe, mevki, makam, itibar görüyoruz.

-Bizim dedelerimiz askerde onbaşı oldukları için iftihar ediyorlardı. Çavuş olduklarında köye kök söktürüyorlardı.

-Oysa şimdi biz müdür olduk, genel müdür olduk, hakim olduk, savcı olduk, müşavir olduk, müsteşar olduk, bakan olduk…

-Sonra emlakçı olduk, imarcı olduk, müteahhit olduk, belediyeci olduk,

-Yetmedi organizatör olduk, sanayici olduk, işadamı olduk, bankacı olduk…

-Pastadan bize de pay düştü beyim!.. Eskiden olsa kırıntısını bile göremezdik.

-Bakmayın siz lafa gelince Osmanlıcı olmamıza, demokrasi büyük nimet beyim, memlekette padişah olsa;  cumhuriyet olmasa, demokrasi olmasa biz bunları nah görürdük. Şimdiye en hafifinden ya cephede ölürdük ya da itin öldüğü bir yere sürülürdük.

-Sonra biz bu dünyanın bin bir türlü zevkinin olduğunu öğrendik. Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp.  

-Bunlar kolay mı elde ediliyor sanıyorsunuz?

-Ne zorluklar, ne zahmetlerle bugünlere geldik biliyor musunuz?

-Daha düne kadar burun kıvırdığımız, uzağında durduğumuz, esefle kınadığımız, tekfir ettiğimiz ne varsa, hepsi birer nimet olarak önümüze serildi. Helalinde tabi…

-“Neydim ne oldum, neredeydim nereye geldim.” Geceleri başını yastığa koyunca kendine bu soruları sordun mu?

-Ne idiler, ne oldular, nerede idiler, nereye geldiler?

-Ne sorusu beyim, kendi hakikatimizi bile unuttuk ki biz; bir de Gülen’in, Erdoğan’ın hakikatine mi kafa yoralım?

-Mensubu olduğumuz lider, bize tüm bu nimetlerin kapılarını açmış, bu kapıların kapanmasını isteyen ahmaktır.

-Kafa konforumuzu ve bilumum konforumuzu bozma bizim.

-Birine ajan demek kolay, ötekine yolsuz; daha bundan ötesini eşeleme beyim…

-Peki hakikat ne, hakikatin tanıkları nerede?

-Eee bundan bize ne? Biz işimize bakarız.

-Anladım anladım, sizden bana hayır yok. Siz bu halinize yaralı parmağa işemezsiniz. Ben de kalkmış size hakikatin ne olduğunu soruyorum.

-En iyisi, ben şu çevredeki hasbi, samimi, iyi niyetli, dürüst, hiçbir karşılık beklemeden seven ve sizi destekleyenlere sorayım hakikatin ne olduğunu…

-devamı var-