Helallik dileyen adam

Recep KOÇAK

Yağmur, hatta sel ve su taşkınları beklentili bir Cumartesi sabahına uyandığımda hafif güneşli ve ılık bir gün karşıladı beni. Hazır hafta sonu hanımın okulu yok dolayısıyla araba boşta, bu fırsatı değerlendireyim diye saat yedi gibi çıktım evden. Ah; hep böyle olsa ya şehr-i İstanbul'un trafiği...

Evin biraz aşağısındaki durakta 3-5 kişi otobüs beklemekte...

Bu hattın otobüslerinin ne kadar geç ve tıklım tıklım geldiğini benden daha iyi kim bilir. Yağmurlu olmayan günlerde otobüs beklemek yerine işe yürümemin de yegâne nedeni bu değil mi?

Yaklaştım durağa:

-Esenşehir, Modoko tarafına giden varsa bırakabilirim arkadaşlar?

İnsanlar biraz şaşkın birbirlerine baktılar. Sanırım alışık olmadıkları bir durumdu bu. Hak da verdim şaşkınlıklarına, sonra ekledim.

-Nasıl olsa ben gidiyorum, araba da boş beklemeyin boşuna...

İki kişi "Hay Allah Razı Olsun" diyerek bindiler. Selamlaştık, yağmurdan, selden, bu otobüs hattının sıkıntılarından açıldı muhabbet ve neden sonra 20-25 yaşlarında olan (ikinci misafirim orta yaşlı bir beydi);

-Modoko'da mı işyerin ağabey? diye sordu. Ben de, Deniz Feneri'nde çalıştığımı söyledim. Çalışmalarımızla ilgili bir kaç soru daha soruldu; cevapladım. Ama bu kez sorular orta yaşlı olan beyden geldi? Genç olan sanki konuşmak istiyor ama bir şey onu engelliyordu.

Modoko ışıkları geçince arkadaşları bırakmak üzere durdum ve teşekkür ederek indiler. Tam hareket etmek üzereydim ki, genç arkadaşın geri döndüğünü ve araca doğru yürüdüğünü gördüm aynadan.

-Bir şey unuttu galiba; diyerek bekledim. Geldi; kapıyı açtı ve oturdu. Daha bir şey söylememe fırsat vermeden ve kafasını yerden kaldırmadan konuşmaya başladı.

-Ağabey bende hakkınız var helal edebilecek misiniz?

Ben bu kısa yolculuktan bahsettiği düşüncesiyle; "Olur mu öyle şey helal olsun, zaten ben geliyordum siz de hakkınızı helal edin yoldaş oldunuz bana" dedim.

-Yok be ağabey o değil... Ben sizle Deniz Feneri’yle ilgili haberler, söylentiler çıktığında, işin aslı astarı nedir hiç sormadan araştırmadan doğru olduğunu kabul ettim, aslında buradan sık geçerim, uğrayıp yerinde görebilme fırsatım da vardı ama dedim ya inandım sizlerin hırsız olduğunuza.

Ve şimdi ne yaparım nasıl yaparım bilmiyorum ama bu vebalden kurtulmalıyım. Ağabey ben hakkınıza girdim sizin. Bu bahane değil elbette ama kandırıldım.

Ve şimdi anlıyorum ki, Deniz Feneri'nden yanlış adam çıkmaz be Ağabey. Ne olur hakkını helal et.

-Helal olsun. Bak daha isimlerimizi bile bilmiyoruz.

-Yağız ağabey.

-Evet Yağız sadece sen değilsin bu oyuna gelen “Helal Olsun Hakkımız” ve sana da açık yürekliliğin için helal olsun.

-Ağabey, kaç kişi var Deniz Feneri’nde, onlar da haklarını helal ederler mi?

-İnşallah Yağız, İnşallah ederler...

Yukardaki satırlar Deniz Feneri Derneği İstanbul Şubesi’nden Remzi Gümüş’e ait. İlk okuduğumda gözlerim yaşardı, Yağız adına sevindim, hatasını anlayıp helallik dilediği için. Yağız’ın idrakine ulaşamayıp kendilerine söylenenlere tereddütsüz inanmış, böylece on binlerce ihtiyaç sahibine gidecek yardıma –farkında olmadan mani olmuş- iyi niyetli kardeşlerimiz adına üzüntülerim devam ediyor.

Geçtiğimiz Cumartesi günü kıdemli gönüllülerimizden Esma Karakaş Hanım, dostum ve Habername’den komşum Uğur Canbolat ve onun vesilesiyle tanıştığımız Hacer Canatan ile Jale Köksal hanımlara Deniz Feneri’nin lojistik merkezini gezdirip sistemin işleyişini anlattığımda çok etkilendiler, memnuniyetlerini dile getirdiler. Esma Hanımın 15 yıldır içinde bulunduğu, gönüllü olarak emeğini, vaktini katarak destek verdiği ve bağışlarıyla da katkısını devam ettirdiği Deniz Feneri’ni Uğur Canbolat 10 yıl önceki ziyaretinden beri yakından bilir.

Hacer Canatan Hanım, sosyal medyadaki sayfalarından Deniz Feneri ziyaretini fotoğraf ve satırlarıyla zikredince çevresinden saldırıya uğramış durumda.

“Kişi bilmediğinin düşmanıdır” derler. Bilmeyenleri bir yere kadar mazur görebiliriz. Ama körü körüne söylentilere kendini kaptıran ve Deniz Feneri adını her gördüğü yerde kırmızı şal görmüş boğalar gibi saldıranlar masum kalamazlar.

Jale Köksal Hanım ziyaretin ilk dakikalarında, “Leysel haberu kel muâyeneti; hiçbir haber görmek gibi değildir” sözünü aktardığım anda cebinden çıkardığı siyah kaplı not defterine kaydetti. O ve diğer konuklarımız lojistik merkezimizi gezdikten ve orada anlattıklarımla gördüklerini birleştirdikten sonra yukardaki sözün önemini daha iyi anladılar.

İlk defa merhum M. Es’ad Coşan Hocaefendi’den Ankara İlahiyat’taki derslerimizde duyduğum bu mühim sözü geçtiğimiz günlerde Deniz Feneri’ni ziyaret eden Gazze İslam Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Nasreddin Elmezaini ve Rektör Kemalin Shaat’a da aktardığımda onlar da çok etkilendiler. Onlarla, merhum Hocamızdan öğrendiğim, “İlim avdır, yazı onun bağıdır” sözünü de ziyaretin güzel bir hatırası olarak paylaştım. Pek beğendiler, tasdik ettiler.

En büyük düşmanımız cehalettir. Bilgisizliğimiz kişi ve kurumlara dair önyargı ya da saplantıya dönüşüp suizan haline ulaşıyorsa vay halimize..

Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz her vesileyle Deniz Feneri’ni kalemine dolayıp bir şeyler çiziktiriyor. Doğru bilgileri elektronik posta adresine gönderip saplantısından kurtulmasına yardımcı olmak istiyoruz. Heyhat. O, halinden memnun görünüyor. Doğru bilgiye ve doğru yoruma ihtiyaç duymadığını anlıyoruz. Yazması için memur edildiği konuları yazıp ilgili kişi ve kuruluşlardan ulaşan açıklamaları, düzeltmeleri duymamak için kulaklarını, gözlerini kapatmış görünüyor. Yazık..

recep.kocakk@gmail.com

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.