HİCAZ HATIRATI

Sebahattin BİLGİÇ

Birkaç gün önce kitap pazarlama sitelerinde dolaşırken, Hicaz Hatıratı isimli bir kitaba rastladım. Yazarının  Sefine-i Evliya yazarı Hüseyin Vassaf olması daha da ilgimi çekti ve hemen sipariş ettim.

Birkaç ay önce de Nabi’nin Tuhfetü’l- Haremeyni’ ne göz atmıştım. Arzum yazarların yolculuk ettikleri tarihlerde yol boyunca ziyaret ettikleri şehirlerdeki gözlemleri ve yolculuk hatıralarını öğrenmek. Özellikle Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere gözlemleri benim için çok önemli.

 Osmanlı Türkçesi ile yazılmış hatıratı okudukça yazarın gerek tanımlama yaparken ve gerekse hissiyatını satırlara dökerken kullandığı yazı diline hayran olmamak mümkün değil. Bir kere daha anladım ki ne kadar zengin kelime hazinesinden ne kadar kısır kelime hazinesine gerilemişiz. Ve asırlardır devam ede gelen çok zengin birikimi anlamsızca göz ardı etmişiz. Böylece geçmişinin hissiyatından kopuk bir nesil ile baş başa kalınmış. Tabi asıl mevzuumuz bu değil.

  İlk defa umreye 1989 yılında üniversite öğrencisi iken bir grup çok değerli öğrenci kardeşimle beraber gitmiştim. O zaman karayolu henüz kapanmamış idi. Irak üzerinden ziyaret yerlerini geze geze yolumuza devam etmiş idik. Musul’a, Bağdat’a Necef’e, Kerbela’ya da bu şekilde uğradık. Yolculuğun tadını çıkara çıkara neşeyle, aynı zamanda son derece heyecanlı, ufak tefek maceralar da yaşayarak, kutsal beldelere ulaştık. Türkiye’den itibaren bakımsız ve yıkık dökük de olsa, tarihi mekanları görme imkanı bulduk.

  Daha sonraki yıllarda da hamdolsun Harameyni ziyaret nasip oldu. Her ziyaretimde gözlerim, gönlüm, hissiyatım hep Efendimizin ve Sahabeyi Kiramın mübarek hatıralarını aradı. Mesela Ebu Kubeys Dağını arıyorum, öyle bir yer yok şimdi. Yerinde kralın sarayı var. Dağ nerdeyse zemin seviyesine kadar yok edilip, Beytullah’a hürmetsizce saray inşa edilmiş. Osmanlının Beytullaha gösterdiği hürmetteki titizliği Suud yönetiminde görmek mümkün değil.

  Hac ve umre aynı zamanda evvelkilerin hatıralarını yaşamaktır. Daha önce oluşturulmuş ilahi senaryonun, senin tarafından da oynanmasıdır umre veya hac. Safa ile Merve arasındaki sa’yimizde, mesela şeytan taşlamalarımızda  bu senaryonun bir tekrarıdır.

 Hatırattan öğrendiğim kadarıyla Kubeys dağı yıkılmadan önce ziyaretçiler on beş dakikada tepesine ulaşırlar imiş. Tepesinde bir mescit var imiş ve teberrüken namazlar kılınır imiş. Ben Ebu Kubeys tepesine çıkıp yüzümü Beytullaha dönüp, Hazreti İbrahim’in insanları hacca davet etmesine canı gönülden “lebbeyk” demeyi ne kadar isterdim. Ve yine Hacer-ül Esved’di Hazreti İsmail’le aramayı, Efendimizin Kubeys dağından bütün Kureyş kabilelerini Islama davet etmesini yaşamak isterdim. Şakkul kamer mucizesini de Ebu Kubeys’te düşünmekten daha güzel ne olabilir ki?

 Bütün dünya ülkeleri tarihi mekanları koruma altına alıyor, yıkılmış olanları da aslına uygun bir şekilde yeniden imar ediyor. Fakat bu Suud’da böyle değil. Müslümanların şuuruna ve hissiyatına katkı sağlayacak hatıralar hep yok edilmiş. Yerlerinde ise oteller yapılmış. Ne içinde Hazreti Fatıma’ın doğduğu ev ne Hazreti Hatice’nin evi, ne Dar-ul Erkam, ne Hazreti Alini doğduğu ev, hiçbirinden eser yok. Efendimizin dünyaya teşrif ettikleri ve Amine’ye de mesken olan ev ise hayreti mucip bir şekilde bakımsız. Hüseyin Vassaf  1905 yılında yazmış olduğu hatıratında Beyt-i Saadetin minaresiyle kubbeli bir yapı olduğundan bahsediyor.

     Kutb-ul Azam Geylani Hazretlerinin çilehanesini ziyaret edebilseydik ne güzel olurdu. Heyhat yıllardır Müslümanlar Ebu Bekir Efendimizin evi yerine artık Hilton Oteline giriyorlar!   

 Harem bölgesi bütün Müslümanlara ait bir bölgedir. Dolayısıyla bütün Müslümanların hissiyatına göre yapılaşma olmalıdır. Dikkatimi çeken ve düzeltilmesini arzu ettiğim hususlardan biri şudur. Özellikle müezzinlerin okuyuşu insanı en yumuşak şekilde söylemek gerekirse bıktırıyor. Bu kadar mı berbat kamet getirilir. Bu kadar mı kötü ezan okunur. Neden her İslam ülkesinden güzel sesli müezzin efendiler ezanlar okumaz, kametler getirmez. Neden Mescid-i Harama koşan yüz binlerce insanın hissiyatı güzel ses ve makamlarla coşturulmaz.  

 Doğrusu her iki mescidin güzel temizlendiğinden kimsenin şüphesi olmasa gerek. Ama mescidi haramı çevreleyen lüks otellerden geçip kenarlara doğru yürüdükçe o kadar akan sıcak paraya rağmen Mekke ve Medine’nin şehircilikten ve temizlikten nasibini almadığını görürsünüz. Hele gümrüklerdeki askerlerin lakayt tavırları insanı çileden çıkarıyor. Yahu Peygamber Efendimizin kabr-i saadetlerinin başında, Beytullahın kapılarında, hacer-i esvedin yanında resmi kıyafetli askerin ne işi var, anlayan varsa bana da söylesin lütfen. Kışlaya mı giriyoruz mescide mi?

 Baki kabristanlığının, Uhud Şehidliğinin ve Cenneti Muallanın da durumu yukarıda bahsedilenlerden aşağı değil. Zaten Uhud Şehitliğini ve Cennet-i Muallayı tel örgülerin dışından ziyaret ediyorsunuz. Birkaç sahabe hariç kimin nerede metfun olduğu da belli değil. Halbuki  oralar çok ciddi feyz ve hissiyat alanı.

 Çıkan haberlerden öğrendiğimiz kadarıyla Beytullahın etrafındaki revaklar yıkılacakmış. Başta kralın sarayı ve Beytullahı pervasızca gölgeleyen oteller yıkılmadan böyle bir yıkıma asla müsaade edilmemelidir. Ve hasetsen harem bölgesinin her türlü plan ve programına ümmetin ortak aklı ile karar verilmelidir.    

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.