Bir şeyler deşilirken, didiklenirken aynı hayaletler sökün ediyor.
Türkiye'nin "özel dönemlerinin özel örgütlerinin özel isimleri".
Türkiye'nin "özel dönemlerinin özel örgütlerinin özel isimleri".
1984 sonrasında "Terörle mücadele ortamı", 1980 öncesinin çok özel bazı "planlayıcı, karıştırıcı, tetikçi, infazcı ve basbayağı katil" isimlerini miras almıştı.
Aradaki geçişi zaten aynı elemanları oradan oraya devreden "12 Eylül dönemi" sağladı.
"Terör" ün gözü dönmüşlüğü, onunla mücadele edenler arasında da "ne kadar çok terör, ne kadar çok şiddet, o kadar çok kuvvet ve kudret" diyen ekipleri yoğunlaştırdı.
"Çaresizliğin çaresi" olarak ortaya çıkarılanların hep "kahraman" bir yüzü vardı; bir yüzü ise "cinayetler, suikastlar, infazlar, mafya, kara para" ile çamur, kir, pas ve kan kokuyordu.
"Terörle mücadele" ederken, sadece terör temizliğine değil, başka temizliklere, hatta birbirlerini temizlemeye dahi uzandılar.
Bu döneme "kazayla" Susurluk adını verdik.
"Kaza" olmasaydı bir adı olacak mıydı, meçhul.
Çünkü zaten "Faili meçhul" bir dönem olarak da meçhullerle dolu kaldı.
Siyasi irade, Meclis, onca hükümet, yargı, hatta onca haber yaptığı halde medya, kimi istisnai teşhir, dava ve mahkumiyet dışında, aciz kaldı.
Dönemin ne siyasi sorumluları, ne asker ve polis sorumluları bir hesap verdi.
Ne de, pek hoşlanmadığı Çiller' i sıkıştırma telaşıyla, o sırada Cumhurbaşkanı olan (ama sonra bu sözünden cayan) Demirel'in heyecanla dediği gibi, "Uzandığı yere kadar gidilsin" filan oldu!
"Terörle mücadelenin meşruiyeti" adeta tüm "gayri meşruluklar" ile hukuksuzlukların örtüsüydü...
Ayrıca, ciddi bir "Omerta" oluşmuştu. Karşılıklı tehdit, suç ortaklığı dengesi ile "kahramanlar"ın dokunulmazlığı meselesi.
Aradaki geçişi zaten aynı elemanları oradan oraya devreden "12 Eylül dönemi" sağladı.
"Terör" ün gözü dönmüşlüğü, onunla mücadele edenler arasında da "ne kadar çok terör, ne kadar çok şiddet, o kadar çok kuvvet ve kudret" diyen ekipleri yoğunlaştırdı.
"Çaresizliğin çaresi" olarak ortaya çıkarılanların hep "kahraman" bir yüzü vardı; bir yüzü ise "cinayetler, suikastlar, infazlar, mafya, kara para" ile çamur, kir, pas ve kan kokuyordu.
"Terörle mücadele" ederken, sadece terör temizliğine değil, başka temizliklere, hatta birbirlerini temizlemeye dahi uzandılar.
Bu döneme "kazayla" Susurluk adını verdik.
"Kaza" olmasaydı bir adı olacak mıydı, meçhul.
Çünkü zaten "Faili meçhul" bir dönem olarak da meçhullerle dolu kaldı.
Siyasi irade, Meclis, onca hükümet, yargı, hatta onca haber yaptığı halde medya, kimi istisnai teşhir, dava ve mahkumiyet dışında, aciz kaldı.
Dönemin ne siyasi sorumluları, ne asker ve polis sorumluları bir hesap verdi.
Ne de, pek hoşlanmadığı Çiller' i sıkıştırma telaşıyla, o sırada Cumhurbaşkanı olan (ama sonra bu sözünden cayan) Demirel'in heyecanla dediği gibi, "Uzandığı yere kadar gidilsin" filan oldu!
"Terörle mücadelenin meşruiyeti" adeta tüm "gayri meşruluklar" ile hukuksuzlukların örtüsüydü...
Ayrıca, ciddi bir "Omerta" oluşmuştu. Karşılıklı tehdit, suç ortaklığı dengesi ile "kahramanlar"ın dokunulmazlığı meselesi.
Şimdi, bugün de, onca sabıkayla, onca mahkumiyetle dolaşıp duran, "askerlik görevinden kaçırılmış" ama özel örgütte askerlik yaptırıldığı ileri sürülen tetikçiler çıkıyor karşımıza.
İsimleri bir başbakanla, onun "güvenlik ekibi"yle de anılmış, başka bir başbakanın sözde peşine düşüp bıraktığı isimler.
Hortlak gibi!
"Terör" yoluyla "sözde" demokrasi mücadelesi, "terörle mücadele" yoluyla demokrasiyi "sözde" bırakmak isteyenlerin hep istediği şeydi.
Çünkü, bu ülkede, hukuksuzluk hukuk ihtiyacını çoğaltmıyor, demokrasinin zedelenmesi daha fazla demokrasi arzusu yaratmıyordu.
Yani, toplumun sinmişliği ve çıldırmışlığı, bölünmüşlüğü üstüne oynanıyordu hep.
İsimleri bir başbakanla, onun "güvenlik ekibi"yle de anılmış, başka bir başbakanın sözde peşine düşüp bıraktığı isimler.
Hortlak gibi!
"Terör" yoluyla "sözde" demokrasi mücadelesi, "terörle mücadele" yoluyla demokrasiyi "sözde" bırakmak isteyenlerin hep istediği şeydi.
Çünkü, bu ülkede, hukuksuzluk hukuk ihtiyacını çoğaltmıyor, demokrasinin zedelenmesi daha fazla demokrasi arzusu yaratmıyordu.
Yani, toplumun sinmişliği ve çıldırmışlığı, bölünmüşlüğü üstüne oynanıyordu hep.
Şimdi "hakikat" lazım.
Ama, bunun için hakikatten, haktan, hakkaniyetten yana bir parlamento, yargı, hükümet, emniyet, askeriye ile medya da lazım. En azından birinci, ikinci ve altıncısı elzem.
"Hakikat"i ararken, kimsenin onurunu, insanlığını, temel haklarını, yaşam hakkını zedelemeyen, kimseyi ölüme sürüklemeyen, buna titizlenen bir hukuk lazım.
Kin, nefret, intikam, kendince haklılık duygusu ile başkasının haklarını ve hukuk ilkelerini kirletmeyen bir gazetecilik lazım!
Bir de madem şu sıra herkes gözaltı, tutuklama, masumiyet karinesi gibi şeylerle ilgili...
Allah aşkına, cezaevlerinde yüzden fazla gencini "öldüren ve tecritli ölüme terk eden" çok yakın tarihimize dair bir vicdan ile utanma da lazım.
Ama, bunun için hakikatten, haktan, hakkaniyetten yana bir parlamento, yargı, hükümet, emniyet, askeriye ile medya da lazım. En azından birinci, ikinci ve altıncısı elzem.
"Hakikat"i ararken, kimsenin onurunu, insanlığını, temel haklarını, yaşam hakkını zedelemeyen, kimseyi ölüme sürüklemeyen, buna titizlenen bir hukuk lazım.
Kin, nefret, intikam, kendince haklılık duygusu ile başkasının haklarını ve hukuk ilkelerini kirletmeyen bir gazetecilik lazım!
Bir de madem şu sıra herkes gözaltı, tutuklama, masumiyet karinesi gibi şeylerle ilgili...
Allah aşkına, cezaevlerinde yüzden fazla gencini "öldüren ve tecritli ölüme terk eden" çok yakın tarihimize dair bir vicdan ile utanma da lazım.