İNSAN KAZANMANIN MÜKÂFATI

Atila ALTUNTAŞ


İslam’ın insanlar üzerinde gerçekleştirdiği ilk fetih, hiç şüphesiz ki‘’Yürek Fethi’’ dir. İslam’ın temel felsefesi; ‘Bir insanı diriltmek tüm insanlığı diriltmek, bir insanı yok etmek de tüm insanlığı yok etmek gibidir.

İslam, savaşla- kılıçla değil tam aksine Rahmet peygamberi olan Efendimiz(sav)’in ufukları aşan sonsuz merhameti, şefkati ve insana verdiği değerle yayılmıştır. ‘’ Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi.’’ (Al-I-İmran3/159) ayeti de buna işaret etmektedir.

Tek başına başladığı peygamberlik misyonunu yaklaşık 23 yıl sürdüren Efendimiz(sav),in Veda Hutbesini yaklaşık 140 bin sahabe dinlemişti. Efendimizin katıldığı savaşlarda toplam ölen insan sayısı ise, her iki taraftan 400’ü bulmamıştır. Oysaki bugüne kadar Amerika ve Batı Dünyası Ortadoğu’da hâkimiyeti eline almaya çalıştığı için her gün yüzlerce masum insan, kadın, çoluk- çocuk demeden katlemedimi?

Efendimiz(sav) ‘e göre, bir insan gönlünün genişliği, yeryüzünün bütün topraklarının yüzölçümünden daha büyüktür. Elbette bir yüreği fetheden fatih, tüm yeryüzünü istila eden komutandan daha büyük zafer kazanmıştır.

İslam’ın en büyük fetihlerinden birisi de Hayber fethidir. Hayber; Medine İslam devletinin yanında bulunan Yahudi toplumunun yaşadığı bir bölgedir. Maddi açıdan çok zengin olan Yahudilerin bölgede fitne, fesat çıkarması yeni kurulmuş olan İslam Devletinin düşmanlarına lojistik destek vermesi, Medine İslam devletinin varlığını tehdit ediyordu. Bu şartlar altında mecburi olarak İslam ordusu Hayber bölgesini kuşattı.

Vakit Hayber fethi öncesidir. Hz Ali(r.a) atının üstünde elinde kılıcı, yiğit bir şekilde savaşa hazırlanmaktadır. Onu bir süre izleyen Allah Resulü, Hz Ali’yi yanına çağırıyor ve elini Ali’nin omzuna koyarak şöyle diyor: ‘’ Yavaş ol ey Ali! Vallahi senin elinden bir insanın hidayet bulması, güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha hayırlıdır.’’

Bölgenin en stratejik yerleşim birimi olan Hayber’in ele geçirilmesi hiç kuşkusuz büyük bir başarıydı. Medine İslam devletinin ayakta kalması için dönüm noktası olmuştu. Bu zaferden sonra Mekke müşrikleri bir daha Medine üzerine yürüyememişlerdi. Ama bütün bu gerçeklere rağmen Efendimiz(sav)in mesajı açıktı. Bu da; Bir yüreği kazanmanın, Hayber gibi stratejik bir bölgeyi kazanmaktan, dünya’nın tümünü ele geçirmekten çok daha önemli olduğuydu. Zaten, Allah Resulünün çok kısa bir zamanda geniş coğrafyalara İslamı ulaştırmasının altındaki yatan en büyük başarı, Allah resulünün insana verdiği değer ve önce yürekleri fethetme anlayışıydı.

Gelmiş- geçmiş hangi lider bu şekilde, hayatın merkezine insanı koyup, hayata insan merkezli bakabilmiştir? İskender, Napolyon, Hitler, en son Bush olmak üzere birçok lider geldi - geçti. Yeni ülkeler, yeni topraklar fethetmek için yaktılar- yıktılar dünya’yı kana buladılar, binlerce kilometrelik toprakları fethettiler. Bu kazandıkları toprakların yüzölçümü mü daha büyük, yoksa bir insanın yüreğimi?

Gelmiş- geçmiş hiçbir komutan ve imparator Hayber kuşatması öncesi Peygamberimizin ifade ettiği gibi; bir tek insanın ebedi mutluluğuna vesile olmanın, en büyük zafer olduğunu bundan daha güzel ortaya koyamazdı.

Binlerce sahabe yürek fethi için vatanlarını terk ederek uzak coğrafyalara seyahat etmişlerdi. Mekke ve Medine sokaklarına buram, buram Efendimiz(sav) ile geçirdikleri anılar, hatıraların kokusu sinmişken, Onlar tüm bu güzellikleri kalplerine gömerek, bir daha vatanlarına dönmemek üzere gemileri yakıp hiç bilmedikleri ülkelere nasıl bir insan daha kazanabilirim anlayışıyla gitmişlerdi. Milyonlarca insanın yüreğini-gönlünü fethedip ebedi mutluluklarına vesile olup oralarda vefat edip defnolunmuşlardı.

Onların miraslarının üzerine oturan bizler neler yaptık? Sadece ekonomik gerekçelerle 60’lı yıllardan itibaren dünya’nın dört bir yanına dağıldık. Bizler de fetihler yaptık ama bizimkisi maalesef fast-food fetihleriydi. Özellikle kendimizi dindar sayıp, dini- dar yaşayan kesimler olarak Allahın dinine insan kazanmak yerine kendi cemaatimize, kendi tarikatımıza, kendi grubumuza, kendi yapılanmamıza sırf kendi çıkarlarımız doğrultusunda, insan kazanmaya çalışmadık mı? Kuran’ın ve İslam’ın ortaya koyduğu ruh olan Ümmet olma bilinci varken cemaat olma, grup olma bilincini üstün sayıp o anlayışa yönelmedik mi? Bir olmak, diri olmak varken Ümmet olarak parça-parça olmadık mı? Eskiden tarikatlar, cemaatler müthiş sosyal projelere imza atıp sadece Allah rızasını gözetirken, tarihten gelen O, müthiş misyonun yerine, içini boşaltarak çekişmelerin çıkar çatışmaların eksik olmadığı, müesseseler haline getirmedik mi?

İyi, güzel ve örnek bir Müslüman olarak kaç İsveçlinin yüreğini kazanabildik? Kaç Almanın ya da Amerikalının yüreğini fethedebildik? Bizim hayat anlayışımıza ve yaşantımıza bakarak kaç Avrupalı ya da Amerikalı Müslüman oldu acaba? Yüreklerini fethedeceğimize ‘’Yahu bunlar zaten gâvur bunlara acınmaz’’ diyerek kazandığımız paralarla yaptığımız yatırımları, binaları bunların kalbine dikmedik mi?

Resulullah’ın, komşusu olan gayri Müslimlerin cenazelerine taziyelerine gittiğini, onlara ikramda bulunduğunu, ikramlarını kabul ettiğini, hatta yolda cenazeleri geçerken ayağa kalktığını kendisine nedenini soranlara ‘’ Onlar da İnsan değil mi’’ dediğini hatırlamak gerekmiyor mu?

Özetle; din-dil, ırk ve renk ayrımı yapmadan her bir insanı yaradanın emaneti saklı bir cevheri addedip, Yunus’un deyişiyle ‘’Yaradılanı, yaradandan ötürü sevip’’ bu yaklaşımı sergilemeden yürek fethini gerçekleştirmemiz ve Ümmeti olmakla şeref duyduğumuz Peygamberimiz gibi, insanlığın gönlüne taht kurabilmemiz imkân dâhilinde değildir.
Selam ve Dua İle.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.