İslam siyaset teorisini kuran dördüncü anahtar kelime, kamu alanında ilahi iradenin hakimiyeti ile fert-kamu temsilcisi arasındaki ilişkinin gereği olan bey'at'tır. Mümin, kendisindeki hilafet yükümlülük ve selahiyetini, kamu adına kullanmak üzere birilerine, bir makama şartlı olarak vermeli ve o makamı dolduran, şartlara riayet ettiği müddetçe de ona itaat etmelidir; bey'at bu manada itaat sözüdür. Bu yüzden, bey'atı alelade bir seçimle eş tutmak doğru değildir. Bey'atta, başta hilafet olmak üzere diğer anahtar kavramlarla bağlantılı, daha geniş, daha derin, daha aşkın manalar vardır.
Beşinci kavrama gelince, kamu hayatı, toplum hayatı gerekli kıldığı için bir fert hilafet çerçevesinde sorumlu olacaktır. Ve bir şartla onu, kamu hayatı üzerinde yetkili kılmamız gereken makamların başına getirdik. Bizim o makamlara karşı, o makamların bize karşı hak ve sorumlulukları vardır. İşte bu da denetim ve şûra sorumluluklarını ifade eder; yani beşinci anahtar kelime meşveret, altıncısı ise denetimdir. Meşveret, sadece Kur'an-ı Kerim'in buyruğuna değil, İslam siyaset teorisinin bütünlüğüne dayanmaktadır; onun iktizâsıdır. Diğer kavramlarla yanyana getirdiğimiz zaman, denetim mekanizması gündeme gelir. Bunun Kur'andaki karşılığı emir bi'l-maruf, nehiy ani'l münkerde de bulunabilir. Meşveret (şûrâ) meclisi tesis edildiği zaman, bu meclisin temelde iki vazifesinin olduğunu görürüz:
Birincisi: Bunlar halk adına, yönetime danışmanlık yaparlar ve fertlerin denetimine açıktırlar. Çünkü bütün fertler onlara bu selahiyetlerini şartlı olarak devretmişlerdir. Bu şartların yerine getirilip getirilmediğini kontrol etmek bütün fertlerin vazifesidir.
İkincisi: Denetimin kaynağı da burasıdır, bu meclistir. Toplum genişleyip yapılanması şekillendikçe, danışma ve denetimde temsili sistem bir zaruret olarak meydana gelmiş olur.
Bu son kavramın işleyişi fıkıhta nasıl açıklanmıştır?
En başta itaat kavramından hareketle, kendisine itaat edeceğimiz ülü'l-emr'in bir takım şartları taşıması gerektiğini de çıkarmıştık. Biz bu insanı, bu şartları taşıdığı için, bu vazifeyi yerine getireceği umuduyla bir makama getiriyor ve denetliyoruz. Ya şartları kaybettiğini ya da yetersiz kaldığını gördüğümüzde, Allah'ın bizi yükümlü kıldığı vazifeyi yerine getiriyoruz. Fıkıh diliyle konuşmak gerekirse, küfre, zulme, fıska, fücura sapan ya da yetersiz hale gelen bir selahiyet sahibini o makamdan uzaklaştırmak (azil) ümmetin vazifesidir. Burada pek ihtilaf yoktur. İhtilaf ancak tatbikatında söz konusudur. Dengenin ve düzenin sağlanması ve önceliklerin belirlenmesi tartışma konusudur.
Velâyet: Emredici, bağlayıcı tasarruf ve temsil selâhiyeti demek olan velâyet ancak dini bir olanlar arasında caridir. Özel hukuk alanında din farkı velâyeti engellediği gibi kamu hukuku alanında da engeller.
Mülk: Hâkimiyet ve sahiplik manasında kullanılmıştır. Mutlak hâkim ve sahip Allah'tır. Kulların bu sıfat ve selâhiyetleri hilâfet ve vekâlet yoluyladır, iyretidir, şartlıdır ve sınırlıdır.
Hüküm kelimesinin anlam ve içeriğinde "hâkimiyet" kavramının özellikle yasama ve yargı unsurları vardır. Kanun vâzı'ı (hâkim) Allah'tır. Kulların yaptığı (şekillendirdiği) kanunlar, kaideler, hükümler ya O'nun açık ifadesinin kanun kalıbına konmuş şeklidir, yahut da -ilâhi ifadede kapalılık varsa veya aranan hüküm açıklanmamış olursa- ictihad yoluyla ilâhi hükmün keşfedilmiş, ortaya çıkarılmış şeklidir.
Yargı da Allah'ın koyduğu kanunlara ve irşat buyurduğu usûle dayanarak dâvayı hükme bağlamak, hâkimin kanâat ve ictihadına göre O'nun hükmünü tesbit edip uygulamaktır.
Bu dokuz temel kavram ve ilkeye emanet, ehliyet ve mükellefiyet gereği hürriyet (veya sorumluluğa dayalı selahiyet) ilkelerini ilave etmek de mümkündür, bunları yukarıdaki dokuz ilke içinde (bunların açılımında) görmek de imkân dahilindedir.
Hilafet emanettir, emanet ehliyete riayeti gerektirir, insanlar emanete riayet, dünyaya geliş amaçlarını gerçekleştirmeye gayret ile yükümlü, bundan sorumludurlar. Sorumluluk ve yükümlülük ancak kişinin hak ve selahiyetleri olursa anlam kazanır ve yerine oturur. Bütün insanlar emaneti yüklenme ve hilâfeti îfa bakımından fırsat eşitliği içinde yaratılmışlardır. Dinde zorlama yoktur; dileyen mümin, dileyen kâfir olur (hürriyet), hiçbir kimsenin diğeri üzerinde peşin üstünlüğü yoktur (eşitlik); üstünlük hür irade ve çaba ile elde edilecek fazilete (takvâ), üstün vasıflara bağlıdır.
Kur'an'da ve Sünnet'te yerlerini almış bu dokuz kavram birlikte düşünülüp işletilince sosyal ve hukuki adâlete ulaşılır; adalet kavram ve kurumuna özel bir yer ayıran birçok ayet ve hadis de vardır.