İstanbul Güzel Bir Bayan, Ankara Anaç Bir Anadolu Kadınıdır

Demliyazılar

Değerli okurlarımdan çok sayıda okunabilir nitelikte yazılar geliyor. Bu yazılardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum; bu köşe sadece bana ait değil. Sizlerden duygu ve düşüncelerinizi, isteklerinizi ve bilgilendirme yazılarınızı göndermeye devam etmenizi bekliyorum.

Bunları buradan diğer okurlarıma paylaşmak bana ayrı bir mutluluk veriyor.

Nasrettin Hoca’nın çok bilinen bir sözünü hatırlayalım.

Nasreddin Hoca bir gün damdan düşmüş. Bir anda konu komşu etrafına toplanmışher kafadan bir ses çıkmaya başlamış.

Meraklılar, “Nasıl düştün?” diye sormuşlar.

Akıl vermeyi sevenler, “Biraz dikkatli olsaydın düşmezdin Hoca”, demişler.

Kınayıcılar; “Koskoca adam damdan düşer mi!” diye ayıplamışlar.

Sevmeyenleri, “İyi oldu hak etti” demişler.

Sevenleri, “Bir şey oldu mu?”diye merak etmişler.

Merhametliler, “Bir hekim getirelim, yardım edelim” diye haline acımış, çare düşünmüşler.

Hoca bu laf kalabalığının içinde “Hekim falan istemez bana damdan düşen birini getirin beni ancak o anlar.” demiş.

......       

Geçenlerde okurlarımdan biri Almanca öğretmeniymiş lakin bir türlü ataması yapılamamış.

Benden bunla ilgili bir yazı istedi. Ancak bunu yazabilmem için bu derdi bilmem ve çekmem gerekli.Nasrettin Hoca’nın dediği gibi derdi ancak bilen daha iyi anlatır.

 Onun için bana bu sıkıntıyı yaşayan bir okurumuzun göndereceği bir yazıyı köşemde paylaşacağımın bilinmesini isterim. 

Bana Ankara’dan elektronik posta yoluyla yazı gönderen Polat Kuzgun Beyefendi, benim İstanbul yazılarıma atıfta bulunarak bir yazı kaleme almış.

Hoş ve nezih bir yazı yazmış.

Biraz da Yahya Kemal’in ünlü, “Ankara’nın en güzel tarafı İstanbul’a geri dönülmesi” sözüne takılmış.

 

Şunu açıklıkla ifade etmek istiyorum ki, yurdumun her tarafı güzel. Anadolu’nun bozkırları da güzel, Güneydoğumun sarp yamaçları da. Egemin burçak burçak kokan dağları da güzel Karadenizimin yaylaları da. Akdenizimin sahilleri güzel, Trakyamın havası da. Her taraf bir başka güzel.

Ülkemizin bir karış toprağını bile hiç bir şeye değişmeyiz.

Ancak her güzelliğin farklı sevgileri olur. Teşbihte hata olmaz ama biz her Peygamberi severiz ancak Son Peygamberi (salat ve selam üzerine olsun) daha farklı severiz.

İstanbul bir başkadır benim için. Çirkinleştirseler de İstanbul sevgisi her zaman kutsaldır benim için. Çünkü onun üzerinde çok kem göz vardır. Süslü bir gelindir İstanbul herkes için. Ona ulaşmak çok kişinin, nice ülkenin hayalleri var. 

Ama şehir bize Peygamberimizden müjdelenmişbir şehirdir. Onun uğruna nice askerler canlarını feda etmişler.

Bundan dolayı İstanbul'un, benim olduğu gibi çoğu kişinin dünyasında özel bir yeri vardır.

Ankara da güzel bir şehirdir.

Şu an Türkiye’nin kalbi durumunda.

Ama İstanbul sevgim Ankara’yı küçültmez.

Dediğim gibi her yerin sevgisi farklıdır.

Sözü fazla uzatmadan Polat Kuzgun Bey’in yazısını birlikte okuyalım;

“Herkes, özellikle İstanbullular, yıllardır Ankara'nın başkent olmasını hazmedememişçesine, sanki Ankara bu pozisyonu hak etmiyormuş, bunun için gerekli hiçbir şeye sahip değilmişgibi bir tavır takınmışlardır ve Yahya Kemal'in, artık klişenin dibine vurmuş, o sözünü söyler de söyler...

Evet, ortalama coğrafya bilgisi olan herkes bilir ki; Ankara'nın denizi yoktur, evet Ankara bozkırdır ve evet Ankara taşyığını haline gelmiştir (Sanki İzmirve İstanbul çok farklı da). Peki, bu savı öne sürenler acaba hiç düşünmüşmüdür bu kadar "sıradan" hatta "sıkıcı" bir kent, nasıl olmuştur da yaşadıkları ülkenin başkenti olma sıfatına layık görülmüştür? Sebebi şu olabilir mi?

İstanbul, sayısız kente başkentlik yapmışve bunlardan ikisi dünyada ses getiren büyük devletler olmuşlardır: Doğu Roma İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu... İstanbul'un fethi, ülkemizde bir çağın bitip öteki çağın başladığı bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Feodal dönemin en güçlü şehir devleti İstanbul o devirde büyük bir imparatorluktan geriye kalan ufak bir toprak parçası olsa da, tüm ihtişamıyla yaşamaya devam etmekte ve Roma'nın bitişini kabul etmeyenler tarafından bir simge olarak yaşmaya devam etmekteydi. O devirde, İstanbul'da kullanılan para birimi neredeyse tüm dünyada geçerliydi. Kısaca İstanbul, her zaman olduğu gibi, güzel ama vefasız bir bayan gibiydi... Bir kızı bin kişi ister bir kişi alır misali, İstanbul çok kişiye çekici gelmiştir; ama ona sadece bir devlet sahip olabilmiştir. Denizinin büyülü bir havası olduğu aşikârdır, en depresif insan bile orda rahat bir nefes alır, sabah martılarla kahvaltı etmek başka hangi şehirlilere nasip olur İstanbullular dışında? Şehrin en güzel yerlerinde, Osmanlı Hanedanı'nın kıskançlık verici yaşamının ufak bir yansıması olan saraylara ne demeli peki? Ama kaçırdığımız nokta şudur, bu "güzel bayan" İstanbul,maalesef güzelliğinden beklenmeyecek kadar vefasızdır... Ve İstanbul’u, İstanbul yapan da Anadolu’dur. İç Anadolu’da ilk iskân edenlerden olan Hititler, İstanbul'a kadar uzanmalarına rağmen bu şehri bir Hitit Şehri yapmadılar. Çünkü İstanbul'un boğaz manzarası onları dıştehditlerden koruyamaz. Onların kara parçasının ortasında güvenli bir toprağa, etlerini tuzlayacak tuza ve şarapları için üzüme ihtiyaçları vardır. Bizans, İstanbul'un düşmesiyle bitti sayılsa da, aslında en büyük darbeyi Anadolu'yu, özellikle de tahıl ambarı İç Anadolu'yu kaybederek yaşamış, bu tarihten sonra Bizans yiyecek için Katolik Avrupa’ya muhtaç olmuş, Ortodoksluğundan taviz vermesi istenmiştir Katolikler tarafından. Dolayısıyla, İstanbul'un fethi sadece bir son darbedir, Bizans çok önceden yıkılmıştır.

Ve son olarak, Kurtuluş Savaşı... "Güzel İstanbul" da yüzüne ardı ardına kapanan kapılardan sonra Mustafa Kemal, yönünü ana vatan bellediği Anadolu'ya çevirmiş, burada bozkırın ortasında bir karargâh kurmuşve oradan bir başkent kurmuştur. Çünkü, güzel Bayan İstanbul o sırada başkasıyla flört etmekte, zengin ve güçlü, yakışıklı erkeklere göz kırpmakta, işgal altında hiç bir direnişgöstermemekte. Orhan Veli'nin dediğinin tersini yapıyordu bir anlamda, "İstanbul kendini dinliyordu gözleri kapalı..." duyduğu şey ise düşman askerlerinin postal sesleriydi, halkının çığlığını duymuyor, duysa da aldırmıyordu. Bu sırada Ankara'nın dalga geçilen Dikmeni'nde ise AtatürkCan Dündar'ın Mustafa filmindeki deyimle balı ve keçisi dışında hiç bir şeyi olmayan fakir bir Osmanlı kasabası olmasına rağmen, zafere olan inancıyla ayaktaydı ve Atatürk orada halaylarla türkülerle karşılanıyor, yeni bir dönemin başlangıcını müjdeliyordu tüm Anadolu'ya, güzel Bayan İstanbul halkını kendi kaderiyle başbaşa bırakırken...

İşte olay özetle budur, İstanbul güzel bayandır, Ankara anaç bir Anadolu kadını... Evet, hepimiz gençlik yıllarımızı bizi heyecanlandıran güzel kadınlarla geçirmek isteriz ama unutmayın o kadınlardan tekme yiyince saçımızı okşayan annemiz olacaktır...

Bana sorsalar: "Ankara'nın nesini seviyorsun? " diye;

"Anaç bir şehir olmasını ve kendimi her neresinde olursam olayım güvende hissetmemi..." derim

 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.