KANADA’DA KAMPİNG - TURKİYE’DE KENELER

Ayhan Nuri YILMAZ

Kamp yapma alışkanlığı dünyanın pek çok yerinde vardır ama Kanada gibi uçsuz bucaksız topraklari ve 30,000'i aşkın gölü olan bir ülkedeki insanlarının hayatında daha da önemli bir yer tutmaktadır ki bu göller sadece üç kilometreden büyük olanları ihtiva etmekte olup daha küçükleri içeren bir liste henüz yapılamamıştır.  Bu yüzden yaz aylarında pek çok kişi kamplara gitmekte, sözkonusu göllerde sandallarla gezinti yapmakta ve doğanın onlara sunduğu meditatif ortamın büyüsünü yaşamaktadırlar. Ben de Kanada'da geçirdiğim üç yılı aşkın bir zamandan sonra nihayet kamp yapmaya karar verdim. Bu planı yakın bir kaç arkadaşımla gerçekleştirecek olmanın yanısıra, sürekli kamp yapan ve bu konuda ciddi tecrübesi olan Kanadalı bir arkadaşımızın organizasyonu yapacak olmasının verdiği rahatlığı da yaşıyordum.

 

Plana göre kuzeydeki milli parklardan birine gidecek, kamp yerine kano (kızılderililerden günümüze miras kalan hafif sandal) ile seyahat edecek ve geceleri çadırda konaklayacaktık. Kamp bana bugüne kadar doğal ortam içerisinde sınırları belirlenmiş ve diğer kampçılarla ortak paylaşılan alanı çağrıştırmıştır. Anlaşılan yaşadığım eyalet Ontario'nun Avrupanın en büyük ülkesi kabul edilen Türkiyeden bile büyük olması bu yaklaşımı da etkilemişti. (Kanada'nın on eyaletinden biri olan Ontario yüzölçümü bakımından neredeyse Türkiyenin bile iki misline yakın bir alana sahiptir.) Daha kayıt işlemleri esnasında gideceğimiz kamp alanının sadece bize tahsis edilmiş olduğunu ve en yakın muhtemel kampçı grubun bizden kilometrelerce uzakta olacağının farkına varmıştım. Dolayısıyla tamamen biz bize kalacak ve vahşi yaşamın içerisinde olacaktık. Kamp tecrübesi olan Kanadalı arkadaşımız uyulması gereken hayati kuralları sıralıyor ve bunların sebeblerini açıklıyordu. Benim için en ilgi çekeni hayvanları asla beslemememiz gerektiği ile ilgili olanıydı. 'Beslediğiniz hayvan ölü hayvandır' diyordu bütün uyarılar. Yani onları doğal yaşam ve beslenme biçimlerinden uzaklaştıracak hiç bir davranışta bulunmamalıydık. Doğadaki her bir hayvan bir başka canlıyla doğal denge içerisinde idi ve biz buna hiç bir şekilde müdahale etmemeliydik.Onların karnını doyurmak yada yiyecekleri onların erişecekleri alanda bırakmak bu dengeyi bozabilecekti ve bir canlının başka bir canlı lehine veya aleyhine çoğalmasına yada azalmasına yol açacaktı. Bu yüzden yanımızdaki yiyecekleri hayvanların, özellikle ayıların erişemeyeceği şekilde yüksek bir ağaç dalına asmamız gerekiyordu.

 

Bu ve buna benzer bir sürü kuralı dinler ve uygularken şu sıra Türkiyede çokça konuşulan ve daha şimdiden onlarca insanın hayatına mal olmuş kene problemini hatırladım. Türk gazetelerinde ard arda kene ısırmasından ölüm haberlerini okuyor ve şaşkınlık geçiriyordum. Hatta bir seferinde Bursa'da ikamet eden annemlerle sohbet ederken, Uludağ yolunda benim de favorim olan bir yere piknik yapmaya gitmelerini önerdiğimde annemin 'ne mümkün oğlum, kene korkusundan böyle keyflere ara verdik artık' deyince olayın boyutunun nerelere vardığını hayretle hissettim. Peki nolmuştu da keneler Türk ormanlarına ve kırsalına musallat olmuşlardı? Yoksa onlarda mı dış güçlerin işiydi? Cevabı Kanadadaki kamp tecrübem vermişti. Doğa ile başbaşa olmuş, onun nimetlerinden feyz almış ama asla hiç bir şeyi değiştirmemiştik. Öyleki çöplerimizi bile saklayıp dönüşte özel tahsis edilmiş boşaltım alanına atmıştık. Oysa Türkiye'de kamp yapmak ve piknige gitmek bırakın bu hassasiyetleri adeta kuralsızlıklar dizisi halinde yürür ve muhtemel olumsuz sonuçlar büyük ölçüde insanların insafına ve dikkatine kalmıştır. İnsanların arkalarında çöp yığınlarını bıraktığı ve hatta sorumsuzca yakılan ve söndürülmeyen ateşler yüzünden yüzlerce binlerce hektarlık ormanın canlıları ile birlikte cayır cayır yakılması hiç de sıra dışı olaylar değildir ve yaz aylarında sürekli bunlarla ilgili haberler basında ön sıradadır. Geçen yıllarda yangınların miktarının bir hayli artmış olması kamp ve piknik yasağını gündeme getirmişti, hatırlarım. Yani iş çığırından çıktığı için birileri sorunu kökünden çözmeye karar vermiş ve ormanları kapatmıştı. Oysa sorumluluk alarak ve sonuçlarını düşünerek kamp yapılabiliyordu başka yerlerde. Demekki daha iyi çözümler vardı ama bu defa Türkiyede çözümü doğa kendisi bulmuştu; Keneler. Evet doğanın dengesi bozulduğunda her seferinde yeni bir dengenin kurulduğu ve bu süreçte de doğanın kendisini onardığı söylenir. Türkiyede olan tam olarak bu muydu? bilmiyorum ama besbelliki insanlar sebep oldukları bir durumun sonuçlarına katlanıyorlardı. Yakın zamanda okuduğum bir haber kekliklerin nüfusunun azalmasının, kenelerin sayısının artmasına yol açtığından bahsediyordu. Başka bir haberde ise kenelerin doğal rakibi olan başka bir böceğin neslinin kesildiğini ve bakanlığın bunları üreterek doğal ortama salınacağından dem vuruluyordu. Demekki birileri dengeyi bozduklarının farkına varmış tekrar onarmaya çalışıyordu. Öye yandan Kanada gibi sorumluluk ve düzenin daha iyi geliştiği ülkeler hala doğal ortama müdahale etmenin sonuçları hakkında oldukça sağduyulu idiler ve doğa işte bu yuzden burada hala fevkalade doğaldı ve kendi dengesini saklamaya devam ediyordu. İşte galiba Türkiyede unutulan ve ihmal edilen de galiba bu bakış açısıydı.

Kenesiz ve tabiatla keyifli günler geçirmeniz dileğiyle,

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.