KESER DÖNER SAP DÖNER, GÜN GELİR HESAP DÖNER

Sebahattin BİLGİÇ

Bir gün Mecma-ul Adab dersinin sonunda, devamlı derslerimi takip eden çok sevdiğim bir abim, hüzünlü bir halde artık dersleri takip edemeyeceğini söyledi. Dedim ki tamam gelme de hayırdır, ne oldu?  Boynunu büktü ve oğlunun astsubay olduğunu ve kendisine telefon edip sohbetleri takip etmemesini sıkı sıkıya tembih ettiğini söyledi.

    Üstleri çocuğunu karşılarına almışlar, baban falan yere sohbete gidiyor, senin için iyi olmaz, askerlikten atılırsın diye tehdit etmişler. Tabi söz konusu evlat olunca bizim çok değerli arkadaşımız derslere ara verdi. Sadece bu kadarla da kalamadı, kiralık evinde kalan, başları örtülü öğrenci kızları da evinden çıkarmak durumunda kaldı.

    Ogünlerde doktor bir arkadaşım baktım soğuk duruyor. Dedim ki; doktorum hayırdır ne den neşesizsin? Meğer o da derslere katılmaması hususunda asker olan akrabası tarafından uyarılmış.

   Tabi malum yirmi sekiz şubat günlerinden bahsediyorum. O günleri yaşayanlar, işi gücü bırakmış batı çalışma grubunun çikletçilere, büfecilere, simitçilere varıncaya kadar herkesi ne kadar sıkı takip ettiğini gayet iyi bilir. Ben o süreçte evimin önünde, veya vakıf binasının etrafında mesai yapan görevlilere çok şahit olmuşumdur. Hatta evime gelen telefona benimle beraber cevap verme nezaketini gösteren görevlilere de çok şahit olmuşumdur!

 

   Bu millet yirmi sekiz şubat sürecinde, kendisini düşman gören bir ordunun, belki ordunun içine çöreklenmiş hakim bir gücün, basının içine sızmış yazar ve patron bozuntularının ve devlet kademelerine çöreklenmiş bürokratların denetiminden ve silindirinden geçti. Çok insanlar mağdur oldu, çok insanlar gözyaşı döktü.

   Fedakar insanların hizmet aşkıyla ve bin bir zorluklarla kurdukları vakıf ve dernekler de bu sürecin dayatmalarından nasibini aldı. Vakıf ve derneklerin ferasetsiz yöneticilerinin katkıları da eklenince, kıyamete kadar devam etme arzusuyla Allah’u Teala’ya adanan vakıfların ve derneklerin kapısına kilit vuruldu.

 

   O süreçte haberleri dinlemek katlanılmaz bir işkence idi bizim için. Bugün gazete patronlarının ve yazarlarının da artık itiraf ettiği gibi, yapılmış düzmece haberler beynimizi sinirden zonklatır, midelerimizde kramp oluştururdu. Ciddiyete alınmasının mümkün olamayacağı birçok haber, dakikalarca bütün kanallarda servis edilirdi.

   O tarihlerde sırf imam hatipli oldukları için ve yine sırf başları kapalı olduğundan nice gençlerin okul hayatları ve umutları söndürüldü. Müslümanlığı yaşamak o günlerde bir takım ceberut zümre tarafından kabul edilemez bir durum halinde idi. Rektörlerden yargıçlara, generallerden siyasetçilere, patronlardan gazetecilere…bir çok insan içlerindeki kini kusmakta müthiş bir yarış haline girmişti. Kustular da. Bazı rektörler Türklerin İslam’ı niye kabul ettiğini bile sorgulamaya başlamıştı.

    Pervasız bir cesaretle yapılan bütün planlama ve uygulamalar kısa sürede açığa çıktı. Sırf kendi saltanatlarını daha da pekiştirmek için güya vatan, millet adına yaptıkları psikolojik harekat ve kandırmacalar şimdi kendi başlarını yiyiyor. O günlerde  hep derdik “sizin hesabınız var ama Allah’ında hesabı var”.  Allah bu milleti, zalimler güruhuna teslim etmedi hamdolsun.

    

 

   Yirmi sekiz şubatın en şiddetli olduğu günlerde, dernekler masasından bir polis aradı. Hazır olun sizin derneği biraz sonra teftişe geleceğiz dedi. Neyse ki dernekte idim. Biraz sonra içinde askerin, vakıflar müdürlüğünün, müftülüğün, valiliğin falan olduğu asık suratlı bir heyet çıktı geldi. Bizim dernek binası, içinde namaz da kıldığımız için tamamıyla halı kaplı bir bina idi. Heyet paldır kültür içeriye dalmaya yeltenince dedim ki, biz burada namaz kılıyoruz, ayakkabı ile girmiyoruz. Heyet kalabalık ama sadece asker üye konuşuyor. Biz ayak kabı çıkarmayız dedi ve daldı girdi.(Ogün hemen gittim terlik aldım!) Tabi ne bulacak yasak olan, kanunsuz olan bir şey yok. Ama teftişler hep devam etti gitti.

   Bir defasında dernekler masasının polisleri bizzat kendileri gelip, heyetin yine falan zamanda geleceğini söyledi. Ben de polislere nereleri teftiş ettiklerini sordum. Bir çok vakıf ve dernek saydı ama hepsi muhafazakar vakıf ve dernekler. O zaman  polislere takıldım.“ Siz hep bizim vakıfları, dernekleri basıyorsunuz, rötarı kulüplerini, Çağdaş yaşamı destekleme derneklerini niye hiç teftiş etmiyorsunuz” dedim. Polisler bana “hoca oraları karıştırma” dediler. Bizimde karıştıracak durumumuz yoktu zaten.

    Bulunduğum ilin müftüsünden izin almıştım. Bir ilçeye gidip ikindi namazına müteakip Et-TerğîbVe´t-Terhîb isimli hadisi şerif kitabından camide, yarım saat - kırk beş dakika ders yapıyordum. Tabi müftü Efendi bu süreçte sivil bir kişiye bu müsaadeyi devam ettiremedi.

    Yirmi sekiz şubatın faydası olmuş mudur? Hiç şüphesiz olduğu yönler var. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun tabiriyle “tarlaların ekili” olduğunu görüldü. Bilirsiniz kumaşın kalitesi zor zamanlarda ortaya çıkar. Daha ilk yüklenmelerde birçok güvenilen yerden kumaş sesleri geldi. Tarlalardaki mahsulün aslında başkalarına ait olduğu anlaşıldı.  

    Sadece tarlalar değil tabi, bazı tarla sahiplerinin de ele geçirildiği anlaşıldı. Saflarını hakim güçlerden yana belli eden tarla sahiplerine şahit olduk.  Rahmetli Hocamız Esad Efendi üzüm salkımı gibi olmanın tehlikesinden bahsederdi. Salkımın sapından tutarlar bir yerden, diğer bir yere naklediverirler derdi. Böyle savrulmalara da bu süreçte şahit olduk.

    Yirmi sekiz şubat failleri tümüyle elbette yargılanmalı. Vicdanlarda zaten çoktan yargılanmışlardı. Fakat kanun önünde de yargılanmalılar ki kimse kendini millet adına kurtarıcı rolde görmesin. 

 

 

 

 

   

 

 

  

 

     

 

    

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.