KKTC'deki Türkiye karşıtlığı yeni değil

xxx135

KKTC'de yıllardan beri Rumlarla aynı söylemi dillendiren bir grup hep olmuştur. Bunlar genellikle Rumlar gibi Türkiye'yi işgalci olarak nitelendirmekte, askerimizin çekilmesini istemektedirler. Böyle  düşünenler Mehmet Ali Talat'a destek vermek suretiyle daha da cesaretlendirilmiştir. Denktaş ile Talat mücadelesinde kimlerin Talat'a destek verdiğini unutmuş değiliz. Ve bu arada Talat'ın bazı açıklamalarını da unutmak mümkün değildir. Türkiye'nin kendilerini metres gibi gördüğü şeklindeki kabul edilmesi mümkün olmayan çirkin sözler Talat'a aittir. Bu söylem hemen belirtelim ki KKTC'nin bağımsızlığını içlerine sindiremeyenlerin yaklaşımıdır. Talat KKTC Cumhurbaşkanı olur olmaz sorunun çözüleceğine inananların kısa zamanda yanıldıkları ortaya çıkmış olmasına rağmen nedense sadece KKTC'de değil ülkemizde de bazıları ömrünü Kıbrıs davasına adamış Denktaş'ı çözümsüzlükten sorumlu tutmuşlar, yıllardan beri devam eden anlayışın değişmesi gerektiğini ileri sürerek Talat'a destek verilmiş ve Talat Türkiye'nin desteği ile Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Bütün bunları hatırlatmaktan maksadım Talat'ı eleştirmek değil. Buna gerek de yok. O da yıllardan beri Denktaş'ın temsil ettiği metod ve anlayış ile sorunun çözümsüz kaldığına inanmış olabilir. Ama Annan Planı Kıbrıs Türk kesimi tarafından kabul edildiği halde Rum kesimi tarafından reddedilmesinin ardından çözümsüzlükten KKTC ve Türkiye'yi sorumlu tutmanın insaf ile bağdaşmadığını söylemeye bile gerek yok.

Şahsen Kıbrıs olaylarını 1955 yılından itibaren takip eden birisiyim. Hatta Kıbrıs konusunda düzenlenen miting ve yürüyüşlere çeşitli defalar katıldım. O yıllar ya taksim ya ölüm pankartları ile sabahtan akşama Ankara caddelerinde dolaşmaktan bitkin düştüğümü, her polis barikatı ile karşılaştığımızda İstiklal Marşı söylediğimizi dün gibi hatırlarım.

Daha sonraki gelişmelerde konu ile biraz  olsun ilgilenen herkes tarafından biliniyor. Ve özellikle de 1974 yılında Türkiye'nin Kıbrıs'a neden müdahale etmek zorunda kaldığını da bugün tekrarlamaya gerek yok. Ancak kesin olan husus Türkiye'nin Kıbrıs Türklerinin mal ve can güvenliğini sağlamak için Kıbrıs'a çıktığıdır. Bunu da uluslararası anlaşmaların verdiği yetkiyi kullandığıdır. Bu gerçek ortada iken birilerinin bugün çıkıp Türkiye'yi ve Türk askerini işgalci olarak nitelendirmeleri sadece haksızlık değil insafsızlıktır. Bu tür söylemler karşısında sadece Başbakan Erdoğan'ın değil her Türk'ün tepki göstermesi çok doğaldır.

Ancak bugün gelinen noktada sadece yürüyüşçüleri suçlamamak biraz da kendimize bakmamız gerekiyor. Çünkü, Yunanistan'ın NATO'ya, Kıbrıs Rum Kesimi'nin AB'ye girmesinin önünü açan Türkiye ve Türkiye'yi yönetenler oldu. Onların eli güçlendirilirken kendi elimizi zayıflattık. Ondan sonra da çözümsüzlükten Denktaş ve arkadaşlarını sorumlu tutmak gibi bir yanlışa düştük.

Derdim kesinlikle Denktaş'ı savunmak değil. Zaten buna Denktaş'ın da ihtiyacı yoktur. Ancak, günü birlik siyasi rüzgarların peşine takılarak Kıbrıs konusunu değerlendirmek doğru olmaz. Kıbrıs'ın geçmişi ve Türkiye'nin çıkarma yapmak zorunda kaldığı şartları ve o noktaya gelinene kadar yaşananları bilmek gerekir. Bilmek de yetmez unutmamak şarttır.

Elbette Türkiye KKTC'ye ayakları üzerinde durabilmesi için ekonomik destek vermektedir. Ancak bu bir keyif bağışlama şeklinde düşünülemez. Bir görevin yerine getirilmesidir. Ve bu arada 36 yıldır KKTC'nin kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak adımlar atılamamış, sadece hazırdan yemeye alıştırılmış ise bunun öncelikli sorumlusu Kıbrıs Türkleri değildir. Olaya böyle bakarsak çevremizdeki tüm Türklerle ilişkimizi kesmemiz gerektiği gibi bir mantığa saplanırız. Halbuki çevremizdeki pek çok ülkedeki Türkler tarihin derinliklerinde çeşitli sebeplerle oralara anavatandan gönderilmiştir. Elbette bulundukları yerlerde sıkıntıya düşmeleri, saldırıya uğramaları söz konusu olduğunda Türkiye onlara sahip çıkacaktır. Bu bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun yerine getirilmesi sırasında bir takım maddi hesaplar yapmanın da anlamı yoktur.