Laboratuarı olmayan bilim dalı

xxx23

Sosyal bilimleri uygulamalı bilim dallarından ayıran en temel unsur laboratuarı olmamasıdır.

Fizikte laboratuar ortamında aynı neden-sonuçları istediğin kadar yaratırsın ama toplumsal bilimlerde bu mümkün değildir, en istisnai aracın akıl gözüyle yapacağın gözlemdir. Sosyal bilimlerin en eskisi olan iktisadı taşıdığı bu özel ve zor şartlardan dolayı daha da çok sever, benimserim...

***

Geçen Çarşamba günü İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin 75’inci kuruluş yıldönümüydü... Düşündüm ki 75 yıllık okulun son otuz yılında ben de varım...

***

Zaman zaman zihnimden, yaşamımızın en önemli on kapısı üzerinden hareketle ömrümüzü anlatan bir edebi metin yazmayı geçiririm... O kapılar hangileri olurdu?

Demek ki benim için en önemlilerinden biri, hayatımın otuz yılını geçirdiğim İstanbul Üniversitesi’nin iç ve dış mekânlarındaki kapılar olacaktı...

Aslında ömrün tümü de sonsuz bir boşluktan gelip sonsuz bir boşluğa giden iki kapılı bir parantez ya...

Bunu da hiçbir zaman unutmaz ve Âşık Veysel’i çok sık anarım:

‘İki kapılı bir handa

Gidiyorum gündüz gece...’

***

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi 14 Aralık 1936 tarihinde kurulmuş. 118 öğrencisi ile 4 Mart 1937 günü öğretime başlayan Fakülte, 1939-40 öğretim yılı sonunda ilk mezunlarını vermiş... İktisat Fakültesi’nin ilk öğretim üyeleri arasında yer alan, Nazi zulmünden kaçmış Alman bilim adamlarının kuruluşta büyük emeği vardır. Son zamanlarda keşke şimdi de aramızda olsalar diye daha fazla iç geçirir oldum...

***

İktisat Fakültesi’nin sembolü, çalışkanlığın, rasyonel çaba ve verimliliğin simgesi olarak kabul edilen ‘karınca’dır...

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin 75’inci kuruluş yıldönümünde Türkiye ne kadar çalışkan, ne kadar rasyonel ve ne kadar verimli?

Bizim fakültenin mezunu olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, katıldığı 75’inci yıldönümü kutlamalarında, ekonomi adına sadece aşırı abartılı övünme ve ayakları yerden kesilmiş tespitler okuyup dinlediğimiz günümüzde bu soruyu objektif bir titizlikle şöyle yanıtlıyordu: “Bugünkü enflasyonun kontrol altına alınması, fiyat istikrarının sağlanması, büyümenin sağlanması, mali disiplin sayesinde kamu borçlarının bugün birçok AB üyesi ülkelerden daha düşük olması, istihdam yaratılması... Bunlar övüneceğimiz noktalardır ama hala Türkiye’nin bazı yumuşak karınları olduğunu da görmemezlikten gelemeyiz. Bunları görerek yolumuza devam edersek, önümüzdeki yılların daha iyi olacağını düşünüyorum. Şunu da unutmamak gerekir; biz hala ‘çok iyi durumdayız’ dememize rağmen, fert başına milli gelir, gerek gelir dağılımı, gerek bölgesel dengeler açısından baktığımızda yapacak çok işimiz vardır. Biz ekonomik büyümemizi 2023’e kadar yüzde 10 civarında tutsak bile AB ortalamasın yüzde 80’ine ancak yetişebiliyoruz.”

Çareyi de gene kendisi hatırlatıyordu:

“Büyümenin artık gerçek motoru inovasyon, araştırma ve geliştirme olmaktadır. Dolayısıyla verimliliği arttırmak çok önemlidir. Şimdi ikinci aşamada yapacağımız reformlar hep bu yönde olmalıdır. Ayrıca neyi keşfettireceksek bunu ilk keşfettirmeliyiz.”

***

Otuz yıldır üniversiteye gelen öğrencilere ‘laboratuarı olmayan bir bilim dalı nasıl olur’ sorar dururum...

‘Yöntem’ bilinci olmadığı için şimdiye kadar doyurucu bir yanıt alamadım...

Yani orta öğrenim de yumuşak karnımız... Deneylerle ya da akıl gözüyle, ‘insana sır olanı’ bulmaya çalışan bilimin hazzına ‘yöntem bilinci’ olmadan varılamaz çünkü...

Bunları anlatmaya çalışa çalışa otuz yıla yaklaşmışız... Üniversitenin ‘benim kapılarımı’ da kapsayan iç ve dış mekânlarında tüketilen otuz yıl...

‘İki kapılı bir handa

Gidiyorum gündüz gece...’

***

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin 75’inci kuruluş yıldönümünü

kutluyorum...

İyi Pazarlar...