Laiklik: Nedir Ne Değildir-10 (Son Yazı)

Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR

Hani derler ya; din kuralları değişmez-tartışılmazdır, dogmatiktir diye... Öncelikle bu bilginin yanlış olduğunu söyleyelim. Zira "eşyada aslolan ibahadır" (Mecelle). Yani haram olduğu bildirilmeyen şeyin helal olması asıldır. İsterseniz bir de seküler hayat felsefesinin değerlerine bakalım; hukuk devleti, demokrasi, insan hakları, kadın hakları, piyasa ekonomisi, laiklik...

Dahası da var tabii; idam yasağı, suç ve cezanın şahsiliği ve geriye yürümezliği, temel hak ve özgürlükler, hakimlik teminatı, yargı bağımsızlığı ilk çırpıda akla gelen diğerleri... Söz gelimi devletin laik yapısı anayasal güvence ile ‘tartışılmaz’lar arasına alınmıştır. Ya da ‘ekonomi kapitalizm olmasın’ diyemezsiniz mesela... Veya faizin olmazsa olmazlığı (!) tartışılmaz bile... Peki o halde, tasarruf yetkisi kendisinde olan Allah’ın dinindeki tartışılmazlar neden yadırganmaktadır.

Gerçekte insanlığın bütününe değil, kendi medeniyetlerine ait olan bu türden değerleri yayma noktasında misyon üslenen Batı, Irak gibi kimi ülkelere bunları silah zoruyla götürmektedir. Yaptığı şey de; başkaları yaptığında terörle suçladığı rejim ihracıdır. Üstelik ilgili ülke halklarında geniş bir kesimi buna çoktan razı etmiştir. Bunun adı zihinsel köleliktir ve bu türden kölelik gönüllülük, hatta fedailik esasına dayalıdır. Yoksa söz gelimi laikçi kesim söz konusu değerlerin 7/24 propagandasını yapar mı... Ya da FETÖ ibadet aşkıyla ‘hizmet’ eder mi...

Bir yandan işbirliği yaptığı (BAE, S. Arabistan gibi) hatta darbeyle getirdiği dikta rejimler (Türkiye’de 12 Eylül yönetimi gibi) varken, öbür yandan seçimle dahi gelse (Türkiye, Tayyip Erdoğan gibi), kendisi ile işbirliği yapmayanları diktatörlükle suçlamaktadır. Zira amaç mevzu bahis değerlerin yayılmasından ziyade, bu ülkelerde kendi menfaatlerini koruyacak işbirlikçi devşirmektir.

Bugün dünyada baskın olan bu değerler batı dışı toplumlara farklı şekillerde dikte ettirilmektedir. Zira bu medeniyet (!) kendisi dışındakileri süreç içerisinde yok etmiş ya da onları kitlelerin gözünde itibarsızlaştırmıştır. Globalleşme olarak önümüze konulan bu kutsallar bütün insanların benzer şekilde düşünmesi, benzer şeylerden zevk alması, benzer tüketim alışkanlıkları sergilemesi, daha çok tüketmesi, gösteriş kültürü, marka takıntısı gibi insanların zayıf ve kötü tarafından faydalanmaktadır.

Bütün bunlar insana, insan onuruna, insanın hatırasına, insanlığa ihanettir ama, geldiğimiz aşamada sayısallaştırılan insan durumun farkında bile değildir. Bu gidişle yakında kendisine çip takarak barkodla okunacak bir hal alacak... 'Önce insan' diyenler, insanı robotlaştırdılar zira... Robotlar yazılımla hareket eder. Yazılım yüklenmiş, yani duyguları alınmış insan bir yandan kontrol altındadır bir yandan da hareket kabiliyeti sınırlıdır. Özgün yazılımla ilişkisi kesildiğinden her türden manipülasyona da açıktır.

Güçlü olanın ayakta kalacağı felsefesi de seküler düşüncenin ürünüdür ve bu iddia yine seküler bir düşünce olan evrim teorisinin temelini oluşturur. Hayata böyle bakınca da doğal olarak insanlar güçlü olmanın yollarını aramaktadır. Böyle bir felsefede güçlü olanların zayıfları korumak gibi bir misyonu yoktur. Hatta en güçlü olmak bütün rakiplerin ortadan kalkması ile mümkün olduğundan, kitle imha silahları vasıtasıyla devletler sürekli birbirlerini yok etmenin hesabını yaparlar.

İslam medeniyeti buradakilerden farklı olarak, insanı sadece fizyolojik ihtiyaçları ile tanımlamaz. Bugün yaşanan kişisel, sosyal, ekonomik, hatta askeri sorunların temel nedeninin; bireysel çıkar merkezli ve metafizikten uzak yaşam öneren sekülerizm, insanı sadece fiziksel ihtiyaçlarla sınırlandıran materyalizm ve güçlünün ayakta kalacağı varsayımından hareket eden ‘sosyal darwinizm’ olduğu batıda da kabul görmeye başlamıştır.

Temel problem, hayat felsefesindeki zemin kaymasıdır. Bir düşünürün tesbitiyle; "Batılıların, modern meydan okuma sonrasında bütün dünya üzerinde hegemonya kurmaları, bütün insanlığın hem kendi sorunlarına Batılı seküler zihin kalıplarıyla bakmalarına hem de Batı’nın geldiği noktanın ulaşılabilecek en zirve nokta olduğu yanılsamasına kapılmalarına yol açtı. Bu da Batı dışındaki toplumların aydınlarının Batı’yı kutsamalarıyla, dolayısıyla zihnî felçleşme ve aşağılık kompleksi yaşamalarıyla sonuçlandı. Fiilî sömürgecilik, zihnî sömürgeciliğe dönüştü.” (Y. Kaplan).

Özet: Problemlerin teshisi önemlidir. Tedavi ancak söz konusu problemlerin kaynağına inilerek mümkün olur. Her nasıl yüz yıldır İslam coğrafyası huzur bulamıyorsa; teşhis ve tedavinin yanlışlığındandır. En nihayetinde ‘beşer’ aklına dayalı bu sistem, ahiret saadeti bir yana dünyada da huzur ve zenginlik getirmemiştir. Çözüm; bandı başa sarıp, teşhis ve tedavinin ‘ilahi’ kodlarını keşfetmekle mümkündür. Vesselam.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.