LİZBON GEZİ NOTLARI

Salim YILMAZ

Sevilla Lizbon arası 450 km ve otobüsle yolculuk yaklaşık beş saat sürüyor. Portekiz’in başkenti Lizbon şehri uzaktan gözüktü. İstanbul Boğaz köprüsünü andıran 25 Nisan köprüsünden şehir merkezine giriş yaptık. Toplam yüksekliği 190 metre, uzunluğu 2.228 metre olan 25 Nisan köprüsü hem demiryolu hem de karayolu geçişine uygun yapılmış. Lizbon’u ikiye bölen Tagus Nehri, yedi tepeye kurulmuş kent mimarisi, asma köprüsüyle Lizbon, İstanbul’un hoş bir yansıması gibi duruyor.

Dünyada birçok ülkenin başkentini ziyaret ettim. Bugün size anlatacağım Portekiz’in başkenti Lizbon ise magazin programlarında gündem olmayan, jet sosyetenin fazla ilgi göstermediği nüfusu az olan başkentlerden biri. İber yarımadasında bulunan İspanya ne kadar sıcak iklime sahip ise Portekiz’de tam tersi serin bir iklime sahip. Ağustos ayında ziyaret etmemize rağmen Lizbon oldukça serin ve ılık. Portekiz’de sabahları hava genelde bulutlu oluyor. Öğleye doğru güneş kendini gösteriyor.

Portekizli rehberimiz Laura Portekiz ve özelde Lizbon hakkında gezi grubuna şu bilgileri verdi. “Portekiz bir Akdeniz ülkesi olmasına rağmen sınırları Atlas okyanusuna bakar. Bu yüzden iklimi kışın soğuk, yazın ılık ve serindir. Lizbon’a Avrupa’dan, özellikle de ticari ve kültürel bağların güçlü olduğu İngiltere başta olmak üzere Fransa ve Almanya’dan çok sayıda turist gelir. Yine Portekiz’in çok büyük bir ülke olmamasının da etkisiyle, Lizbon başkent olmasına rağmen fazla kalabalık ve beton yığınına dönmüş büyük bir şehir değildir ve şirin bir sayfiye yerinin ruhunu taşır. İstanbul, Beyrut, Roma, Kudüs şehirleri için yedi tepeye kurulmuştur diye ifade ettikleri gibi Lizbon’da yedi tepeye kurulmuştur. Hem havası güzel hem de tarihi bir başkent olması nedeniyle ulaşım, konaklama ve ziyaret edilecek tarihi, kültürel ve doğal güzellikleri seçenekleri oldukça fazla.

Şunu bilmenizi isterim ki haritada yan yana olmalarına ve dillerinin epey benzemesine rağmen Portekizlilerle İspanyollar aynı millet değildir. Farklı dilleri konuşuruz.

Portekiz tarihinde 1755 Lizbon depreminin çok büyük etkisi vardı. 1 Kasım 1755 tarihinde Lizbon’ da tahminen 8,5 ila 9 büyüklüğünde 10 dakika süren bir deprem meydana geldi. Deprem’in neden olduğu şiddetli bir yer sarsıntısı ve ardından gelen tsunami dalgalarıyla Lizbon'da, şehir merkezi ve etrafındaki bölgeler neredeyse yerle bir oldu. Birçok yapı yıkıldı, kiliseler, saraylar ve diğer önemli yapılar da dahil olmak üzere birçok tarihi ve mimari eser yok oldu. Tahminlere göre, depremde 80.000 ila 100.000 arasında insan hayatını kaybetti. Lizbon depremi, tarihteki en şiddetli ve yıkıcı depremlerden biri olarak kabul edilir.

Günümüzde Portekiz’in nüfusu yaklaşık on milyon beş yüz bindir. Nüfusun yüzde sekseni Katolik mezhebindendir. Portekiz’de elli bin civarında Müslüman yaşamaktadır.

Tur programında yer aldığı şekliyle bugün sırasıyla Lizbon merkezde Belem Kulesi, Alfama mahallesi, San Jorge Kalesi, Kâşifler anıtı ve Jeronimos Manastırı’nı ziyaret edeceğiz. Sonra otobüsle Avrupa´nın en batı ucu olan “Cabo de Roca”, Cascais kasabası ve yakınlarındaki “Boca de Inferno” kayalığını ziyaret ettikten sonra tekrar Lizbon merkeze geleceğiz.”

Belem Kulesi

Rehberimiz Laura bize şu bilgileri verdi. “Belem Kulesi, 1514-1520 arasında, Tagus Nehri’nin hemen kıyısına dışarıdan gelen saldırılardan korunmak ve şehri savunmak amacıyla inşa edildi. Rengi beyaza çalan bu beş katlı kulenin üzerinde estetik işlemeler vardır. Kulede bulunan gergedan biçimli süsleme Portekiz’e kulenin inşaatı sırasında getirilen ve bu topraklara ayak basan ilk gergedanın onuruna yapılmıştır. Belem Kulesi Gotik ve Orta Çağ Avrupa mimarisinin zarif bir örneğidir. Lizbon’a gelen turistler 4 katlı ve 30 metre yüksekliğindeki kuleyi ziyaret ederler. Kule zamanla deniz feneri ve gümrük kontrol amacıyla da kullanıldı. 1983’te UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesine eklendi.

Alfama

Şimdiki durağımız San Jorge Kalesi ve tarihi Alfama Mahallesi.

Rehberimiz Laura, San Jorge Kalesi ve Alfama Mahallesi hakkında gezi grubunu bilgilendirdi. “Bu tepenin üzerine ilk kale Milattan Sonra beşinci yüzyılda Vizigotlar tarafından inşa edilmiştir. Sekizinci yüzyılda Endülüs Emevi devleti tarafından fethedildi ve genişletildi. On ikinci yüzyılda Emevi yönetimine isyan ederek Portekiz’i kuran kral 1. Alfonso tarafından büyütülüp saray haline getirildi. Sarayı sabah dokuz ile akşam dokuz arası ziyaret edebilirsiniz. Şehrin en eski ve 1755 depreminden en az hasar görmüş semti olan adını Arapça hamam kelimesinden almış ve sadece yürüyerek keşfedilebilen Alfama semtinde kısa bir yürüyüş gerçekleştireceğiz.”

Kaleye dışarıdan bakınca İslam mimarisinde inşa edildiği için görüntüsü tanıdık geliyor ve dünyanın bir ucunda da olsa kendinizden bir görmenin sevincini az da olsa yaşıyorsunuz. Bir yandan Ankara Kalesi gibi kente göz kulak oluyor, bir yandan da Rumeli Hisarı gibi gelip geçen gemileri dikkatle süzüyor. Demek ki bu tür yapıların yapılma nedeni dünyanın her yerinde aynı.

Yüksek konumu nedeniyle surların tepesinden Lizbon’un muhteşem bir manzarası seyredilebiliyor.

Kalenin bulunduğu tepeye de aynı biçimde San Jorge Tepesi deniyor ama bu mahallenin adı genel olarak Alfama olarak biliniyor.

Tarihi yerleşim bölgesi Alfama’nın tarihi sokaklarında yürürken İstanbul Balat’taymış gibi hissediyorsunuz kendinizi. Yeryüzünde hiçbir yere benzemeyen ve her yere benzeyen belki de tek şehir. Bu tarihi doku şehrin hemen her yerinde hissediliyor. Renkli yerleşim alanı olmasıyla özellikle fotoğraf çekimleri için çok tercih edilmektedir. Arnavut kaldırımlı sokaklarında begonvil asmaları ile evler ise bu eski mahalleyi daha renkli gösteren detayları arasında.

Tramvay gerçekten yavaş ve dolu gidiyor. Biz grup olarak yürüdük. Çünkü Alfama sokaklarında yürümek, Lizbon’u gezmenin en güzel yoludur.

Ayrıca bu sokaklarda yürürken çok sayıda hediyelik küçük eşya dükkânına da rastlayacaksınız. Özellikle Emeviler döneminde bölgenin kalbi bu sokaklarda atıyormuş, bu kültürün izlerini halen görebilirsiniz.

Alfama’nın gecekondu bir havası var. Derme çatma restoranlar, yıkık dökük eski binalar, orijinalliğini kaybetmemiş dik yokuşlu sokaklar, tarihi yapılar derken Alfama kendi özünü günümüze kadar koruyabilmiş. Tarihi semtin sokakları labirent gibi; hatta kimi zaman içlerinde dolaşmak zorlaşabiliyor ama bir kadar da meydan okuyucu ve çekici olduğunu söyleyebilirim.

Alfama’nın en önemli özelliği Lizbon’un en eski bölgelerinden biri olması ve tarihi Portekiz kültürünün güçlü şekilde hissedilebilmesidir diyebilirim. Şehir bu yönüyle sizi kendine çekiyor. Yıkık dökük ve harabe şehirler normalde sizi kendinden uzaklaştırır ama burası tam tersi. Sanırım tarihi dokuyu ve kültürü birlikte muhafaza ettikleri için bunu başarıyor.

Kaşifler Anıtı

Alfama mahallesinden aşağıya doğru inince deniz kenarında bulunan Kâşifler Anıtı’nın yanına geldik. Dünya çapında tanınan Portekiz kâşiflerinin ve keşiflerin anısına yaptırılan “Kâşifler Anıtı” nın yanında keşifleri gösteren mozaikten yapılan dünya haritası var.

Rehberimiz Laura bize şu bilgileri verdi. “Atlas Okyanusu kıyısında yer alan Portekiz, tarih boyunca muhteşem denizciler yetiştirdi ve bununla gurur duyuyoruz. Doğu komşumuz olan İspanyolları kara üzerinde yenmelerinin imkânsız olduğunu fark etmelerinin ardından Portekiz kralları da tüm güçlerini denizde ilerlemek için seferber ettiler. Böylece coğrafi keşiflerin büyük kısmı Portekizli denizciler tarafından gerçekleştirildi.

Anıtın üzerinde keşiflere önemli katkıda bulunmuş denizcilerin heykelleri yer alıyor. Kâşifler Anıtı Özellikle Portekiz’in 15 ve 16. yüzyıl dönemlerine atıfta bulunuyor. 1940 senesinde Portekizli sanatçılar tarafından Portekiz Dünya Fuarı için tasarlanan 52 metre yüksekliğindeki anıtın en ön sırasında en önemli kâşiflerden olan Prens Herry bulunuyor. Anıtın üzerinde ayrıca Vasco da Gama, Pedro Alvares Cabral, Ferdinand Magellan gibi dünyaca ünlü kâşiflerin de heykellerini görebilirsiniz.”

Jerominos Manastırı

Avrupa başkenti gezilir de tanınmış kiliseler görülmez mi! Elbette burada da jerominos manastırı turist akınına uğruyor. Keşifler Anıtı ziyareti sonrası yürüyerek manastırın önüne geldik.

Vasco da Gama’nın ve Portekiz edebiyatının önemli isimlerinden Fernando Pessoa’nın kabirleri de manastırın içinde bulunuyor.

Vasco da Gama’nın Hindistan’dan dönüşünü anmak için 1501’de inşasına başlanan manastır 17. yüzyılda tamamlandı. Ne derece doğrudur bilmiyorum ama UNESCO Listesindeki manastırın yapılışında her yıl 70 kg altın kullanıldığı söyleniyor.

Cabo da Roca

Şimdiki rotamız Lizbon’a 40 km uzaklıktaki Cabo da Roca anıtı. Otuz dakikalık bir yolculuktan sonra deniz kenarında bulunan anıtın yanına geldik. Rehberimiz Lauro anıt hakkında kısaca bilgi verdi. “ Cabo da Roca anıtı Portekiz'in en batısında, Atlantik Okyanusu kıyısında bir tepe yer alıyor. En önemli özelliği Avrupa kıtasının en batı ucunu işaret etmesidir. Denizden 140 metre yüksekliği ile çevredeki muhteşem manzaraları seyredebileceğiniz harika bir turistik noktadır. Ayrıca burada, Portekizli yazar Luis de Camões'in ünlü eseri Lusiads'te de bahsedilen bir deniz feneri ve Roca Kalesi de yer almaktadır. Cabo da Roca, turistler ve yerli halk tarafından sık sık ziyaret edilen bir yerdir ve Portekiz'in en önemli doğal turistik yerlerinden biridir.”

Kısa bilgilendirmeden sonra 30 dakikalık serbest zaman verildi. Yazımın başında belirttiğimiz gibi Portekiz halkının yüzde sekseni koyu Katolik mezhebinden. Bu yüzden her anıt ve tapınakta haç işaretini görebilirsiniz. Turistler de bu durumu garipsenmiyor. Ziyaretçiler anıt önünde ziyareti ölümsüzleştirmek için sırayla fotoğraf çektiriyor. Bazı ziyaretçiler tepedeki sosyal tesise doğru giderken, diğerleri de anıtın hemen aşağısında bulunan tepeden Atlas Okyanusuna doğru fotoğraf çektiriyor. Ne de olsa Avrupa kıtasının en ucunda bulunuyorlar!

Cascais

Tertemiz masmavi denizi, ince kumu. geniş plajı ve romantik 18. yüzyıl havasıyla Lizbon halkının ve gezginlerin çok sık gittiği tatil yerlerinin başında gelen Cascais kasabasına geldik. (Cascais diye yazılıyor. Kaşgai diye okunuyor.)

Cascais, 19. yüzyılda Portekiz kraliyet ailesinin yazlık sarayı olarak kullanılmıştır. Günümüzde, turistik bir bölge olarak ünlüdür ve yaz aylarında yerli halk ve turistlerin rağbet ettiği bir tatil beldesi olarak bilinir. Şehir, güzel plajları, tarihi binaları, müzeleri, parkları, restoranları ile ünlüdür.

Özellikle iklimi, doğal güzellikleri, tarihi yapılar ve lüks evler bakımından oldukça zengin olan Cascais tam bir turizm merkezidir. Cascais, Bodrum, Fethiye, Alanya, Marmaris, Kuşadası gibi ilçeleri çağrıştırıyor. Konumu itibariyle sayfiye yeri olan Cascais kasabasında uygun bir mevsimde hem dolu dolu bir gezi planı gerçekleştirebilir, hem de masmavi sularına kendinizi bırakabilirsiniz. Cassais kalesini, ara sokaklarını, hediyelik eşya satan işyerlerini ziyaret ettim. Plajlarında yüzmesem de ayağımı deniz suyuyla buluşturdum. Fethiye’li biri olarak denizi gördüğüm yerde asla dayanamam, en azından ayağım tuzlu suya değmeli. Size de tavsiye ederim. Tuzlu sudan zarar gelmediğini bilmenizi isterim.

Rossio Meydanı

Lizbon merkeze döndüğümüzde otobüs bizi Rossio meydanında indirdi. Lizbon’un kalbinin attığı yer tam olarak bilinen meydanda Turizm Danışma Noktası bulunuyor. Buradan ücretsiz olarak turistik harita alabilirsiniz. İngilizcesi mevcut ve önemli noktalar işaretlenmiş oluyor.

Meydanın tam ortasında Portekiz krallarından 4. Pedro’nun heykeli bulunuyor. Heykelin dört yanındaki kadın heykelleri ise Güç, Bilgelik, Adalet ve Ölçülü Davranma’yı simgeliyor. Bir kaç fotoğraf çekimi yaptıktan sonra yürüyerek akşam yemeği için balık lokantasına gidiyoruz.

Lizbon tıpkı İstanbul gibi yedi tepe üzerine kurulmuş. Şehrin yapısı, sokakları İstanbul'u hatırlatıyor. Şehrin o kadar kalabalık olmaması burayı daha düzenli bir kent yapıyor. Sokaklar, caddeler gayet düzenli ve temiz gözüküyor. Genelde yüksek katlı apartmanlar yok. İnsanlar trafik kurallarına uyuyor. Lizbon caddeleri ağaçlarla kaplı ve trafik sakin işliyor. Kaldırım ve parkların temizliği dikkatimi çekiyor. Başkentin merkezi caddesi olmasına rağmen Ankara’ya göre fazla kalabalık gözükmüyor. Başkentin toplam nüfusunun Altı yüz bin olmasının da etkisi vardır diye düşünüyorum.

Lizbon’da ne yenir

Lizbon bir Akdeniz ve liman kenti olduğu için mutfağında da buna yönelik lezzetler daha öne çıkıyor. Portekiz mutfağı, pirinç, ekmek, patates, et, deniz ürünleri ve balıklarla dolu oldukça geniş bir menüye sahip. Çok lezzetli ve çeşitli hamur işleri ön plandadır. Tabii ki deniz ürünleri de oldukça seviliyor. Yıl boyunca en çok tercih edilen balık türleri arasında levrek, çipura, orfoz, turna ve barbun bulunuyor. Gezi grubu olarak ızgarada balık ve yanında bol yeşillikli salata olan menüyü tercih ettik.

Önemli not: Restoranlarda yemekler domuz eti ya da yağı gibi besinler içerebileceğinden dolayı tavsiye niteliği taşımaz. Buna ek olarak yemeklerde kullanılan etler, helal kesim olmayabilir. Bu konularda hassasiyeti olan kişiler olarak yemek siparişinizi vermeden önce yemekler ve içerikleri hakkında restoran çalışanlarından ayrıntılı bilgi almanızda fayda var.

Belem Turtası

.Lizbon gezisinin sonunda rehberimiz Ali Osman Bey “size bir sürprizim var. Herkese dünyaca tanınmış “Belen Turtası” adlı tatlıyı ısmarlayacağım. Tadı damağınızda kalacak.”dedi. Önce Belem Turtası hakkında kısa bilgi verdi. “Lizbon’un hemen her köşesinde satılan Belém turtası ya da Nata, çanak formunda milföye benzeyen bir hamur ve içindeki muhallebiden oluşur. Dünyada mutlaka yenilmesi gereken ilk 20 lezzet arasına giren tatlı, üzerine tarçın ya da pudra şekeri dökülerek tüketilir.

Yapılışı neredeyse iki gün süren ve dünyanın en özel lezzetlerinden biri olan Pastel de Nata için önerebileceğim tek yer, turtaya da adını veren 1837 yılında kurulan Lizbon’un çok köklü ve bir o kadar popüler pastanesi Pasteis de Belem. Belki Avrupa’nın birçok yerinde buradaki tatlıları bulmanız mümkün ama çoğu kişiye göre Belem Pastanesi’nde pişenlerin tadı bir ayrıdır.

Belem Turtası’nın günde ortalama 20.000 adet sattığı söyleniyor. Bu rakam hafta sonları ise neredeyse 2,5-3’e katlanıyor. Tatlı birçok yerde yapılsa da Belem Pastanesi’ndekilerin tarifini sadece birkaç kişinin bildiği dolayısıyla oldukça gizli tutulduğu söylenir.”

Daha sonra gezi gruba Belem Turtası aldı. Tadı gerçekten çok lezizdi. Tadı damağımızda kaldı diyebilirim. Pastanenin masaları dolu olduğu için sokağın bir köşesinde ayakta tatlılarımızı yedik.

Tabii ki Lizbon’da bu kadar meşhur olan bir yerde masaların genel olarak dolu olduğunu ve pastane önünde uzun kuyruklar oluştuğunu da belirtelim. Günün birinde Lizbon’a yolunuz düşerse dünya çapında tadılması gereken özel lezzetler arasında gösterilen turtalar için Belem Pastanesi’ni de ziyaret etmeyi unutmayın.

Not: Eğer Lizbon’dan dönerken kendinize veya sevdiklerinize bu lezzetli tatlıdan almak isterseniz Belem Pastanesi’ndeki 4’lü ambalajlar oldukça iş görüyor. Tabi bekleyen nata’lar sıcak sıcak yedikleriniz gibi olmuyor.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.