Maalesef bu hale geldik...

xxx78

Eski yılın son günü rutin envanter çalışması için Seferberlik Tetkik Kurulu'ndaki 'kozmik oda'ya gitmekte olan yargıcın takip edildiğinden kuşku duymasıyla başlayan karmaşa, Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan ilk incelemeye dair açıklamayla son buldu. Büyütülecek bir şey yokmuş... Kuşku duyulan araçların ikisinde de askerler varmış, ama ilgisiz görevleri yerine getiren askerlermiş bunlar...

Açıklamanın en ilginç bölümü dün pek çok gazete tarafından manşete çekilmiş şu satırlardı: “Olayın, bir şüphe üzerine yapılan ihbar ve bu ihbara yönelik olarak icra edilen bir uygulama olduğu anlaşılmış ise de, son günlerde yaşananların, kişileri ve toplumu ne hale getirdiğini göstermesi bakımından önemli olduğu düşünülmektedir.”

Ne çare ki, Cumhuriyet Savcıları, 'aynı gün aynı saatte aynı aracın yakınında kuşkulu bir biçimde seyreden asker dolu iki araç' tesadüfünden pek hoşlanmamış olmalılar. Bir aracın asker yolcularının “Market alışverişinden dönüyorduk”, diğerinin “Bir komutanın evini boyadık” ifadelerine ve Genelkurmay'ın hiç vakit kaybetmeden yaptığı târizli açıklamaya rağmen, Tolga Şarman'ın Milliyet'te dün çıkan haberine göre, savcılar, alışveriş fişlerinin gerçekliğini ve marketteki kameraların kayıtlarını incelemeye almayı düşünüyormuş...

Gönlüm ve aklım devletin silâhlı gücünün “Yok” dediğinin herkes tarafından 'yok' muamelesi görmesi gerektiğini kabul ediyor. İtibarına düşkün, toplum tarafından 'güvenilir' bulunmayı her zaman önemsemiş bir kurumdur ordu. Böyle bir kurumun, bünyesi içerisinde yer alan kişilere de kuruma da 'kuşku' ile yaklaşılmasını kolayca hazmedememesi anlaşılır bir şey...

Hiç kuşkum yok, o açıklamayı kaleme alanlar, onlara açıklama yazma talimatını veren komutanları ve olan-bitenden duyduğu rahatsızlığın boyutlarını tahminde hiç zorlanmadığımız Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, açıklama metninde yer alan her cümlenin -en sona yerleştirilen târize kadar- doğru olduğuna kendileri inanıyorlardır.

Oysa görüyorsunuz, kişileri ve toplumu bir kenara bırakalım, son zamanlarda mesailerinin çoğunu askerle ilgili konulara ayırmak zorunda kalan Cumhuriyet Savcıları bile, târize rağmen, kuşkularından vazgeçmiyorlar...

Ne yani, “Yaşananlar savcıları ne hale getirmiş” mi diyeceğiz?

Açıklamada 'bir şüphe üzerine yapılan ihbar' diye söz edilen girişimin bir haftadır 'kozmik oda'da araştırmalarını sürdüren yargıç tarafından yapıldığını biliyoruz. Düşünün: 'Özel Harp Dairesi' ile ilgili yaygın kanaatlerin odaklandığı bir mekân 'kozmik oda'; hemen herkesin beklentisi, geçmişte yaşanmış pek çok siyasi suikast ve kitlesel eylemle ilgili bilgilerin o odada saklandığı ve soruşturmayı tek başına yürüten yargıcın çalışmalarının önemli olduğu...

İşte o yargıç, işe giderken, daha önce de peşine takıldıklarını fark ettiği iki araç tarafından izlendiği kuşkusunu korumalara aktarıyor, onların uyarmasıyla devreye giren Emniyet güçlerinin durdurduğu araçlardan askerler çıkıyor...

“Yaşananlar, o yargıcı ne hale getirmiş” mi diyeceğiz şimdi?

'Kozmik oda' bir yargıç tarafından didik didik aranıyor ve orada bulunan belgelerin envanteri çıkartılıyor; 'Ergenekon davası'na kuşkuyla bakan bazıları “Yargıç da olsa 'devlet sırrı' kapsamına giren gizli belgelere bakamaz, baktıklarının imha edilmesi gerekir” pek 'hukuki' görüşüyle fetva veriyor. Peki de, ben niye hâlâ bu soruşturmanın beklendiği gibi 'tam bir temizlenme' getireceğinden kuşku duyuyorum?